Annesi doğumdan sonra kucağına verdiklerinde gözlerini gördüğü anda adını da koyuvermişti hemen. "Kızımın adı Mavi olsun..." demişti.
Nereden bilecekti ki, kızının başına en büyük derdi bu olağanüstü güzellikteki mavi gözleri açacaktı. Mavi, büyüdü, serpildi, kocaman bir kız oldu. Ortaokulu bitirdiğinde, ailesi onu okuldan aldı. Daha fazlasını okutacak güçleri yoktu. Mavi okulu için günlerce kimselere göstermeden ağladı. Okumak istiyordu. Nereden aklına takılmışsa takılmış, o büyük bir hakim olmak istiyordu, adaletin ne olduğunu bile tam bilmese de, hep adil kararlar verecekti. Ama olmadı, olamadı.
Onun yerine mahallelerindeki çoğu genç kız gibi civarlarındaki fabrikaya işçi oldu. Sabah gün doğmadan işine giden, üç vardiya çalışan, fabrika kızlarından biriydi artık. Mahalleleri desen, yolu bile olmayan, suları çeşmelerden taşınarak getirilen şehrin dışında gecekondulardan oluşan bir semtti onlarınki... Çocuklar neşeyle, bata çıka çamurlu sokaklarda oyun oynarlardı, bütün mahalle efradı yağmur yağmasın diye dua ederlerdi. Bu mahallenin kaderiydi çünkü her yağmurda hepsinin evini su basardı. Yukarıdan tepeden gelen sel onların evlerini yoklamadan geçmezdi.
Mavi bir yandan işine gidiyor, bir yandan da, sürekli okuyordu. Eline ne geçerse, gazete, dergi, kitap... Açtı gönlü, açtı ruhu, okumaya aç. Mahallelerindeki yaşlı, bilge kadın, Satı Ana anlıyordu bir tek onu. Kızın güzelliğinin de aklının da farkındaydı Satı Ana. Bir gün bu güzelliğinin başına bela olacağının da… Tek çocuktu Mavi, ailesinin göz bebeği. Görür görmez aşık olmuştu İsmet'e. Bir akşam fabrikadan çıkmışlardı arkadaşlarıyla güle oynaya. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen, evine gitmek için çamurlu yollarda koşarken, birden ayağı kaymış ve yere yuvarlanmıştı Mavi. Çamurlara bulanmıştı üstü başı, her yeri. Bir el uzanmıştı kendisine doğru. Gözlerini kaldırıp baktığında, karşısındaki genç, bir an titredi, eli buz gibi oldu.
Ağzından sadece, "Tanrım, bu gözler gerçek mi? " sözleri döküldü. Mavi kızgınlıkla "Ne sandın, tabii ki gerçek, hadi, yardım edeceksen et..." İsmet hızla çekip kaldırdı kızı, bir an karşı karşıya durdular, İsmet kızın gözlerine daldı, ruhunda kayboldu. Etraftakilerin kıkırdamalarıyla kendilerine geldiler. Elini çekiverdi Mavi. "Sağol..." dedi kısaca ve arkasını dönüp koşarak uzaklaştı, gitti. Yağmur olanca şiddetiyle yağıyordu ama İsmet, kendine gelemedi bir türlü. "Arkadaşım vurgun mu yedin, ne bu halin?" Gülerek dalga geçiyorlardı arkadaşları. "Yürüyün be yürüyün, ıslandım zaten sucuk gibi..." Yollarda şakalaşarak evlerine doğru gittiler.
Her akşam çıkışta kapının önünde bekleyip durdu İsmet, o mavi gözler kendisine bir kere daha baksın diye dua etti her gün. Çalışırken bile, o gözler geliyordu karşısına neredeyse, elini makineye kaptıracaktı bir gün. Annesi, gelir gelmez gecekondudaki, pencere önündeki divana oturup efkarla sigara tüttüren oğlunun bir derdi olduğunu anlıyordu da, soramıyordu oğluna. İsmet, ertesi gün, konuşmak niyetiyle çıktı evden, en güzel giysileri üzerinde, saçlar pırıl pırıl, ayakkabılar boyalı. Aynada kendine baktı, gördüğünden hoşnut kaldı. "Seni beğenmeyecek kız olur mu? Hadi bu akşam, tut elini mavi gözlünün. Adı ne ki acaba?" diye düşünerek pür heves gitti işine, akşamı zor etti ve kapıdaydı yine. Mavi gözlüsü geliyordu karşıdan. Dikildi karşısına, "Bir çay içer misin benimle?" deyiverdi.
Mavi, bir an baktı, o da etkilenmişti bu yakışıklı gençten, "Tamam, ama yarım saatten fazla kalamam..." Yürüyerek giderlerken, arkalarından bir çok göz, hasetle süzüyordu onları. Erkekler, "En güzel kızı kaptı İsmet..." diyorlar, kızlarsa "En yakışıklı erkeği Mavi kafesledi.." diye düşünüyorlardı.
İsmet ve Mavi, tüm bu kötü düşüncelerden uzak, nasıl olduğunu bile anlayamadan, bir ateş yandı o gün ve bir sevgi çörekleniverdi yüreklerine. “Evlenme zamanı, beklemeye gerek yok…” dediler, o güzel kız ve o yakışıklı delikanlı, aşklarını dolu dizgin yaşamaya başladılar. Sadece Mavi'nin annesi, İsmet'i hiç istemedi. "Çok kalabalık aile bunlar kızım. Bir gün bıkarsın. Bu aşk meşk biter, pişman olursun, sen bizim nazlı gülümüzsün." dediyse de Mavi, annesinin tüm sözlerine kulaklarını tıkadı ve dolu dizgin aşkına gitti. Evleri kalabalıktı, kaynanası, kayınpederi, kocasının erkek ve kız kardeşleri derken, çok kalabalık bir ailenin yükünü omuzlayıverdi Mavi. Bir kaç yıl sonra, anne ve babası peş peşe kızlarını bu dünyada yapayalnız bırakıp gittiler. Çok ağladı Mavi, çok yalnız kalmıştı. Sadece Satı Ana, onun derdini anlıyor, dinliyor ve teselli ediyordu onu. Kaynanası bir türlü sevememişti zaten bu güzel kızı. Kayınpederi, bu sevimsiz kaynananın yaptıklarını hoş görmese de, zayıf bir adamdı ve bu kadına söz geçirmek imkansızdı. Mahallede, “Çarıklı erkan-ı harp” derlerdi kaynanasına.
Çocukları doğdu birer birer, üç kızları oldu, iki de erkek evlatları. Her işe yetişiyordu Mavi. Her şey güzel gidiyordu, çok çalıştılar, durmadılar, İsmet ek işler de yaptı, tatil nedir bilmediler ve oturdukları evi satın aldılar. İsmet, evi sevgili karısının üzerine yaptı ve bunun için bir araba da laf işitti anasından. Evin borcunu ödeyebilmek için her ikisi de çok çalışıyorlardı. Borçları bitmişti bu ay, artık ev kendilerinindi. Sevinmelerine kalmadı, İsmet hastalanıverdi bir gün. Doktorlar bir şey bulamadılar önceleri. İsmet giderek önce hareket kabiliyetini, sonra da konuşma yetisini kaybetmeye başladı. Doktorlara gide gele nihayet teşhis kondu İsmet'e Doktor, ikisini de karşısına aldı "Beyin erimesi bu hastalık, giderek bütün yetilerini kaybedecek ve yatalak hale gelecek." dedi. O güzel adam, önce yatağa mahkum oldu, sonra giderek konuşmasını, hareketlerini yitirmeye başladı.
Artık tüm ailenin yükü Mavi'nin omuzlarındaydı. Hiç şikayet etmiyordu Mavi. Sadece çok yorulduğunda, o güzelim mavi gözleri buğulanıyor, "Bana dayanma gücü ver Allah' ım diyordu. O kadar... Bir yandan da okumayı hiç bırakmıyordu. Deliler gibi okuyordu, uykusuz kalıyor yine de okuyordu. Kaynanasının tüm itirazlarına rağmen, dışardan okumak için gece okuluna gitmeye başladı. Liseyi bitirmeyi kafasına koymuştu Mavi. Herkesin sözlerine, laflarına aldırmadan bitirdi liseyi. İsmet, gün geçtikçe daha da kötü oluyordu, yatalak olalı neredeyse dört seneyi bulmuştu. Çocukları ne tuzda ne çamanda derler ya, işte öyleydi. En küçükleri bu sene yeni okula başlayacaktı.
Büyük çocuklar, okuldan arta kalan zamanlarında yollarda mendil satıyor, kaynanası ve kayınpederi, "Bari bizde şu geline yardımcı olalım..." diye düşünmüyorlardı. Yüklendikçe yükleniyorlardı kıza. Neyse ki, İsmet’ in kardeşleri birer birer evlenip evden ayrılmışlardı artık.. Mavi henüz otuz beş yaşına basmıştı. Hala güzeldi, hem de çok güzeldi. Kocasının hasta olduğunu bilen ustabaşı, kocasının eski arkadaşları, kıza sırıtarak yaklaşıyorlar ve "Sen ne kadar zamandır, yalnızsın, bu kadar yorma kendini, gel benimle yaşa, çekme bu sefaleti..." diyorlardı. Mavi, hep kaşları çatık, gözleri yerde dolaşmaktan yorulmuştu. Birileri yanına yaklaşacak oldu mu, hemen "Bana dayanma gücü ver Allah'ım..." diye mırıldanmaya başlıyordu. Kaynanası, kızın başının etini yemeye başlamıştı. Ne yapsa, ne söylese suç oluyordu. Mahalledeki kıskanç kadınlar, her gün Mavi ile ilgili dedikodu yapmaya evlerine geliyorlardı. Tüm kadınlar, kocalarının Mavi ile ilgili hayaller kurduğunu biliyor, anlıyor ve Mavi' yi suçluyorlardı. "Dişi köpek kuyruk sallamazsa..." diye başlayan cümleler kuruyorlardı.
Büyük oğlu, bir gün sokakta kavga ederek geldi. Üstü başı yırtılmış, kafasına atılan taşla başı kanamıştı. Mavi çılgına döndü. "Ne oldu oğlum?" diyerek yanına koşunca, "Sen kötü bir kadınmışsın anne, herkes öyle diyor..." diye gözyaşları içinde bağırmaya başladı çocuk. Mavi, sinirle kapıdan dışarı çıktı. Kızgınlıkla çatal çatal olan sesinin olanca gücüyle bağırmaya başladı "Ne istiyorsunuz bizden, benimle neden uğraşıyorsunuz? Ben size ne yaptım? Yazıklar olsun size..." Sokaktaki pencereler birer birer kapanmaya başladı. Kadınlar burunlarını kıvırıp içeri girdiler. Mavi gözlerinden boşanan, sel gibi yaşlardan önünü bile görmeyerek, "Bana dayanma gücü ver Allah' ım, bana dayanma gücü ver ..." diyerek evinden içeri girdi. Kaynanası kapıda bekliyordu onu. Sırtına bir yumruk atarak, "Sen ne yapıyorsun ki bu mahalle sana böyle diyor? Aşüfte..." deyince, Mavi hırsla ellerini yumruk yapıp, bembeyaz hale gelene kadar sıkarak, kadının karşısına dikildi. "Sus, yoksa dilimden hiç istemediğim sözler dökülecek..." dedi. Kaynanası, biraz da irkilerek "Aaaa, delirmiş bu kadın..." dedi ve hasta kocasının yanına kaçıverdi. Sadece kayınpederi anlıyordu onu bu evde. Adam, feri kaçmış gözleriyle gelinine baktı, sonra acı bir gülümsemeyle başını salladı, aldırma sen dercesine.
Mavi biraz nefes almak için Satı Ana' ya gitmişti. Onu perişan halde gören Satı Ana, sakinleştirmek için elinden geleni yaptı ama, Mavi, öfkesini dindiremiyor, kızgınlığı geçmek bilmiyordu. Mahallede hiç arkadaşı da kalmamıştı. Kocası da hastalığı giderek ilerlediğinden artık onu anlamıyordu. Sadece gözlerinde okuyordu sevgisinin büyüklüğünü. O kadar. O gece Mavi, sabaha kadar uyuyamadı, karabasanlarla dolu bir gece geçirdi. Nefes alsa da nefesi yetmiyor gibi geliyordu. İsmet, artık altına da kaçırmaya başlamıştı. Üstü başı odası pis kokmasın diye, Mavi her gün her gün çarşafları yıkıyor, İsmet' in temizliğini yapıyordu. Yorgunluktan helak olacak kadar çalışıyor, evde, işte ağzından tek bir kötü söz çıkmıyordu. Kaynanası artık işi azıtmış, Mavi'yi kayınlarına ve görümcelerine bile uluorta şikayete başlamıştı. Bir gece İsmet’ in dertli yüreği duruverdi aniden. Evdeki kendisini seven, dayanma gücü veren insanı da kaybetmişti Mavi. Ölü gibi gidip geldi işine, içinde derin bir sızı, mavi gözlerinde hiç dökemediği yaşları. Daha çok gençti ama dul kalmıştı. Dul kalmanın ne kadar zor olduğunu anlatırdı fabrikadaki kızlar. Biri eşinden ayrılmıştı da, demişti ki, "Siz hiç biriniz anlamazsınız, kocalarınız var, sokaktaki herkesin bakışları bile değişti artık bana karşı..."
Bu sözleri doğrulamak ister gibi, İsmet' in ölümünden iki ay kadar sonra, bir gün işten çıktığında, karşısında bugüne kadar her zaman çok saygılı davranan kayınbiraderini kendisini beklerken buldu. Bir tuhaftı bakışları, korktu söyleyeceklerinden, anlamıştı, kötü bir şeyler söylenecekti. O sözler, ebediyete kadar asılı duracaktı aralarında.
“Mavi, hele dur, sana bir şey söyleyeceğim..." dedi adam yılışık bir ifadeyle. Mavi, gözlerinde buz gibi bir ifadeyle, durdu bekledi.
“Kız, duydum ki mahallede herkesle fink atıyormuşsun. Ben seni hep beğenirdim, ağabeyim de öldü artık. Seni ben alayım...” Mavi gözleri bir delinin gözleri gibi bakarak tıslayan bir sesle:
“Yıkıl karşımdan pislik, seni, kardeş görene de, sana da anana da, ailene de, tüh hepinize... Daha İsmet' imin mezarı soğumadı,” diyebildi.
“İnat etme kız, bu mavi gözlerin var ya, hep rüyalarımda…”
Adamın hala yılışık yılışık gülmeye devam ettiğini gören Mavi, hızla eğildi, yerden bir taş aldı ve olanca öfkesiyle kafasına fırlattı.
“Kız, ne yapıyorsun, delirdin mi? Bu kadın artık çok edepsiz olmuş, çok edepsiz...”
Yere tükürdü, Mavi' ye tükürür gibi ve kanayan kafasını tutarak gitti. Mavi' nin etrafındakiler, hızla uzaklaştılar ve daha Mavi mahalleye gelmeden, dedikodusu mahalleye geldi bile.
Kapıyı açıp eve girdiğinde, kaynana odadan çıkarak, bir hışım,
“Gelin, kedi bacaklı gelin, sen benim oğlumun kafasını yarmışsın,” diye olanca gücüyle bağırdı.
“Sen önce oğlunun bana yaptığı terbiyesizliği duy da, sonra bana kızarsın...”
“Hadi oradan be, benim gül gibi oğluma neden vurdun sen?”
“Neden olacak? Ahlaksız oğlun, daha kocamın mezarı soğumadan bana çok kötü şeyler söyledi.”
“Demez o, demez, ahlaksız, İsmet’ imin de başını sen yedin zaten. Kim bilir ona da neler yaptın?”
Kaynanasının sözleri biter bitmez, Mavi odada ne varsa yerlere atmaya başladı. Bir yandan bağırıyor, bir yandan ağlıyor, bir yandan da olduğu yerde tepiniyordu. Kadın, korkmuştu Mavi' den. Mavi' nin gözlerinde deli bir bakış görmüştü. Bu kadın tekin değildi. Bundan kurtulmalıydı. Çocuklarını da alsındı, def olup gitsindi. Kocasına tüm bunları anlattığında kocası, "Etme kadın, etme, Mavi iyi bir gelin, yapma, bu işin vebali büyük..." dese de kadın hırsını alamıyordu.
Günler günleri kovalıyor, Mavi giderek etrafındaki çemberin daraldığını hissediyordu. Fabrikadaki erkekler, peşine takılıyor, mahalleye kadar geliyor, evlerinin karşısında sokak lambasının altında dikiliyor, yanık sesle türküler söylüyorlardı. Bunalmıştı, çok bunalmıştı. Bazı günler, nefes bile alamadığın hissediyordu. Satı Ana hariç kimse onunla konuşmuyor, bütün kadınlar onu görünce, kafalarını öne eğiyordu Semtteki bakkal, kasap, manav bile sırıtarak karşılıyorlardı onu. Aldıklarını uzatırken, elini tutmak için çabalıyorlar, "Sonra verirsin parasını hiç mahsuru yok..." diyorlardı.
Mavi, işten geliyor, işlerini bitiriyor, kendini odasına kapatıyordu. Bir tek çocuklarıyla konuşuyordu. Deli gibi kitaplarını okuyor ve bu mahalleden uzakta başka bir hayat olduğunu öğrenmeye başlıyordu. Kaynanasından nefret ediyordu artık. İsmet' te yoktu, büyük bir boşlukta yaşıyor gibiydi. Gün görmeden yaşlanmaya başlamıştı Mavi. İçindeki o dürüst, o güzel kadın, isyan içindeydi artık. Son zamanlarda ağzından, "Bana dayanma gücü ver, Allah'm..." cümlesi bile dökülmüyordu.
Bir gece, içinin bütün üzüntüsü sel olup akmaya başladı, durduramadığı gözyaşlarıyla, sabaha kadar ağlayıp yalvardı Allah' a. Bir ara uyuyakaldı. sabah ışımaya başladığında, dürtülmüş gibi uyanıverdi. Rüyasında İsmet' i görmüştü. "Kurtul Mavi... Kurtul..." diyordu kocası ona. Öyle bir güç hissediyordu ki kendinde, "Karşımda kim olursa olsun, benden korkmalı, çünkü ben, sınırların ötesinde yaşıyorum. O ince çizgiyi çoktan geçtim." diye düşündü.
O gece edilen dualar nihayet kabul oldu. Mavi'nin hayatına güneş doğmasının ve şikayet etmeden yaşamasının ödülleri görünmeye başladı. Mahalleye kentsel dönüşüm geldi bir gün. İsmet' le beraber çalışarak yaptıkları gecekondularını isteyen müteahhitler, kapılarını aşındırmaya başlamıştı. Ev, Mavi'nindi. Kaynanasının düşmanlıklarından, komşularından, çalıştığı fabrikadaki insanlardan o kadar bıkmıştı ki bir gün, tüm cesaretini toplayarak, kaynanasının ne kadar eşyası varsa, atıverdi sokağa, kadın karga gibi sesiyle,
“Yetişin a dostlar, bu hayırsız kadının evladımın başını yediği, kara topraklara soktuğu yetmedi de, şimdi de evladımın evinden beni sokağa atıyor, diye bağırıp tepinse de, kimse gelmedi yardımlarına.
Mavi büyük bir sorundan kurtulmuştu. O gece, yıllardan sonra ilk defa rahat bir uyku çekti. Sabaha karşı, İsmet' in saçlarını okşadığını “Her şey güzel olacak Mavi’ m…” dediğini hissetti. Gözlerini açtı, burnunda tüten derin bir özlemle, "Ah İsmet' im ah..." diyebildi. Aralarında yaşanmamış, yaşayamadıkları ne çok şey kalmıştı.
Mavi'nin gecekondusu mahalledeki en değerli evdi. Hatta, çalışmasına bile gerek kalmayacak kadar çok parası olacaktı artık. O semtten, o insanlardan uzaklaşabilmek, özgürce, başka bir hayata başlayabilmek düşüncesi bile, mutlu ediyordu onu. Anlaşmalar yapıldı, Mavi o mahalleden bir tek kişiye Satı Ana'ya "Gel benimle, anam ol, başımda ol..." dedi. Bir gece, sabaha karşı, hiç bir eşyasını almadan sadece çocuklarını ve Satı Ana'yı ve kitaplarını alarak, başka bir hayata, rahata, okuyacağı kitaplarına, okutacağı evlatlarına, yarım kalan tüm düşlerine kavuşmak üzere çıkıp gitti evinden ve mahalleden ve tıpkı Yaşar Kemal'in İnce Memed' i gibi, " Ünü tünü belirsiz oldu..."
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net