Ah Bu Noktalama İşaretleri Ah

-Offf ya! Beni bir türlü bırakmıyorlar ki rahat rahat şu yazımı yazabileyim. Bir yandan Nokta, bir yandan Virgül. Dır dır dır başımın etini yiyorlar valla.


-Ya Begüm, şaka mı yapıyorsun, ciddi mi söylüyorsun bunları?


-Yok ya! Ne şakası Ozan, şaka yapacak halim mi var benim?

Görmüyor musun? Deli gibi dönüp duruyorlar benim etrafımda.


-Allah Allah, sen kafayı sıyırdın galiba? Ne işareti, ne noktası, ne virgülü?


-Sus, hiç sesini çıkarmadan dinle bak... Sen de duyacaksın onların seslerini.


Her ikisi de sessizleştiler. Ozan'da bir takım sesler duymaya başlayınca şaşkınlıkla “Ne oluyor?” diyerek Begüm' e baktı.


-Ben Nokta’ yım. Begüm yazılarında her zaman kullanır beni. En çok da beni sever. Bilir ki ben bitti demeden, cümle bitmez. Orada soluk alır bir durursun şöyle. Kasıla kasıla gülümseyerek “Her ne kadar beni diğer arkadaşlarım faşist olarak adlandırsa da, ben kendimi çok demokrat bulurum. Cümleleri eğip bükmem. Öylece aklımdan geçeni söylerim.”


-Hıh! Seninki de bir şey mi sanki? Ben daha önemliyim senden. Cümle aralarında hep beni kullanıyor. Say bak istersen, bir yazıda kaç Nokta, kaç Virgül yani ben varım?


“Aman sen de, Virgül, senin ne kadar kaypak ve dönek olduğunu bu alemde bilmeyen yok. Herkesin nabzına göre şerbet vermekle tanınıyorsun. Bir kesin karar verdiğini görmedim bugüne kadar, hep yarım yarım bir susuş…” dedi Nokta.


-Hop, hop, o kadar da değil yani! Kafaya takılan her şeyi ben çözerim. Bilirsiniz benim adıma Soru İşareti demişler. Dedektif gibiyimdir. Hiçbir açık nokta bırakmam metinlerde. Ünlem’ in skolyoz hastalığına tutulmuşu da derler bana. Merak uyandırırım, kuşkulandırırım, açıklama beklerim... Namı diğer sorgu hakimi olarak da adlandırılırım bu alemde.


-Ayyy! Hiç biriniz benim gibi değilsiniz, dedi oradan kibirle söze karışan Üç Nokta. “Ben açıklanmamış gizler bırakırım zihinlerde. Okuyucular öyle çok sever ki beni. Neden mi? Çünkü, onların hayal dünyalarıyla oynarım da ondan. Bana da haksız yere isim taktınız vallahi. Neymiş, her denilene eyvallah edermişim.


-Dur bakalım, dur dur! Asıl hareket bende tabii ki, dedi Ünlem. “Bir kondurur beni cümleye öylece kalakalır okuyanlar. Mağrur bir işaretim ben. Öyle çok da kullanılmam yani. Az, öz... Hani derler ya, nadir olan şey kıymetlidir diye...”


-Hıh, onun devamı var canım, “Kör at ta nadirdir ama, kıymetli değildir,” de derler. Buna ne buyuracaksın? dedi Virgül.


-Ben Konuşma İşaret’ i olarak görevimi tam olarak yapmak isterim her zaman. Bir zarafet var bende, inceyim, kibarım, hikayeyi okuyana, bak burada biri konuşuyor diye anlatırım. Beni yabana atamazsınız, dedi çatlamış sesiyle Konuşma İşareti.


-Ya ben hiç sevemedim şu Noktalı Virgül’ ü diye devam etti Nokta. Bir gurur, bir azamet, sanki her dakika makale yazıyormuşçasına ciddi, alımlı ve vakur. Ne varsa sanki... Ama olsun, yine de ben üstteyim, Nokta olarak yani, sen ise alttasın Virgül’cüğüm...


-Evet, doğru, aslında Noktalı Virgül’de hem sen hem de ben varız. İkimizi bir arada gören korkuyor zaten ve çok kullanmıyorlar. Bir rapor olsaydı mesela yazdığı yazı, İki Nokta üst üsteyi de çok kullanırdı Begüm. Ama şimdi öyle mi ya? Bir hikaye yazacağım diye tutturmuş. Ha bire çabalayıp duruyor. Yazıyor, bozuyor, bir daha yazıyor. Yok dört arkadaş kitap çıkartacaklarmış da, yok ünleri Kaf Dağı’ nı aşacakmış da, yok para kazanıp fiyortlara gezmeye gideceklermiş de...


-Ya biliyor musun hala tam bilemiyorlar şu yazılarda tırnak açmayı ve kapatmayı, diye devam etti Tırnak. “O kadar da dürtüklüyorum, bağırıyorum, tırnağı kapat, yoksa yazdıkların kayıp gidecek diye hiç aldırmıyor. Ben de küsüp kenara çekiliyorum. Ne yaparsa yapsın diyorum. Sonra da içime sinmiyor. Belki duyar diye yine bağırıyorum.”


-Aman şekerim, o da bir şey mi? Özel isimlerde kesme İşareti koymayı dahi unutuyor bazen. Sonra da ben oldum artık, yazarım diye, bir şımarma, bir şımarma. Burnu büyüklük, dergileri beğenmeme, kitapları beğenmeme... Eskiden bir ansiklopedilere falan bakılırdı. Şimdi varsa yoksa Google. Ay o da bir akıllı, bir akıllı valla, neyi sorsan biliyor. Geçen gün annesi dedi ki, "Kızım, bak bakayım, Müzeyyen Senar kaç yılında doğmuş, şak bildi, İngiltere Kraliçesi kaç yaşında, şak bildi. Zehir vallahi zehir. Bu arada, belirtmeden geçemeyeceğim, bana taktığınız ismi de hiç sevmedim. Bana da Ayırımcı, Irkçı diye ad takmışsınız. Teessüf ederim yani. Ben öyle miyim? diyerek üzüntülü gözlerle etrafı süzdü Kesme İşareti.


-Ay bunlar gerçekten konuşuyorlarmış Begüm. Valla seni deli sanmıştım ama ben de duyunca inandım sana, dedi Ozan.


-Dur bak, dur hele bir yazmaya başlayayım bak neler olacak. Çok eğleniyorum ben bunlarla.


Begüm bilgisayarın başına oturur oturmaz, kurum kurum kurulan noktalama işaretlerinin tamamı bilgisayarın ekranının üzerine bir tele sıralanmış güvercinler gibi sıralandılar. Hepsi ilk önce hangisi kullanılacak diye büyük bir heyecan içindeydiler. Öyle ya, bir cümlede ilk olmak çok onur vericiydi. Zaten hep birinciler hatırlanırdı. Kimse ikinciyi bilmezdi bile. O nedenle bir Hikaye’nin ilk işareti olunca böbürlenmek caka satmak gerekirdi.


Begüm' ün parmakları klavyede çılgın gibi koşturmaya başladı. Aklı mı daha hızlıydı parmakları mı, bilemiyordu. Ozan yanına oturdu, merakla gözlemeye başladı. "Bu işaretleri hiç böyle düşünmemiştim ben. Amma da seremonisi varmış... Dur bakalım neler olacak?" iki arkadaş merakla işaretleri gözlemeye başladılar.


O sırada Begüm, ilk cümlesinde ünlem kullanarak işe başladı.


Ünlem, şişine şişine yerinden kalktı, arkasını döndü, özellikle Nokta ve Virgül’ e bakarak bıyık altından gülümsedi ve cümlede yerini aldı.


"Oh beee..." dedi içinden. "Zaten beni az kullanıyorlar. Galiba Begüm' de yazılarında ilk defa, ilk işaret olarak beni kullandı. Hem ayrıca, beni lideriniz seçen sizlersiniz, izin verin de önce beni kullansın. Değil mi ya?”


Begüm durmaksızın devam ediyordu klavyeyle dans etmeye. O sırada, Virgül ve Nokta birbirlerine bakarak bir ağızdan "Aslında benim hakkımdı ilk olmak, neyse, yine de nasıl olsa sıra bende olacak," dediler.


Nokta, Virgül’ e dönerek "Ya canım çok sıkkın. Hep kendi istediği yazı karakteriyle yazıyor. Ben başka bir çeşit istiyorum, bazen italik kullan, bazen kalın harf kullan diyorum. Yok kardeşim yok. Neymiş, düz olacakmış. Öyle sade olunca daha güzelmiş. Bari puntosu biraz büyük olsun diyorum. Onu da uygulamıyor. Halbuki puntosunu büyütse, bizler de daha haşmetli dururuz cümlelerin içinde değil mi ama yani?


Virgül kasıla kasıla:



-Bir de takmış kitap yazısı bir cins olurmuş, ya sana ne kardeşim, sana neee! Ben mesela, şu gösterdiğim karakterle daha bir uyum içindeyim. Söylüyorum anlamıyor. Bir de sayfanın boyutuna sığamadım mı yok paragrafı kaldır, yok satırlar arasını daralt, yok sayfanın çerçevesini büyült... Ooff iyice okunmaz sevimsiz bir hale getiriyor yazıyı. Onu da neden yapıyorlar biliyor musun? Sayfa sayısı az olursa kitabın, masrafı daha az olacakmış da ondan. Haaa, bir de sayfayı ayarlarken, sağa yasla, sola yasla, ortala var ya, bir de hem sola hem sağa yaslayarak düzenliyorlar. İşte bu sonuncusu çok fena, kelimelerin arasına bir boşluk giriyor, at koştur yani, o kadar geniş. Neymiş, bakılınca güzel olacakmış. Belki güzel görünüyor ama, hiç duymuyorlar kelimelerin birbirinden ayrı düşünce feryatlarını. Çığlıklar gırla gidiyor.


-Şu Soru İşaret’ i var ya, hani “Skolyoza Kapılmış Ünlem” dediğimiz... Ay o ne kötüdür o! Okuyanın aklında hep bir kuşku uyandırmak için gerim gerim gerinir. Ya Parantez’ e ne buyrulur? İyi ki ona da Gardiyan lakabını vermişiz. Pek bir uyuyor ona. Bir açtın mı, mutlaka kapatman lazım. Açık parantez kaldı mı, yazı ağlamaya başlar, uçurumun kenarında kalmış gibi tüm kelimelerde bir titreme olur ki, hepsinin sinirleri bozulur, sakinleştirene kadar canımız çıkar yani, diye söylenip durdu Nokta.


-Ya ne çok konuştunuz siz Nokta, Virgül. Biraz susun yahu! Bak, Begüm yazıp duruyor. Nerede hangimizi kullanacak diye merakla beklemekten helak oluyoruz burada. Siz hala vır vır vır! dedi Üç Nokta.


Hemen lafa girdi Cümle:


-Begüm realistim diyor da başka bir şey demiyor. Neymiş, onun simgesi noktaymış. O bir koydu mu noktayı, akan sular dururmuş, sözünün üstüne söz söylenmezmiş. Nalan desen, noktalı virgülle, mesafeli bir ilişkisi varmış. Uzak duruyormuş ondan. Ay biliyor musun, Nalan’ın da on parmağında on marifet. Hem fotoğraf çekiyor, hem de çok etkileyici şiir yazıyor. İlknur, iflah olmaz bir romantik. Öyle aşklar yazıyor ki, okurken gözlerinin yaşarmaması imkansız. Kendi de hem yazıp, hem ağlıyor zaten. Bizim de gönlümüzü okşayan o güzelim cümleleri nerelerden buluyor bilmem? Bir de takmış kilolarına, bari şişman olsa canım yanmayacak, eni boyundan fazlaymış da ona üç nokta yakışırmış da. Offf ya, bak Zeynep öyle mi? Kilolarıyla barışık bir kız o. Güler yüzlü, neşeli, sen hangisisin desem, ben soru işaretiyim der, hiç de alınmaz valla. Zeynep’ in dili de çok etkileyici. Mizahı çok güzel yazıyor. Okurken katıla katıla güldürüyor bizi. Nalan da alem kız. Geçen gün "Üst üste iki noktanın çocukları olunca ne olur sence Begüm demez mi?" Üç nokta oluyormuş. Evlenip aile kuruyor ve çekirdek aile oluyorlarmış. Eşitlik olduğundan üst üste değil, yan yana diziliyorlarmış. Bunlar dört arkadaş “Yazarlık Atölyesi” diye bir kursta buluştular, iyi de arkadaş oldular. Hem yazıyorlar, hem birbirlerini eleştiriyorlar. Şu kitapları bir çıksa da raflarda yerini alsaydı hayırlısıyla. Tüm işaretler, cümleler, paragraflar yerimizi alsaydık kitapta. Koltuklarımız kabarırdı valla.


Hikaye, artık yeterince olgunlaştığına karar verince, konuşmaya girmeden yapamadı:


-Bunların bir İlahi Anlatıcısı var. Ay anacım, her şeyi ama her şeyi biliyor. Google gibi. Valla. Bir de, Ben Anlatıcı, Sen Anlatıcı, Çoklu Anlatıcı falan derken öyle çoklar ki, Begüm hepsini denedi ama şu “güvenilmez anlatıcıyı” bir becerip de yazamadı yani...


Begüm yazıyı yazdıkça, her biri teker teker yerlerini alıyorlar ve bir yandan da böbürlenerek, yazıda kaçar adet kullanıldıklarını şımara şımara birbirlerine söylüyorlardı. Ozan ve Begüm, onların bu konuşmalarını izleyerek gülümsüyorlar ve yazıyı tamamlamaya çalışıyorlardı. Yarına bitmesi gerekiyordu bu hikayenin. Ödüllü bir yarışmaya göndereceklerdi. Noktalama işaretleri sen daha az kullanıldın, ben daha çok kullanıldım diye birden bir kavgaya tutuştular. Kıran kırana bir savaş çıktı aralarında. Öyle fena yaralandılar ki her biri, kafaları gözleri sakatlandı. Hepsi ettikleri bu kavganın sonucunda takatleri kalmadığından cümlelerdeki gerçek yerlerine bile gidemediler. Buldukları boşlukları doldurdular. Begüm, dayanamadı kızdı onlara:


-Yeter ama, yeter! Hikayemi bitirmek için ne kadar emek sarf ediyorum görüyorsunuz, hem de yarına yetişecek, bunu da biliyorsunuz. Hiç yok yerden bir savaş çıkardınız ve hepiniz yer değiştirdiniz. Yazım karman çorman oldu. Bana ne kadar ayıp ettiğinizin farkında mısınız? Haydi, çabuk, hepiniz yerlerinize! diye bağırdı.


Noktalama işaretleri, Begüm’ ün öfkesine, kendilerini azarlamasına küsüverdiler, liderleri Ünlem’ in arkasına dizilip hikayeden teker teker çıkıp gittiler ve yine kurum kurumlanarak bilgisayarın tepesine geçtiler. Begüm, "Gelin artık, hadi, üzmeyin beni," dedikçe nazlandılar, omuz silktiler ve şımardılar. Yazar, ne yapacağını bilemeden öylece kalakaldı. Nasıl yapmalıydı, nasıl? Bunlara pabuç bırakmak olmazdı. Kafaları bozulunca hep böyle yapacaklarsa, işi vardı valla. Derken, birden aklına gelen fikirle hain hain gülümsemeye başlayınca, noktalama işaretlerini bir endişe kapladı:


-Ay, Begüm çok kötü gülüyor bize, çok kızdırdık onu çok. Bundan sonra ne yapacak acaba, ya hiç kullanmazsa artık bizi? dedi korkuyla titreyen Virgül.


Nokta, gayet sakin "Merak etmeyin, hiç biz olmadan olur mu? Eninde sonunda yine bize muhtaç olacak nasılsa..." dedi şişine şişine.


Ozan ve Begüm gülerek birbirlerine baktılar. Her ikisinin de aklına, aynı anda, aynı şey gelmişti.


-Gelmezlerse gelmesinler boş ver, bir “Bilinç Akışı” yapıveririm olur biter. Hey, şımarık işaretler, hiç birinize ihtiyacım yok artık, dedi Begüm.


Bilgisayarın tepesinde kurum kurum kurulan işaretlerde gurur murur kalmamıştı şimdi. Ağlamaklı bir sesle, hepsi Nokta’ yı suçlayarak,


"Senin yüzünden oldu, bak artık bizi istemiyor," diye bağrıştılar. Yerlerinden kalktılar ve koşarak hikayenin içine girmeye çalıştılar. Begüm bir el işaretiyle durdurdu onları. Artık ihtiyacı kalmamıştı bu şımarık kendini bilmezlere. İşte “Bilinç Akışı” tekniği, belki de, kıskanç ve sevimsiz noktalama işaretlerinin bir gün bir yazarı kızdırmaları ve ukalaca davranışları nedeniyle ortaya çıkmıştı...


BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER