Her gün gibi başlayacak günlerden biriydi 4 Aralık… Sıradan, sakin, birlikte. Oysa, o Pazar günü, annem için zor geçecek günlerin başlangıcı olmuştu. Yaşlı bir insan için kırık ne demekmiş ben de onunla öğrendim. Şimdi düşünüyorum da o kırık olayını yaşamasaydı, 100 yaşını görebilirdik belki de…
Kaç gündür düşünüyorum, nasıl anlatır ki insan annesini?
O, kocaman bir ailenin Servet Annesiydi. Hep yumuşak, hep sevecen, hep iyilik dolu. Eşine, çocuklarına ve ailesine düşkün… Tanıyan herkes için, “Melek gibi…” diye tanımladıkları bir kadın. Annemin, tek bir gün dedikodu yaptığını, birilerini çekiştirdiğini duymadım, birisine karşı kusur işlemekten, kalbini kırmaktan hep korkardı. Çok küçük yaşta önce annesini, sonra da babasını kaybetmiş, anne ve babasının yerini alan çok sevdiği ağabeyi ve yengesi tarafından büyütülmüş, kardeşlerini sonsuz bir sevgiyle seven, inançlı, Allah’a sonsuz bir teslimiyetle inanmış, üzerine aldığı tüm sorumlulukları sonuna kadar götüren bir kadın. O yumuşak ve sevecen kadının içinde ne müthiş bir dayanıklılık varmış meğer…
Bizim ailemiz büyük ve geleneksel bir aileydi. Saygı, belki de en önde gelirdi. Her şeyden önemlisi. Babam ve annem, aile içinde her zaman saygı duyulan, muhterem insanlar oldular. Bizler de onların şemsiyesinde yaşayan mutlu çocuklar...
Babam mı anneme daha çok aşıktı yoksa annem mi babama bilemedim. Ama bildiğimiz bir şey vardı ki bizler, o sevgiyle sarmalanarak büyütüldük. Ne kavga olurdu evimizde, ne de yüksek sesle bir konuşma. Evimize gelenler de o huzuru hissettiklerini söylerlerdi her zaman.
Dedim ya, yaptığı her şeyin içine sevgi koyardı annem. Hele ki yemeklerinin… O muhteşem ve geleneksel bayram yemeklerimiz… En az yirmi kişi, çoluk çocuk bir masanın etrafında buluştuğumuz. Dillere destan sofralar kurulur, herkes masada yerini alır ve annem, yorgunluğunu hiç umursamadan, babamın ailesini de kendi ailesi olarak benimsemiş bir kadın olarak, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, babamın yanındaki yerini alırdı. Ah o güle oynaya yenilen sofralar, şakalaşmalar, havaya buram buram karışan o sevgi…
O meşum kırık olayını yaşayana kadar, örgüsünü de ördü, Ku’ran-ı Kerim’ini de okudu, namazını da kaldı, duasını da yaptı. Öyle içten dua ederdi ki sonuna doğru gözyaşlarıyla kaplanırdı yüzü. Annemi sadece dindar bir insan olarak nitelersem yanlış yapmış olurum. Yenilikleri de severdi. Tablet kullanmayı da öğrendi, internetten aradıklarını bulmayı da. İnternetten öğrendiklerini anlatmayı da bilgilerini paylaşmayı da çok severdi. Kitap okurdu. Özellikle de dini kitapları. Yaşar Nuri’nin kitaplarından çok bilgi edindiğini söylerdi hep. Hayattan hiç kopmadı. Yaşamak, onun için Allah’a ibadet etmesi için verilmiş bir hediyeydi sanki.
Annesi ve babasını erken kaybetmesi nedeniyle, ilkokul sonrası okuyamamış ama eminim okuyabilseydi, bir meslek sahibi de olurdu. O yaşına rağmen, mükemmel bir zekaya sahipti. Pırıl pırıl…
Son günleri acılı da geçse, ben ilk defa, annemin içindeki inanılmaz mücadele azmini o zaman fark ettim. “Nasılsın?” diye sorduğumda, her zaman “İyi olacağım…” diye cevap verdi. O kadar emindi ki iyileşebileceğinden. İyi olacaktı, yeniden eski günlerine dönecekti, yine ailenin Servet Anne’si olacaktı. Olmadı, olamadı…
Şimdi ondan bize kalan, sevgiyle kuşatılmış, güzel bir hayat oldu. Belki de insanların hep özlediği bir hayatı yaşamıştı. Çok sevmişti, insanları da, ülkesini de, ailesini de, eşini de… Çok sevilmişti de… Ailesi tarafından da, dostları tarafından da ve eşi tarafından da…
Son yolculuğuna uğurladığımız 17 Şubat günü, 4 Aralık’ta başlayan zor günleri bitmişti ve kendisini çok sevenler yine yanındaydılar. Artık sona gelmişti. Servet Hanım… Annem olduğundan övünç duyduğum, yılmaz savaşçı…
Gittiğin yerde, eminim babamla birlikte, huzurlu bir dinlenmedesin ve hala dudaklarında binlerce dua ile ellerin sevdiklerinin üzerinde gezinmekte…
Zormuş anlatmak… Belki bir gün daha uzun anlatabilirim seni anne, anılarla ve yaşadıklarımızla…
26.02.2023
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net