Babaannem

Bugün nereden aklıma geldi bilemiyorum babaannemi hatırladım. Burnumun direği sızladı. Onu andım, saygıyla ve sevgiyle. Sonra da dedim ki, biraz olsun anlatayım bu güzel kadını...İşte bu yazı da böyle doğdu.


Çocukken babaannemle çok vakit geçirirdim. Aydın bir insandı benim babaannem. Gününü her işini yapmaya ayırarak bölerek geçirirdi. Gazete okunurdu, eski yazarlardan Ulunay atlanmadan. Ulunay' a "Bakalım bizim moruk ne demiş? " der ve merakla satırlara dalardı. Gazetenin bulmacası küçücük 10'a 10 bir bulmaca, aynı gazete üzerinde hep kurşun kalemle çözülür, sonra da bir başkası daha çözebilsin diye silgi ile itinayla silinerek temizlenirdi. Şimdiki gibi gazetelerin eklerinde sayfa sayfa bilmeceleri görseydi ne derdi bilmem. Herhalde israf derdi. İsraf en korktuğu şeylerden biriydi. İsraf ve ifrata kaçmak....


Gündemi de takip ederdi her zaman. Önceleri büyük radyodan, daha sonraları transistörlü halamın ona aldığı radyodan ajans dinlenirdi. Henüz televizyonlar evlerimize girmemişti o yıllarda. Ajans bitince radyo itinayla kapatılır. Pili bitmesin diye olağanüstü özen gösterirdi. Sonraları televizyon evlerimize girdiğinde de akşam saat 8' deki ana haber bültenini dinlemek üzere salonda yerini alırdı. Başka bir program seyrettiğini hiç hatırlamıyorum. Haber bülteni biter bitmez yerinden kalkar ve sessizce kendi odasına geçerdi.


Daha ezan okunur okunmaz, "Namazı kocatmaya gelmez" diyerek hemen gider abdestini alır ve namazını kılardı. Namaz bittikten sonra, derslerim var benim derdi.


Dersi, her gün Kur' an' dan okuduğu dualar ve kafasında planladığı zamana yetiştirmek üzere hatim edebilmek için birbiri peşi sıra okunan sayfalar.


Dua bittikten sonra, ihtiyacı olanlar için model model çıkarttığı, hiç biri birbirine benzemeyen bebek hırkaları, çocuk hırkaları, yeleklerini örmeye başlardı. Bir tek parça yünü ziyan etmeden. Ben yün nasıl eğrilir onunla öğrendim. Çok eskiden kalma kirmen dediği bir yün eğirme aparatı vardı. Şimdilerde nerededir bilmiyorum. Bu ördüğü kazaklar, hırkalar, yeleklere hep ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. "Emek çok değerlidir kızım, bunu sakın unutma..." derdi. Beni 5 yaşımdayken, küçük şişlerle yanına oturtup örgü örmeyi öğreten de odur. Ben örgü örmeyi de, örgü örmekten zevk almayı da onunla öğrendim. Sonraları örgü örerken, hep zihnimde babaannemle geçen güzel anılarımı hatırlarım.



Kuzenlerim bize geldiklerinde oldukça kalabalık bir çocuk topluluğu olurduk. Babaannem hepimizi etrafına toplar ve bize oyun oynatırdı. En çok sevdiğimiz oyunda, aklından 10 kelime tutar, 3 kere tane tane bize okur sonra da bizden hatırladıklarımızı yazmamızı isterdi. Hepsini hatırlayanı alkışlardık hep beraber. Ödülümüz de bu kadar basitti işte. İsim şehir bitki hayvan diye başlayan bir nevi bilgi yarışması olan oyunu oynatırdı. Hep beraber ne kadar güzel vakit geçirirdik.


Babaannem klasik bir Türk ninesi değildi, dedim ya aydın bir kadındı. Dedem, yeni Türkçe yazı çıkar çıkmaz öğrenmesini sağlamış ve zamanında başkalarına da bu yazıyı öğretebilmek için öğretmenlik bile yapmış bir kadın...


Siyaset konuş, konuşabilirsin, dini konuları konuş, konuşabilirsin, genel hayat hakkında konuşabilirsin, ahlak hakkında konuş konuşabilirsin. Zamanına göre oldukça entelektüel bir kadın. Bilmediği bir konuyu sorduğunda, açık yüreklilikle ben bunu bilmiyorum cevap veremem diyebilen bir kadın... Bana, hala unutmadığım uzun upuzun şiirler ezberletirdi. Çocukken hiç takılmadan söylediğim ve aslında hala zihnimin bir köşesinde çiviyle çakılmış gibi duran dizeler....


Kıssadan hisse çıkarılabilecek hikayeler anlatırdı. Önce bizden ana fikrini söylememizi ister, sonra kendi yorumuyla anlatırdı. Her zaman söylediği sözlerden biri de, elinin dört parmağını herhangi bir yere dokundurarak insanın hayatı hiç bir zaman dört dörtlük olmaz, parmağının birini yukarı doğru kaldırarak, üç tanesi değse, biri değmeden kalır derdi. Yine her zaman söylediği sözlerden bir diğeri de, herkesin bir derdi vardır ve kimseninki kimseye benzemez derdi. Derdini anlatanı dinler ve mutlaka onu ferahlatarak gönderirdi.


Her konuya, her probleme uygun bir hikayesi bulunurdu. Problemleri kendi çözmez, senin farkına varmanı sağlardı. Çözümü o değil, problemi anlatan bulurdu. Bir koç gibi...Bilge bir insandı benim babaannem.


Onunla beraberken, dinlediğim okuduğum masallar hala hatırımdadır. Hala kar yağdığı zaman aklımda onun bize anlattığı gökyüzündeki Pamuk Ninenin yorganlarını silkelediği ve pamukların yeryüzüne doğru düştüğü anları hatırlarım. Her kar yağması masalsı bir anlam taşır benim için.


Ne kadar adil bir kadındı. Hak yemekten ödü patlayan, bizlere de en önemli olanın adalet duygumuzu yitirmemek olduğunu anlattığı, kimini de kendi aklından yaratıcılığını konuşturarak şimdinin "vaka çalışmalarına" çalıştırırdı bizi. Yatılı misafir geldiğinde, çocukları etrafına toplar ve her birimize bir iş verirdi. Sonuçları da denetlerdi. Baştan savma bir işi yapan olursa, tekrar yapması gerekirdi.


O, ailedeki saygın insanlardan biriydi. O, Fatma teyzeydi, sözü dinlenen, saygı duyulan, dedikodu nedir bilmeyen bir kadın...Hiç kimse için kötü konuşmazdı. Başına kötü bir olay geldiğinde söylediği şu sözü yaşım 40'lara geldiğinde anlayabildim. Bir kötü olayda, karşıdakinde kabahat bulmak yerime, "Nefsinde ara..." derdi hep. Yine kötü bir olay meydana geldiğine, "la rahati fiddünya" derdi. Yani, şu dünyada rahat yok. Şimdiki kişisel gelişimciler deyip duruyorlar ya, içine bak, işte o sözlerin daha bilgecesi bunlardı. Bir sözü daha vardı, sıkıntılı durumlarda kullandığı "Lâ ilâhe illâ ente sūbhâneke innî kūntū minazzâlimiyn'' .


Babamla ve diğer evlatlarıyla nasıl da seviyeli bir ilişkisi vardı, hiç laubali olmayan, işlerine karışmayan, onları kararlarında ve seçimlerinde yalnız bırakan. Her şeyiyle babamın dediklerini sorgulamadan kabul eden, yanlış bile olsa, gözünü kırpmadan o kararı destekleyen bir kadın. Bir büyükanne... Babamla aralarında 15 yaş vardı. Babamın en küçük kardeşiyle de arasındaki yaş farkı ise 17 yaştı. Oğluna saygılı, çocuklarına saygılı, ailesine, torunlarına bile saygılı...


Değişik, zamanının epeyce ilerisinde bir kadın... Hayatta her zaman istediklerini yapmayı denemiş, bana derdi ki, "Her boyaya girdim çıktım. Şunu anladım ki, yuvarlanan taş yosun tutmaz..."


Ben büyümeye başladıkça, siyasi hayatta değişmeye başlamıştı ülkede. Ecevit, İnönü' yü devirip de başa geçtiğinde ona da bir lakap bulmuştu hemen. Bu adam çok iyi bir "meydan hatibi" derdi. Babaanne neden böyle söylüyorsun dediğimizde de, "Yaşınız ilerledikçe sizde anlarsınız... " derdi bilge bir tavırla. Yine siyasette pek fazla değişimi sevmez, "Gelenin küpü boş, o daha yeni dolduracak, diğerlerinin küpü yarıya kadar dolmuştu.." derdi.


Artık büyüdüm, bende babaanne oldum, torunumla seninle benim aramdaki gibi bir ilişkiyi kurabilecek miyim bilmem... Keşke bildiklerimi bende senin bana aktardığın gibi bilgece ona aktarabilsem...


Babaannemin çocukken söylediği bir tekerlemeyi hatırladım şu anda:


Babaanne neden böyle saçın başın ağarmış?

Çünkü yavrum, ihtiyarım, ihtiyarlık karlı kış...


Ah babaanne, nereden aklıma düştün bilmiyorum, bir gün daha geniş bir yazıyla anlatsam keşke seni...


Işıklarda uyu, elin hep üzerimizde olsun...

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER