Ben, parktaki küçük bank

Ne güzel bir sabaha uyandım yine. Konuklarım birazdan birbiri ardına dökülürler. Her gün geliyorlar, biliyorum ama yine de merakla bekliyorum gelmelerini.


Benim yerim de çok görkemli hani. Yan tarafımda, solda, yamaca doğru asırlık çınar ağacı, beni ayrı onurlandırıyor. Hele tam arkamdaki salkım söğüt, buluşan tüm çiftlerin üzerine bir tül gibi dökülerek, onları yabancı gözlerden saklıyor. Bana sürekli oturmaya gelen dostlarım bellidir.


Sabahları yaşlı bir beyefendi gelir. Kolunun altındaki gazetesini çıkartır ve okumaya başlar. Termosunda çayı vardır ve elinde yarısını kuşlarla paylaştığı simiti. Bir saat kadar oturur benimle birlikte, gençliğinde çok yakışıklıymış, belli... Parmağında hala ince bir altın halka var. Eşini hiç göremedim, kim bilir belki de kaybetti eşini. Ah, keşke, eşiyle birlikte de gelebilselerdi. Kuş seslerini dinleyerek otururuz birlikte, gazetesini okuduktan sonra, itinayla katlar ve kolunun altına sıkıştırır, her gün içtiği piposunu yakar, ağır adımlarla yürüyerek evine doğru gider. Bugün, nedendir bilmiyorum, sürekli arkasına dönüp dönüp bana baktı. hüzün mü vardı gözlerinde ne? Hayırdır inşallah diye düşündüm.


Ben, onu üzülerek yolcu ederken, bebek arabasını iten genç, güzel bir kadın geldi. Bunlar her gün beni ziyaret edenlerden değiller. Yanında yaşlı bir kadın daha var. Annesiymiş. Beraber geldiler, yaşlı kadın “Biraz dinlenelim, yoruldum sanki…” dedi. Biraz diye oturdular, epeyce kaldılar. Artık kalkmaları lazım.


Kitaplarını okumak için her gün beni tercih eden iki genç var. Şimdi onlar gelecek. Burayı boş göremezlerse, somurtarak uzaklaşıyorlar. Hiç kıyamıyorum onlara. Her ikisinin elinde bir kitap, yan yana oturuyorlar. Elleri birleşiyor, hiç ses çıkarmadan, ben diyeyim bir saat, siz deyin daha fazla, sadece arada birbirlerine bakıyor ve gözlerinin derinlerinde birbirlerini okuduktan sonra, dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle, kitaplarına dönüyorlar. Bugün, farklı bir heyecan var bu çocuklarda, galiba, mezun olup olmadıkları belli olacaktı. Kız geçti, kesin de, acaba oğlan ne yaptı? Ya veremediyse sınavlarını, ah nasıl da üzülürler kim bilir. Neyse, yarın öğrenirim herhalde. Kalktılar, kız oğlana doğru sokuldu, oğlan elini kızın beline sardı sıkıca, hiç bırakmak istemezcesine, birbirlerine baktılar, ellerinde kitapları, gözleri birbirinden hiç ayrılmadan sessizce uzaklaştılar onlarda.


Biraz boş kalırım şimdi. Neredeyse öğlen olacak. Az sonra, büyük bir şirkette çalışan kız, elinde sağlıklı yaşama uygun yiyecekleriyle gelir. Nasıl da güzeldir, nasıl da güzel giyinir. Saçları hep derli toplu, tırnakları bakımlı, yüzünde belli belirsiz hafif bir makyaj, gözlerinde iri güneş gözlükleri. Hah, işte göründü karşıdan... O da ne? Bugün üzüntülü sanki. Elleri kolları dolu. Bir kutu var elinde. Sürekli gözlerini siliyor. Ağlıyor bu kız! Geldi, çökercesine oturdu üzerime. Ah ne yapsam ki, kollarım da yok ki sarayım onu. Cep telefonu çaldı. Bakalım, belki anlarım, ne olmuş olabilir acaba? Ay, kötü bir şey olmasın da… Bende bir sihir var, buna inanırım ben. Her gelen, mutlu olacak bir şeyler bulur da öyle gider buradan.


"Anne, beni işten çıkarttılar bugün. Nasıl da çalışmıştım. Haksızlık bu! Hem de büyük haksızlık. Çok çalışmıştım ben, gece gündüz demeden çalışmıştım. Sen biliyorsun. Şu bana reva görülen muameleye bak! Nerede miyim? Her öğlen geldiğim banktayım. Biraz nefes alayım da, eve geleceğim tabii. Hadi görüşürüz anne..."


Ah canım benim. İşten kovulmuş. Çok da başarılı gibiydi ya, kim bilir hangi torpilli geldi yerinden etti bu kızı. Ah, ah bilmez miyim ben, bu bank neler gördü neler... Çok ağladı, çok üzdü beni.


O da ne? Bu yakışıklı genç adam da nereden çıktı? Köpeğini dolaştırıyor galiba. Sihir yine ortaya çıktı galiba. Kızın ağladığını görünce yanına geldi. Cebinden kar gibi beyaz bir mendil çıkarıp uzattı. Alsana kızım alsana, bak sen de bekarsın, belki de bu adam senin kısmetindir. Çok yaşlı bir kadın vardı bana gelip giden eskiden, şimdilerde yok, hiç gelemiyor uzun süredir. Öldü mü hasta mı bilmem. o derdi ki “Her şerden bir hayır doğar.” İnanırım ben buna. Kim bilir, belki bu da öyledir. Adamı da gözüm tuttu. Züppe birine benzemiyor. Köpeğin adı da Tembel galiba. Geldi, kızın yanına, patilerini uzatıp ona bakıyor mahzun mahzun. Kız da onu sevdi, kafasını okşadı, gülümsedi bile. Ohhh yahu, nihayet. Gülünce güller açtı yüzünde. Adam bir baktı, bir daha baktı, sonra da "Bu parka sık sık gelir misiniz?" dedi. Kız, başını sallayarak, "Bugüne kadar, her öğlen gelirdim, bundan sonra bilmiyorum artık, belki..." diye cevap verdi. Adam, gözlerini kıstı, kıza dikkatle baktı ve "Gelmek için hala bir sebebiniz olacağını düşünüyorum. Bakın, Tembel sizi çok sevdi. En azından onu görmeye gelirsiniz..." dedi. Oooo, bir aşk doğuyor galiba, hadi hayırlısı, kız da utangaç utangaç gülümsediğine göre, bu iş oldu say... Adam ve kız ayrı ayrı yönlere gittiler yavaş yavaş, ama her ikisi de, bir an duraklayarak arkalarını döndüler ve baktılar. Bu kesin bir aşka dönüşür. Ben bilirim...


Ay çok heyecanlı, sihir mi desem, şans mı, işte böyle etkilerim ben insanları, yeter ki koca parkta gelsin ve beni seçsinler yeter… Yarın gelecekler bunlar, yarın olmasa da öteki gün, kesin… Hava bozacak mı acaba sert bir rüzgar çıktı. Nasıl da toz toza gidiyor her yer. İri iri damlalar dökülmeye başladı bile. Herkes kaçışıyor parktan, belli sağanak geliyor, benimde ihtiyar tahtalarımı ıslatacak yine. Yağmur, kısa sürdü ama, boran gibiydi. Toz toza yağdı, yağdı... Sonra da tam benim bulunduğum yerden görebileceğim şekilde bir gökkuşağı belirdi. Nasıl da güzel, pırıl pırıl. Şu gökkuşağı kaybolmadan gelseler de görseler diye heyecanlandım yeniden.


Yokuşun yukarısından, ellerinden tuttuğu iki şirin kız çocuğu ile bir yaşlı adam geliyordu. “Herhalde dedeleri olsa gerek…” diye düşündüm. İki küçük kız, ikisi de birbirine çok benziyordu. Saçları sarı ve lüle lüleydi... Pembe pantolonları, pembe tişortları ve spor pabuçları ile pek bir şıklardı. Kızlardan birisi gökkuşağını görür görmez;


"Dede, bu gökteki renkli kemer de ne?"


"Ona gökkuşağı derler yavrum. Gökkuşağının altından geçen kızlar erkek, erkekler kız çocuk olur."

"Sahi mi dede? Şimdi ben geçersem, erkek çocuk mu olacağım?"


"Evet canım."

"Hımmm, ama o zaman sen de değişirsin değil mi dede? Anneannem mi olacaksın sen de?"


Dede kahkahalar atarak okşadı küçük kızın elini. “Zamane çocukları ne de akıllı oluyorlar..” diye düşündü. Ben ıslak olduğum için oturamadan gittiler. Yavaş yavaş akşam serinliği çıkmaya başlamıştı.


Park tenhalaşıyordu, herkes evlerine gitmek için acele etmeye başlamıştı. Şimdi gelirdi benim sevgili dostum. Bir bütün gece yalnız bırakmazdı beni. İyi bir insandı o. Parktaki bütün kediler, geldiğini görür görmez etrafını sararlardı onun. Mırıl mırıl dolanırlardı etrafında. Kendi yemeği olmasa bile, kedilere verecek bir şeyleri her zaman olurdu. Elindeki gazetelere koyar kuru ekmekleri, yerlere dökülmesine hiç izin vermezdi. Kağıt toplayarak geçimini sağlıyordu belli, üstü başı da pejmurdedir çoğunlukla. Yanık bir sesi vardı, bazen bir türkü söylerdi ki, yüreğimi delik delik delerdi.


"Rüyamda gördüm mahımı, çekiyordu hep ahımı,

Bin cefa içinde bile yine güzeldi, güzeldi.

Onun sesi, onun dili, onun dişi, yürüyüşü

Bin can değerdi..."


Aşıktı bu adam, hem de nasıl aşık. kim bilir, nerelerde kaldı sevgilisi? Yanına gelen kağıt toplayıcılarla yiyeceğini de paylaşırdı her zaman. Hele ki, genç bir çocuk vardı, dal gibi zayıftı, kopacak kadar. Ona hep cebinde sakladığı, sokaklardan bulduğu en güzel yiyecekleri verirdi. O zayıf genç, kara gözleriyle, kendisine bakıp gülümsediğinde, aklına kim gelirdi bilinmez, gözlerini yavaşça silerdi. Sabaha kadar beraber olurduk, banka uzanır uzanmaz yorgunluktan uyuyakalırdı. Sabaha kadar, onun nefes alış verişlerini dinlerdim. Arada bir sayıklardı, ne söylediğini anlamaya çalışırdım. Mırıldanırdı “Zehra, Zehram…” diye. Ben biliyorum, benim sihrim onu da etkileyecek sonunda ve kavuşacak sevdiğine. Zaten hep böyle olmadı mı? Kaç kişiye sihrimle ne iyilikler ettim ben…


Bu sabah da uyandım, yine güzel bir sabaha... Dostlarım gelecek, benimle vakit geçirecekler. Çok heyecanlıyım, çok. Her gün yeni bir gün benim için. O da ne? Parkta, pek çok işçi var. Ellerinde kazmalarla adamlar gelmiş. Neler oluyor demeye kalmadan, üç amele geldi yanıma. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Ayyy, kötü bir şeyler olacaktı, kesin, hissediyordum.


"Bu eski bank ta mı sökülecekmiş ustam?"


"Evet, yeni banklar yapmış belediye. Eskileri hep sökeceğiz yerlerinden. Ama burası boş kalacakmış . İpsiz sapsızlar mekan eylemiş burayı. Bank sayısı azaltılacakmış."


"Hadi o zaman, hemen bitirelim de yevmiyemizi alıp gidelim bari ustam."


“Yapmayın, etmeyin, çınarım var, salkım söğüdüm var, dostlarım var benim, her gün gelirler, beraber vakit geçiririz…” diye çığlıklar attımsa da, duyuramadım sesimi.


Hiç acımadan söktüler ayaklarımı tutan vidaları. Birden ağlamaya başladım. Ter süzülüyor sanki üzerimden. İşçilerden biri,


“Bu ağaç neden böyle birden terlemeye başladı?” diye sormaz mı?


“Ah, ben, bu güzel parktaki küçük bank, nasıl terlemeyeyim kötülük üstadı işçi?” dedim ama anlayan kim?


Beni attılar bir kamyonetin üzerine, sessiz çığlıklarımla, giderken ağlaya ağlaya,


“İyi bakın arkadaşlarıma sevgili çınarımın yaprakları, sevgili salkım söğütümün narin dalları, bir daha göremeyeceğim parkın sessiz sakinleri, onlara deyin ki, o sizleri bırakıp gitmedi. Onun, sihirli bir kütük olduğunu, herkese şans dağıttığını bilmeyen, sadece bir kalas işte deyip geçen, nüfus sayımında adamdan sayılan bir kötü insan söktürdü yerinden...”


Son sözleri bu oldu. İşçiler gittiler ve park, bir daha eski güzel günlerine geri dönemedi…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER