Sıradan bir gündü. Çok sıradan. Her günkü gibi. Bütün şehir yaklaşmakta olan yaz mevsimini bekliyordu. Sabahın erken saatleriydi. Gördüğü rüyanın da etkisiyle olsa gerek, birdenbire uyanmış, eşi ve çocukları henüz uyurken, elini yüzünü yıkayıp, kahvaltı bile etmeden, işine gitmek üzere yola çıkmıştı. Mahallede kendi ayak seslerinden başka çıt çıkmıyordu. Havada belli belirsiz bir ıtır kokusu ve gökyüzünde fırıl fırıl dolaşan kuşlar ona eşlik ediyordu.
Kalabalıkların koşturup durduğu, herkesin bir yerlere yetişmeye çalıştığı metro istasyonu her zamanki gibiydi. O gün ne işleri olduğunu hatırlamak için zihnini zorladı. Planlama yapmak ve çabucak tamamlamak istiyordu. Nedense bugün uykudan uyandığından beri başına bir ağrı peydah olmuştu. Belki de geçmişle ilgili gördüğü rüyaydı sebebi. Çok yıllar öncesinde, ilk gençlik yıllarında görmüştü kendini. Deniz kenarındaydılar, elini tuttuğu sevgilisiyle beraber. Ah o güzel kız, kumral saçlarını savurarak ve kahverengi gözlerinde büyük bir aşkla kendisine bakarken, elini tutmak ve gözlerinin içinde kaybolmak ne büyük bir mutluluktu. Kaç yıldır seviyordu onu? Sanırım ilk gördüğü andan , taaa çocukluklarından beri. Onun kendisine “Umut, canım…” dediği anlarda kalbi eriyordu sanki. Ayşegül… Canı kadar sevdiği Ayşegül… Yıllar sonra nerden aklına düşmüştü de rüyasında görmüştü onu? Bu kadar severken nasıl ayrı düşmüşlerdi? Her ikisi de savrulup gitmişlerdi hayatın önünde. Umut şehirden ayrılıp, yurt dışına lisansüstü eğitimini tamamlamaya giderken söz vermişlerdi birbirlerini beklemeye. “En fazla iki yıl dışardayım…” demişti Umut. “En fazla iki yıl…” demişti Ayşegül. Ya sonra? O iki yıl uzayıp durmuştu ve Umut tam beş yıl gelememişti gittiği yerlerden. Ayşegül hep beklemişti. Hep. Haber beklemişti, gelişini beklemişti, onu beklemişti. Gelmemişti Umut, hiç aramamıştı da. Zaman zaman eğer evlenmiş olsalardı, hayatlarının nasıl olacağını düşünüyordu. Karısını da seviyordu, iyi bir insandı. Güzeldi, mükemmel bir anneydi ama o, onun Ayşegül’ü değildi. “Offf, nereden aklıma düştün be kızım? Nereden? Çok özlemişim, burnumun direği sızlıyor seni andıkça…” Metro tıkır tıkır yoluna devam ederken, Umut içinden söylenip duruyordu.
Nihayet o gün yapacağı işlerini tamamlamış ve işinden biraz erken çıkmaya karar vermişti. Başındaki geçmeyen ağrıyla kendini dışarı atmıştı. Eve gitmeden önce sahilde bir yürüyüş yapmak istemişti. Metro istasyonu yine kalabalıktı her saat olduğu gibi. Şişhane’den Hacıosman metrosuna bindi. Kapıya dayanıp öylece kalakaldı. Kafasında bin türlü düşünce dans ediyordu. Eli parmağındaki yüzüğe gitti istemsizce. Hayallerine gömülmüştü. Oysa, hayaller başka, gerçekler başkaydı.
Sıradan bir günün, sıradan akşam üstü saatleri… Okulların dağılma saatine rastlamıştı. Şen kahkahalarıyla ortalığı canlandıran gençler, yorgun yaşlılar, evlerine dönmeye çalışanlar… Kimseyle ilgilenmeden dalgın dalgın camdan dışarı bakıyordu Umut.
Hangi istasyona geldik acaba diye düşünürken, uzun kumral saçları ve yanağını süsleyen gamzesiyle, kapıdan içeri giren kadını gördüğünde Umut, çarpılmıştı birden. Oydu. Yıllardır görmediği ve dün gece rüyasında gördüğü Ayşegül’ü. Kadın da onu fark etmişti. Yıllar sonra, birdenbire. Kadının gözleri, ilk gençliğinin en berrak hatırasıydı. İkisinin de nefesi kısa süreliğine kesildi. Öylece birbirlerine baktılar. Bir durak boyunca. Sadece baktılar. Gözler konuşuyordu ama dudaklarından çıt bile çıkmıyordu. Her ikisi de birbirlerinin kalp atışlarını duyar gibiydiler. Hiçbir şey söylemediler. Kelimeler gereksizdi, belki de imkânsızdı. Göz göze geldiler. O bakışta, yıllar önceki gülüşler, ilk defa el ele tutuştukları gün, yağmur altında koştukları anlar ve bin türlü anıları canlandı.
İçlerinden konuşuyorlardı aslında; “Nasılsın? Mutlu musun? Ben… ben seni hiç unutamadım.”
Ayşegül ona “Neredeydin, neden hiç aramadın?” derken, Umut, başını hafifçe öne eğerek, mahcup bir tavırla öylece gözlerinin derinliklerine bakıyordu. O sırada metronun sarsıntısından genç kadın bir an düşecek gibi olunca, Umut onu tutmak için elini kaldırdı ve Ayşegül elini uzatarak durdurdu onu. Güzeldi. Allah’ım hem de ne güzeldi! Merakla baktı Umut, onun ellerine. Bir yüzük de onda vardı. “Evlendin mi?” diye sordu bakışlarıyla. Ayşegül “Ya sen? sen de evlenmişsin…” dedi gözleriyle. Çocukları var mıydı ki? Kim el sürmüştü sevdiğine, kimin çocuklarını taşımıştı? Şimdi ne yapıyordu? Seviyor muydu kocasını? Tüm bu sorular, peş peşe dökülüyordu gözlerinden ve her biri için Ayşegül’den cevap gecikmiyordu. “Sana ne?” dedikten sonra arkasından devam ediyordu cevaplamaya: “Evet, evlendim. Evet, iki çocuk sahibiyim. Evet, çalışıyorum. Evet, kocamı seviyorum. İyi de bunlardan sana ne be Umut?” der gibi bakıyordu. Gözler konuşuyordu yalnızca gözler. “Ah Ayşegül, ah benim biricik sevgilim…” derken genç adamın gözleri, Ayşegül “Biliyorum, artık hayatlarımız başka başka yollarda akıyor. Ama şu an… Şu birkaç dakika… Sanki hiç ayrılmamışız gibi yan yanayız. Yılların açığını sadece gözlerimizle kapatıyoruz.” diye cevap veriyordu.
Bir durak daha geçti.
Adamın kalbi giderek hızlanıyordu, kadının bakışlarında ise hem hasret hem de kabulleniş vardı. Metro vagonu daha da kalabalıklaşmıştı. Onlar içinse etrafta kimse yoktu. Kadın ineceği durağa gelmişti. Adamdan gözlerini tek bir an bile ayırmadan kapıya doğru yaklaştı. Kapılar açıldı ve dışarı çıktı. İstasyonda birkaç adım attıktan sonra, durdu ve baktı. Sanki dünya durmuş gibiydi. Gözleri son bir kez daha buluştu. Hafifçe gülümsedi, elini kaldırıp, salladı ve her ikisinin de aynı anda dudakları kıpırdadı ve belli belirsiz “Hoşça kal…” dediler birbirlerine.
Metronun kapıları kapandı, vagon ilerledi. Adam, içinin en derin yerinde bir boşlukla öylece kala kaldı. Kadın ise istasyonda birkaç adım attıktan sonra derin bir nefes aldı.
Ve ikisi de aynı anda, farklı yerlerde fısıldadı:
“Bitti. Elveda.”
Ve hayat, hiçbir şey olmamış gibi akmaya devam etti.
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net