Bir Kentsel Dönüşüm Hikayesi – III

Ben, Ali… Kıraçlar kasabasından Ali…


Anadolu’nun bir köşesindeki kasabamdan kalkıp yıllar öncesinde beraber büyüdüğümüz birkaç arkadaşımla birlikte bu büyük şehre, o taşı toprağı altın dedikleri İstanbul’a gelen binlerce işçiden biriyim. Memleketimde “Hacılar” derlerdi bize. Çok yıllar öncesinde dedelerimden biri hacca gitmiş. Gel zaman git zaman derken lakabımız ondan “Hacılar” kalmış bizim de. Kasabamdan geldim gelmesine de çok zor günler yaşadım bu yaban ellerde. Bildiğiniz gibi değil… Hasretlik bir yandan, bilinmezlerin ortasında kalmak bir yandan… Of ki ne of…


Birkaç arkadaşımla birlikte memleketimizden çıktıktan sonra, anamın uzaktan akrabası olan Osman Ağa’mın yanına geldik. Helal süt emmiş biriydi Osman Ağa... Öyle iyiliği dokundu ki bizlere. Onun sayesinde işe başladık, önceleri inşaatlarda, sonrasında bir fabrikada, hep aynı arkadaşlarımla birlikte yıllardır çalışa çalışa nihayet emekli olduğumuz günlere geldik. Zehra ile evlenmiştim çok yıllar önce. Zehra kim mi? Kim olacak? Kasabadaki yavuklum tabii ki… Şehirdeki binlerce hatta milyonlarca çalışan, kimse tarafından adı sanı bilinmeyen, sıradan insanlardan birisi o da. Her sabah erkenden kalkar, fabrikaya gider, çalışır çabalar sonrasında da yorgun argın eve dönerdik. Daha doğrusu hepimiz dönerdik. Köyden beraber yola çıktığımız arkadaşlarımla birlikte hepimiz aynı yerde oturuyorduk. Etrafına ağaçlar dikerek şenlendirdiğimiz, yaz geldi mi çoluk çocuk bahçesinde vakit geçirdiğimiz birer kondumuz vardı, hatta küçük bostanlarımız…


Ah ne kadar keyifle oturulurdu bizim bahçelerimizde bilseniz… Çocuklarımız beraber büyüdüler, kimi okudu yazdı, kimi yurt dışına gitti, kimi evlendi. Birçoğu büyüdüler ve artık ayrıldılar yanımızdan. Biz yaşlılarsa hala bir aradayız. Bir bayram olur, kadınlarımız imece usulü tatlılarını, böreklerini yaparlar. Evlerdeki her bir şey yunur yıkanır, günlerce o güzelim sabun kokusu çıkmaz yuvalarımızdan. Hiçbirimiz kopamadık yerimizden, sanki köyümüzü yaşıyor gibiyiz. Bir arada mutluyuz, huzurluyuz. Daha doğrusu huzurluyduk… Ta ki… Neyse, onu da birazdan anlatırım. Yine dönelim eski güzel günlerimize…


Eşlerimiz, analarımız, bütün kadınlarımız bayrama hazırlık yapmak için belleri kopana kadar uğraşırlar, yemekler, temizlikler falan derken, bayram gelir, camiye gidilir, bayram namazının ardından hep birlikte bayramlaşılır, yenir içilir. Bak! Aklıma düşünce bile nasıl da duygulandım…


Hayat yolunda, ağır aksak bu şekilde giderken birden sokaklarımızda birtakım adamlar peydah oldu. Her yeri ölçüyorlar, biçiyorlar. Ellerinde ölçüm cihazları. Önceleri hiçbir anlam veremedik. Kimdi bunlar, neyi ölçüyorlar, ne yapıyorlardı? Derken yavaş yavaş her birimizin kapıları çalınmaya başladı. Sadece kapıları çalıyorlar, ellerinde planlar bir şeyler anlatıyorlar. Alıcı gözle evlerimizi inceliyorlar. Bakıp çekip gidiyorlar. Rahatsız olmaya başladık. İstemiyorduk onların bölgemizde dolaşmasını. Mahallenin kahvesinde otururken, elinde bir gazete ile yine bizim köyden Rıfat geldi. Yüzünde bir gülümseme, bir neşe, bir telaş…


“Hayırdır Rıfat? Nedir seni bu kadar neşelendiren?”


“Sorma Ali Emmi, sorma, başımıza talih kuşu konmak üzere. Bak şu gazetede yazanlara…”


“Nedir Rıfat? Ne diyor şu gazete?”


“Bizim bölgeyi kentsel dönüşüme sokacaklarmış.”


“O da ne ki?”


Biz böyle konuşurken, kahvede bulunanlar yavaş yavaş etrafımızda kümelenmeye başladılar. Kiminin yüzünde endişeli bir ifade, kimi merakla dikmiş gözlerini.


“Rıfat, oku bakalım şu gazetede yazanları. Ne demiş ne söylemiş, hele bir anlayalım…”


“Bak Ali Emmi, diyor ki ‘İstanbul’un pek çok semtinde hummalı bir çalışma yapan belediyeler, kentsel dönüşüme girecek alanları tespit ederek, yavaş yavaş evlerin kapılarını çalmaya başlamışlar. En geç birkaç ay içinde şehrin her tarafında birden kentsel dönüşüm başlayacakmış.’ Gazetedeki haber şimdilik bu kadar…”


“Aman, deli oğlan, ben de bir şey olacak sandıydım. Bu haberler çıkar çıkmasına da anca ben ölünce falan gerçekleşir.”


“Yok emmi, benim arkadaşımın da böyle bir yeri vardı. O kadar çabuk ilerledi ki görsen şaşarsın, hemencecik hallettiler. Neredeyse yeni evlerine oturacaklarmış. Müteahhit söz vermiş, on sekiz ayda bitirmeye. Onların da üç ayları kalmış, yeni evlerine geçeceklermiş. Hem de kaç daire birden aldılar onlar. Şık, modern ve derli toplu oluyormuş. Elde ettikleri dairelerden de kim bilir ne kira alacaklardır…”


Yaşlıları bir düşüncedir aldı bu haberlerin üstüne. Ne yani, şimdi köylerinin yerine koydukları, kendilerince cennete çevirdikleri bu yerden her şeylerini, anılarını bırakıp öylece çıkacaklar mıydı? Kim isterdi evini bırakıp gitmek? Ali Emmi, suspus olmuş eli şakağında, gözleri uzaklara dalıp gitmişti. Yanına gelen köylüleri de ondan farklı değildi. Sadece gençler, çok sevinmişlerdi bu haberlere. Kendi aralarında konuşup şakalaşıyorlardı.


“Nihayet! Oh be, kurtulacağız bu mezbelelikten, modern apartmanlarda, kira derdi olmadan yaşar gideriz. Hem kira derdi olmazsa evlenmek de kolaylaşır.”


“Sadece kira değil ki oğlum, eşyası var, düğünü var, takısı var…”


“Aman, onların hepsi olur, olur… Hele bir evlerimiz yenilensin. Bak, bizim yavuklular da nasıl gelirler koşa koşa…”


Gençlerin hayalleri de bu yönde ilerleyip kuş olup uçuyordu. Ali Emmi anlamıştı ki büyük bir dönüşüm başlayacak ve kim ne yaparsa yapsın artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…


Aradan neredeyse bir ay kadar bir süre geçmiş ve bir daha kimse gelip de kapılarını çalmamış ve gazetelerde de kentsel dönüşüm haberleri giderek tavsamıştı ki bir sabah Ali Emmi sokağa çıktığında muhtarla beraber evleri dolaşan genç insanlar gördü. Herkesi mahallenin çocuklarının top oynadıkları sahaya çağırıyorlardı. Muhtar, Ali Emmi’yi hem sever hem de sayardı ve bilirdi ki onun sözü bütün mahallede saygındır ve hepsi onu dinlerler.


“Ali Emmi, bütün köylülerini komşularını toplayıp akşamüstü saat beşte top sahasına gelin olur mu? Beylerin bizlere diyecekleri varmış. Başımıza talih kuşu kondu. Hep beraber olalım, çabucak karar verelim. Olur mu?”


Ali Emmi, sessiz bir şekilde kafasını salladı. Korktuğu başına geliyordu anlaşılan. Hemen kahveye gidip bütün köylülerine ve komşularına haber verdi. Saat beş olmadan hepsi top sahasında yerlerini aldılar.


İnşaat şirketinin mimarları, mühendisleri ve yöneticileri, lacivert takım elbiseler içinde karşılarında onları bekliyorlardı. Önce yönetici kısa bir giriş yapıp konuşmayı mühendislere devretti. Genç mühendislerden biri gözleri ışıltılar saçarak anlattı da anlattı, neler yapılacağını, mahallenin nasıl değişeceğini, her birinin bu işten nasıl karlı çıkacaklarını, sonrasında nasıl rahat edeceklerini, hatta yüzme havuzlarını, basket sahalarını, çevrenin nasıl yeşillendirileceğini, parkları… Bölgenin adı bile belirlenmişti. Ellerinde planlar olduğunu, isteyenlerin inceleyebileceğini, hemen bir ön anlaşma

yapılabileceğini falan filan derken, dinleyenler sanki altın anahtarlar kendilerine sunulmuş gibi mutlu mutlu gülümsemeye başladılar. Sadece Ali Emmi, giderek asılan yüzüyle öylece, tunç gibi dimdik duruyordu.


“Mühendis Bey, biz önce mahalleli olarak kendi aramızda bir konuşalım, bakalım, karar verelim, sonra size haber verelim…” diye gürledi Ali Emmi.


Mühendis şaşkınlıkla “Ama…” diye söze başlamışken, inşaat şirketinin yöneticisi hemen önünden beri gelerek, “Tabii, tabii, sizler de düşünün, bu en doğal hakkınız. Biz iki gün sonra sizi tekrar ziyaret edelim, o zaman kararınızı öğrenelim. Ne dersiniz?” dedi.


Mahalleli, en önde Ali Emmi olmak üzere, biraz endişeli, biraz düşünceli ağır ağır alanı terk ederken, şirket yöneticisi muhtara dönerek:


“Kim bu adam? Sanırım bu bize pürüz çıkaracak.”


“O, Ali Emmi. Bu mahallenin kurucusu gibidir, herkes çok sever ve sayar. Onu razı edersek hiç korkma beyim…” dedi.


Ali Emmi, iki gün boyunca arpacı kumrusu gibi düşündü. Kahveye çıkıyor suspus, evinde suspus, önce evlatlarını aradı. Onlara anlattı durumu, sonra komşularla konuştu, herkes bu işin olmasına çok taraftar görünüyor, bir Ali Emmi istemiyordu. Mahalleli kendi arasında konuşurken:


“Bu Ali Emmi neden böyle yapıyor? Belki bir daha böyle bir fırsat çıkmaz karşımıza. Her birimiz kaç daire alacağız. Düzgün bir evimiz, kirada dairelerimiz ve pırıl pırıl bir mahallemiz olacak. Neden istemiyor ki? Ya işimize taş koyarsa Ali Emmi?” diye sızlanıyorlardı.


Kendi köylüleri, hatta karısı Zehra bile ona hak vermiyor, herkes bir an önce evini verip, yeni olanaklara kavuşmak istiyordu. Çocukları da mahalleli ile aynı kafadaydı.


Derken o iki günlük süre bitti ve mahalleli yeniden toplandı. Karşılarında şirketin adamları, her kafadan bir ses çıkıyordu. Şirket yöneticisi ellerini göğsünde kavuşturarak birkaç adım öne çıktı ve yüksek sesle:


“Beyler, kararınızı verdiniz mi? Nedir cevabınız?”


Kalabalık bir ağızdan konuşmaya başlayınca, muhtar eliyle hepsini susturdu ve sırayla cevap vermelerini istedi. Mahallelinin tamamı bu işin olmasını istiyordu. Son olarak sıra Ali Emmi’ye geldi. Şirketin yöneticisi ona dönerek:


“Son söz size kaldı Ali Emmi. Kararın nedir? Yapalım mı buraları?”


“Yok beyim, çok düşündüm, burası bizim köyümüz, yerimiz gibi. Biz buradan nasıl vaz geçeriz ki?”


Yönetici biraz da şaşkınlıkla;


“Bak bu olmadı Ali Emmi. Bir kişi bile istemese yapamayız. Senin de onayın gerekli. Bu işi sen kabul etmesen de eninde sonunda başlatırız ama ne olur, komşuların zarar görür, sen zarar görürsün. Biz bunu istemeyiz. Şimdilik senden bu cevabı almamış sayalım ve seni mahallendeki komşularına havale edelim. Belki onlar seni razı ederler. Bir hafta sonra, sözleşmelerle geliriz buraya ve eylül ayında da ilk kazmayı vururuz. Haydi hayırlısı…”


Mahalleli söylenerek ayrıldı alandan. Hepsi birdenbire Ali Emmi’ye düşman oluvermişti. Öyle ya, ellerindeki kısmeti kaçırtıyordu. Evler, kiralar her şey uçup gidiyordu. Neden? Yaşlı bir adamın inadı yüzünden. En iyisi Ali Emmi’nin karısını da kendi taraflarına çekmekti. Bir hafta boyunca, Ali Emmi’nin evini aşındırdı mahalleli. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği gelip onu razı etmeye çalıştılar. Bütün mahalleli ile başa çıkamayacağını anlayan Ali Emmi, köylülerinden birinin avukat oğluna akıl danışmaya gitti.


“Hoş geldin Ali Emmi…” diyerek ayakta karşıladı onu avukat Sedat. Önce biraz hasbihal ettikten sonra, derdini anlattı avukata. Avukat hiç ses etmeden tüm anlatılanları dinledi ve sonrasında:


“Bütün mahalle istiyor mu? Senden başka istemeyen var mı?”


“Yok oğlum, hepsi istiyorlar. Sadece ben… Bu nedenle hepsi bana neredeyse düşman oldular. Haklarını gasp ediyormuşum, öyle diyorlar.”


“Bak Ali Emmi, İstanbul’da böyle çok yerde kentsel dönüşüm başlatıldı, bazı yerlerde problemler de yaşandı ama eninde sonunda o direnenler de yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldılar. Komşuların gittikten sonra seni oraya bağlayan ne var ki? Çoluğun çocuğun gecede gündüzde zor gelir gider oralara. Belediye hizmetleri de aksar ve dımdızlak orada öylece bir tek sen kalakalırsın. Etrafındaki her yer yıkılınca serseri, it, kopuk da yerleşir. Bana sorarsan, sen de kabul et, bir an önce başlasın. Artık eski mahallelere yer yok bu şehirde. Senin geldiğin yıllardaki İstanbul değil burası. İstersen sözleşmeyi beraber de inceleriz, senin de hakların kaybolmasın.”


“Öyle mi diyorsun oğul? Yani eski mahallem gidiyor elimizden…”


“Eeee ne yapalım Ali Emmi. Devir değiştikçe bizler de değişeceğiz. Zaman hepimizi bir yandan eğitirken bir yandan da öğütüyor…”


“O zaman bu beyler tekrar geldiklerinde sen de yanımızda olur musun Sedat oğlum?”


“Elbette, sen gününü ve saatini bildir, hemen yanınızdayım.”


Birkaç gün sonra mahalleli, inşaat şirketinin adamları, muhtar bir araya geldiler. Sadece Ali Emmi yoktu aralarında. Hepsi birbirlerine bakındılar. Neredeydi ki bu adam? O sırada yoldan, onun yanında genç bir adamla geldiğini gördüler.


“Ali Emmi, kararını verdin mi?” diye seslendi yönetici.


“Evet beyim, yalnız birkaç şartım var. Öncelikle buradaki diktiğimiz ağaçları yok etmeyin. Sözleşmeleri de bizim için Avukat Sedat Oğlum da kontrol edecek. O şartla. O evet derse, ben de evet diyeceğim…”


“Tabii, tabii… Sana söz Ali Emmi, ağaçları hiçbir şey yapamazsak taşırız buradan. Sözleşmelere de sizin avukatınızla beraber bakarlar bizim avukat ve mühendisler…” diye cevap verdi yönetici.


Hem mahalleli hem de inşaat şirketi yöneticilerinin yüzlerinde derin bir ferahlama gözüküyordu. O günden bir ay kadar sonra, tüm anlaşmalar yapılmış ve evler yavaş yavaş boşaltılmaya başlanmıştı.



Herkes gitmişti en sona Ali Emmi ve üç beş komşusu kalmıştı. Onlar yine birbirlerine komşu olacak şekilde ev kiralamışlardı.

Ali Emmi, eşi Zehra ve diğer komşuları bunca yıldır evleri, köyleri belledikleri mahallelerine gözlerinden dökülmeyen, yüreklerine akıttıkları yaşlarla veda ettiler.


“Bakalım Zehra’m geri dönebilecek miyiz buralara bir daha, ha komşular döner miyiz dersiniz?” dedi Ali Emmi.


Komşular, başları önlerinde, boğazlarını tıkayan geçmiş günlerin anılarıyla cevap bile veremediler. Her birinin hayalinde buralara ilk geldikleri günler ve gençlikleri, umutları dans ediyordu.


Daha onları taşıyan kamyonlar sokağı dönmeden, atmaca gibi onların gidişlerini bekleyen iş makinaları çoktan mahalleye girmiş ve hummalı bir faaliyet başlamıştı bile…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER