İşler yavaş yavaş yoluna girmektedir. İstanbul, o taşına toprağına herkesin kurban olduğu İstanbul, dedeme de istediklerini vermeye başlamıştır. Genç, çalışmaktan korkmayan bir adam, oğlu kendisiyle beraber, ailesi yanında, daha ne ister ki? Çalışmaktadır, deli gibi çalışmakta…
İşler iyi gitmeye başladıkça, dedem de bir ev yaptırmayı ister ailesi için. Şu anda oturdukları evin yakınında, iki yanmış konaktan arta kalan kocaman arsayı alır ve bir ev yaptırır ailesi ve kendisi için.
Kocaman bir bahçesi olan, 6 odalı büyük bir ev. Bahçede 2 kuyusu, evin içinde yağmur suları ile dolan bir sarnıcı olan… Bahçe büyük, kocaman, çocukları, torunları oynayacak ne güzel hayalleri var kim bilir? Seviyor çalışmayı, ailesini, hayatı. Mutluydu herhalde, Allah kendisini pişman etmemişti, verdiği karar doğruydu. Doğruydu memleketini Kayseri’ yi bırakıp da İstanbul’ a gelmek.
Biraz huysuz ama, olsun, o kadar kusur olacak elbet. Kimse kusursuz değil ki… Güzel bir bahçe hayal ediyor evinde ve annem diyor ki, 1.5 metre derine inerek toprağı çapalattırıp, gübrelettirip, bir çok meyve ağacı dikiyor. Meyvelerini her ne kadar çok yiyemese de, daha sonra çocukları için yaptırdığı bu evde, çocuklar keyfini çıkaracaklardı.
Ah dedem, güzel dedem, ne arzularla nasıl da isteyerek yaptın o evi, o bahçeyi kim bilir. Ne isteklerin ne arzuların vardı, ne kadarını dolu dolu yaşayabildin o kısa hayatının…Bir sebze bahçesi yapmak istiyor ve bahçesine yaptıkları bu kadar da değil, iki büyük depo alıyor ve bahçenin bir tarafına yerleştiriyor onları. Bu depolar, kuyulardan birinin suları ile doluyor ve bahçedeki sebzeleri suluyor. Büyük bir sebze bahçesi yapıyor o güzelim gübrelenmiş topraklarda, öyle bir sebze alırdık ki diyor annem, sadece bizler değil, komşularımıza da verirdik toprağımızdan gelen sebzelerimizi.
Genç bir adam, Kayseri’ den gelmiş, neredeyse hiçbir şeysiz, Kısa sürede istediklerine kavuşmuş, ailesine, evine, işine. Daha ne ister ki bir insan değil mi ya? Ahhh, hayat ah hiç bir zaman böyle bırakmaz ki insanı. Babaannem hep derdi ki:
“Hayat bir saç ayağı gibidir. Hiç bir zaman üç ayağının üzerine basamazsın. Mutlaka birisi havada kalır.”
Bir yandan bu güzelim hayat böyle devam ederken ve çocuklar büyürken, hayatta ağlarını örmeye başlar. Sanki yeter bu kadar mutluluk der gibidir.
Anneannem hastadır kalbinden, üstüne o kadar doğum, ağır ev işleri çocukları…Yavaş yavaş kalbi zor günler yaşatmaya başlar ona da. Annem diyor ki;
“Kalbinden rahatsızlığı olmasına rağmen, börek, çörek hiç eksik olmazdı evimizden, bir çuval un gelir, bitmesi o kadar kısa sürerdi ki… Çok cömertti benim annem, evde pişenlerden mutlaka konu komşu da nasibini alırdı.”
Derken derken, hastalık ağırlaşmaya başlar ve anneannem, önce Bulgar hastanesine, sonra da Alman hastanesine yatırılır. Doktora sorar anneannem ne kadar ömrü kaldığını ve doktor da der ki:
“ Ne zaman ayakların şişmeye başlarsa, o zaman az vaktin kalmış demektir.”
Kardeşlerin en büyüğü Ali dayım’ ı Ali’lerini evlendirirler bu arada ve ilk torun zevkini tadarlar. Ahmet dayım dünyaya gelmiştir. Ali dayım da o büyük evde, hep beraber, karısı ve çocuğuyla o evde yaşamaktadır. Büyük kocaman bir ailedir Mustafa dedenin ailesi…
Günler birbiri ardına evrilmektedir ve yavaş yavaş havada ölüm kokusu belirmeye başlar. Anneannem yine hastanededir. O kadar susuzluk çekmektedir ki, yattığı yerde, Ali’sinden istediği sadece su olmaktadır ve dayım cebinde bir gece sabaha kadar su taşır kıymetli anacığına. O kadar yanmaktadır ki içi;
“Ali’m, bu kadar su getirdin bana ama, inan daha dudaklarım bile ıslanmadı.” der…
Hastanede yapılacak bir şey kalmamıştır, eve çıkartırlar hastayı. Bir hafta kadar sonra, ölüm pençesine alır anneannemizi ve geride, bir tanesi evli, altı çocuğunu döke saça öteki dünyaya göçer anneannemiz. Henüz 38 yaşındadır. Gencecik henüz, en küçük çocuğu olan teyzem, 4 yaşındadır. Mustafa dedemin gelin Hatice’si kara toprakların olmuştur. Bir yere kadar sahip olabilmiş ve sözünü geçirebilmiştir hayata. İşte bu kadardır, hayatın kara, korkunç ve soğuk yüzü ailelerine gelmiştir. Annem henüz 9 yaşındadır anacığından ayrıldığında. Mustafa dedem neler düşündü kim bilir, en küçük çocuğu henüz küçücük bir kız, nasıl avutabilecektir onları, ne yapacaktır?
Bir sonraki bölümde, bakalım dedemizi neler bekleyecek….
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net