Ben dedemi hiç tanımadım, aslında ne kadar da isterdim kendisini tanımayı. O erdemli, değişik bir bakış açısına sahip, dürüst insanla karşı karşıya konuşmayı.
Dedem, savaş yıllarında Karaköse’den kaçarak Erzurum’a gelmiş bir muhacir ve yine savaşın devam etmesi nedeniyle tekrar göç etmek zorunda kalmış, o kalabalık ailesi dağılmış, kendisi yaralanmış ve ağrılar sızılar içinde Kayseri’ ye gelebilmiş neredeyse öldü ölecek bir adam. Diplomasını yeniden kazanabilmek için, tekrar sınavlara girmiş ve öğretmen olduğunu yeniden ispatlamak zorunda kalmış bir genç.
Yıllarca yalnızlığı kendisine bir türkü gibi eşlik etmiş, heybetli, kocaman,yüreği geniş bir öğretmen.
Bayburt’ lu Zihni’ nin
“Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı …”
diye başlayan şiirinden bestelenen şarkıyı her dinlediğinde gözyaşlarına boğulan kapı gibi bir adam. Her dinlediğinde ağladığını ve memleketini kaybettiklerini hatırladıklarını bana anlatan babam da bu şarkıyı her dinlediğinde ağlardı. Ben de ağlıyorum. O sızıyı, dedemin hissettiklerini yüreğimin derinliklerinde,içimde duyarak.
Dedem bize altın, inci gibi bir miras bırakmadı. Peki, ne bıraktı derseniz, onurlu, şerefli bir ad, güzel, birbirine sımsıkı bağlı, prensip sahibi bir aile, kısaca kabilemi, her çocuğunun bileğine bir altın bilezik ve sevgi dolu yüreğini bıraktı.
Ah Mahmut Şevket ah, ne kadar değişik bir insanmışsın.
O devre göre öylesine yenilikçi ve öylesine aydın bir insansın ki, seni tanımak ve seninle sohbet edebilmek eminim ki benim çok hoşuma giderdi.
Seni yazabilmek isterdim dedem, seni anlatabilmek isterdim. Bakalım yapabilecek miyim? Diğer bölümlerde görüşmek üzere...
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net