Dedem ve Ben-10

Değerli dostlar yine birlikteyiz, yine dedemi, Mustafa dedemi tarihin derinliklerinden çıkartmaya ve tanımaya ve tanıtmaya çalışacağız.


Bakalım, bugün neler olacak?


Demiştik ya, geçen sefer, Artık onlar Kayseri’ de, Akçakaya’ da değiller, büyük ninemizin sayesinde mi desem ne desem, Talas’ talar artık. Hayat ne garip değil mi? Bir ilçeden diğerine taşınmaları dedemin ilerideki hayatını da etkileyecek sonuçlar doğuracak.


Neden mi? Hoca baba’ nın büyük kızı ile evlenecek. Yine o devrin adetlerine uyarak, kendinden epeyce küçük olan kızı alacak.


Anneannem, küçücük, tıpkı babaannem gibi o da 12-13 yaşlarında bir kocası oluyor ve 15 yaşında da ilk evladı, o çok sevdiği, oğlu Ali’si dünyaya geliyor. Ali dayım, ailemizin büyüğü, çok etkileyici bir adam, daha sonra hayat şartları onu kocaman bir ailenin başına geçmeye zorlayacak. Neredeyse, çocukluğunu gençliğini bilemeden o kadar ağır bir yükün altına girecek ki… Şikayet edecek mi? Hiç duymadım şikayet ettiğini, hayatını hemen yeni şartlara uydurarak, sanki tüm yaşadıkları doğal bir sonuçmuş gibi karşılayan bir büyük insan o…


Tekrar dedeme ve anneanneme dönersek, demiştik ya bir önceki bölümde, tam net bilememekle beraber dedem 7 veya 8 yıl askerlik yapmış, o zamanki Osmanlı topraklarında cepheden cepheye, eyaletten eyalete gitmiş bir adam. Keşke kendisini de tanıyabilseydim ve tüm bunları dedemin dizinin dibine oturarak, onun anlatımıyla onun ağzından dinleyebilseydim, ah ne güzel olurdu ancak, kendi evlatları bile ona doyamamışlar ki…


Önce sevgili eşi, arkadan da kendisi, çoluk çocuk küçücük yaştayken, döküp saçıp göç etmişken öbür dünyaya, bizim kendisini tanımamız bile olanak dışı…


O cephe cephe gezerken, bir yandan Kayseri de hayat devam etmekteymiş. Ağabeyi ve kendisi sanırım bir seferden döndükten sonra, İstanbul’ da beraberlerken, bu sefer de Çanakkale savaşına gönderilirler. Geride kim kalmış, ne olmuş hiç düşünmeden, emre itaat ederek iki kardeş doğru Çanakkale savaşına yollanmışlar. Siz bakmayın Çanakkale savaşı hakkında şimdilerde bazı kendini bilmez densizlerin yazdıklarına. O savaş, kaç kişinin ölümüne sebep olmuş ne yazık ki çok net bir bilgi yok. 250 000 genç insanın ölümüne sebep olmuş olduğu söyleniyor. İnternetten biraz araştırma yaptığımda, çok çelişkili rakamlara ulaştım. Şevket Süreyya Aydemir diyor ki, 251 000 civarında, harp dairesi de aşağı yukarı bu rakamları verirken, Osmanlı Tarihi uzmanı İsmail hakkı Danişmend diyor ki, 190 000 civarında. Diğer rakamlara da baktığımda, rakamların bazıları birbiriyle uyumlu iken, bir kısmı çok çelişkili. Her ne olursa olsun, Çanakkale savaşları tarihin en acımasız savaşlarından biri.


O devirde herkesin gözden kaçırdığı bir gerçek var, Osmanlı ordusu, düzenli bir orduydu. Halkının birlik olarak desteklediği ve muzaffer oması için elinden geleni yaptığı bir ordu. Halk, bir yandan ördüğü çorapları cepheye gönderirken, bir yandan da onlara yemeklerinden sonra yemeleri için içinde kuru meyvaların bulunduğu azık torbaları göndermekteymiş. Yeter ki, orduları muzaffer olsun, yeter ki Çanakkale’ de düşman durdurulsun, yeter ki, İstanbul yolu düşmana açılmasın.


Zor koşullarda savaşan ordumuz ve içinde savaşa katılan benim dedem ve dedemin sevgili ağabeyi. Bugün düşündüğümde, diyorum ki ben ne kadar güzel insanların torunu olarak dünyaya gelmişim, bir dedem doğuda savaşırken, diğeri Çanakkale’ de savaşıyor. Bu ülke insanlarının geçmişlerine bir baksanız ne destanlar çıkıyor, ne yılmaz savaşçılarımız, dedelerimiz ve ninelerimiz var. Bu ülke gerçekten kolay kurulmuyor yeniden, siz bakmayın şimdi o devirde kazanılanları çar çur eden zavallılara…


Savaşın patladığı, acımasızca devam ettiği o yıllara ait, ne yazık ki çok fazla bilgimiz yok. Biz bunları dedemden dinleme şansına erişebilseydik, sizlere anlatacak çok daha fazla anım olabilirdi. Neyse, şimdi yine dedem ve ağabeyine dönelim.


Sadece düşünüyorum, gözlerimi kapatıp düşünüyorum, neler çektiklerini, korkularını, geriye dönebilmek için kurdukları hayalleri, düşlerinde gördükleri ailelerini, barış günlerini… Yutkunuyorum sessizce ve onları daha iyi anlamaya başladığımı hissediyorum. Geriye dönmek mümkün olsaydı, ah onların o şehitlerin ve gazilerin yüreklerini kucaklayabilseydim. Dedelerimize sarılmak, sizleri anlıyorum ve bize bıraktığınız emanetiniz için üzülmeyin, onlar bizler tarafından sonsuza kadar korunacak, sizler de yüreklerimizdesiniz diyebilseydim…


Boğaza ilk geniş çaplı saldırı, şubat 1915 te başlamış ve en güçlü saldırı, 18 martta olmuş. Neden bu tarihler bu kadar önemli? Çünkü soğuk, zehir gibi soğuk. Bugünkü lüks yaşantılarımız içinde, hissedemeyeceğimiz ve hayalimizde canlandıramayacağımız kadar soğuk…


Düşündükçe ruhum üşüyor sanki, onların üşümelerine engel olabilseydik, gençler onlar, eğlenecek, gülecek yaştalar henüz. Oysa, ne yapıyorlar? Emperyal güçlerin saldırılarında incecik bedenlerini siper ediyorlar. Neden? Bizler için.


Ah dedelerim, güzel dedelerim benim, sizleri şu satırları yazarken ruhumun derinliklerinde hissediyorum. Sizleri seviyorum, çok seviyorum… Bir yazımı sadece sizlere ayıracağım, her birinizin torunu olacağım, sizleri anlatacağım.


Devam edeceğiz… Sevgiyle kalın…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER