Geldik dedem ve serisi yazılarımızın 11. bölümüne, Çanakkale savaşındayız.
Dedem ve ağabeyi de orada, gök gürültüsünü andıran mitralyöz sesleri arasında savaşmaya devam ediyorlar. Bu korkunç savaş içinde ne yazık ki bir kurşunda dedemin ağabeyi Halil İbrahim dedeye isabet eder ve kardeşinin yanında oracıkta ruhunu teslim eder Halil İbrahim dede. Şehit düşmüştür, nice yaşıtları gibi, nice gençler gibi ve geride üç evladını yetim bırakarak… Geride kalan çocuklarını ne yazık ki çok zor günler bekleyecektir. Yıllar sonra, kuzenim Merih, aynı zamanda kendi büyük dedesi olan Halil İbrahim dedenin Çanakkale’ deki temsili mezarını bulup, resmini bizlerle paylaşmıştı. Tıpkı diğer şehitler gibi, onun da yani büyük dedelerimizden birinin mezarını görmek nasıl içimi sızlatmıştı…
Yanında kardeşinin şehit düştüğünü gören Mustafa dedem, çılgınca ayağa fırlayarak “ağam” diye bağırır. Tam o sırada, ağabeyinin üzerine kapanmak ve onu korumak isterken kendisi de dizlerinden vurulur. Acı ile kıvranarak kardeşinin üzerine düşer. Çok zor geçecektir ondan sonraki saatler. Şehit olan kardeşi için mi kendi için mi üzülsün bilememektedir. Mustafa dedemi bir el arabasına koyarlar ve el arabasını süren adam o kadar hoyratça davranmaktadır ve öylesine kötü sözler söylemektedir ki dedeme, acıları bin kat daha artmaktadır dedemin. Adamın söz ve davranışları o kadar canını yakar ki, son kalan kuvvetini toplayarak, adamı tuttuğu gibi savurur bir yana. Yanına gelen asker, ne olduğunu ve neden böyle davrandığını sorar dedeme ve arabacının dedeme söylediklerini duyunca, bir şey söyleyemez daha fazla.
Daha sonra herhalde diğer yaralılarla beraber İstanbul’ a getirilir. Selimiye kışlasında kalır bir müddet. O devirde, İstanbul’ un hanımefendileri gelip bakıyorlar askerlere ve harçlık veriyorlar.Sonrasını çok net bilemiyoruz. Ne kadar zamanda iyileşir ve tekrar memleketi Kayseri’ ye döner, buraları biraz tarihin sisleri arasında kalmış…
Dönmesine döner Kayseri’ ye de, iş yoktur eee, iş yoksa aş da yok…Artık bir gazidir kendisi. Daha sonraki Kurtuluş savaşında dedem yoktur. Herhalde gazi olması nedeniyle mi, yaşı biraz daha ilerlediği için mi bilemiyoruz. Ne yazık ki bazı bölümler sisler arasında kalmış ve yıllar sonra bu sisleri dağıtmak için çok çabaladım ama, tarih olduğu yerde duruyor ve ne yazık ki bilgilerimiz sınırlı.Kayseri’dedir artık, sırayla çocukları doğar, Kayseri’deyken, küçük bir bebekken kaybettikleri Besime teyzemiz ile beraber toplam 6 çocuğu bulunmaktadır. Geçinmek, o çocukların nafakasını sağlamak için gece gündüz çalışmaktadır.
Bakar ki, Kayseri’ de yaşamak zor o kadar çocukla, nafaka kısıtlı, o halde der, diğer ağabeyimin bulunduğu şehre, İstanbul’ a gitmeliyim. Orada iş var, güç var hiç olmazsa çocuklarımın yaşamını daha kolay sağlarım. Ağabeyine haber salar, der ki:“Ağa, orada iş var mı, burada çok sıkıntıdayım.”Ağabeyi neden öyle der bilinmez :“Hiç gelme kardaş, burada iş yok.”Böylece zaman akmaya devam eder ve bir gün dedem der ki, gitmeliyim İstanbul’ a ve görmeliyim oraları. İş varsa da getirmeliyim ailemi.Gidecek para da yok elde avuçta, çok eskiden bir tanıdıkları yaşlı bir teyze, kefen parası diye biriktirdiği parayı verir ona;“Git Mustafa’ m git, bir bak hele oralara, daha sonra eline para geçerse ödersin, ödeyemezsen de helal olsun.”Böylece, yanına büyük oğlu Ali’ sini alarak, İstanbul macerasına başlar.
O devre göre, ne büyük bir atılım. Mücadeleci bir kişiliği var, yılmayan ve risk alabilen… Dedem, malını mülkünü satıp savıp, İstanbul’ a geliyor. İstanbul’a gelir gelmez hana gelir atalarından kalan, sebzeyi yükleyenin geldiği hale sebzelerini boşaltıp, atını hana bağlayan, kendisi de geceleyen. birde bakar ki, handa işler gayet tıkırında, bir gayrimüslimi oturtmuş diğer büyük amca başına, hana gelen gelene… Bir müddet adamı gözledikten sonra, adamı işten çıkartarak, işin başına geçer. Adam durur mu, diğer kardeşine şikayete gider ama, yapacak bir şey yok. Babasının malı, elbette ki o işletecek. Ali dayımın büyük oğlu Ahmet dayıma o günlere ait bildiklerini sorduğumda, ne kadar çok çalıştıklarını anlatırken şu anekdotu ekledi:“ Daha sonraki yıllarda da, babam (Ali dayım) o kadar çok çalışırdı ki, biz bazen yüzünü bile göremezdik ve yanlarında çalışan Tanaş derdi ki, Ali bey’ in gömleklerini sıksan su damlardı.”
Artık gecesini gündüzüne katarak çalışma zamanıdır. Öylesine bir tempo ile çalışmaya başlar Ali’siyle beraber. O devirlerde çabucak gidip gelmek yok memleketine. Kayseri şimdi ne kadarlık yol ama o devirlerde, git git bitmeyen yollar var. Bir zaman sonra oğluna der ki:
“Ali’ m git getir ananı kardeşlerini. Haydi, artık zamanıdır.”
Ali dayım, memlekete döner, kardeşleri ve anası için alınmış yeni giysiler, ayakkabılar gibi yeni eşyalarla dolu bir çıkınla beraber… O giysilerle çekilmiş bir resmi görünce annem anlatmıştı bunları.
Toplar anasını kardeşlerini ve getirir İstanbul’ a. En küçük teyzem İstanbul’ da doğmuş olduğuna göre, o doğmadan önce, 1920’ lerin sonlarında falan İstanbul’ a gelmiş olmalılar. Dedem İstanbul’ da dolu dolu çalışmalı hayatı az yaşayacaktır aslında. O devirde henüz gencecik bir delikanlı olan dayıma ne büyük bir sorumluluk yüklenmiş aslında, git evi barkı, ananı kardeşlerini al da gel denmiş. Ne kadar büyük bir sorumluluk, şimdiki gençlere böyle bir görev versen yapabilirler mi bilmem?
İş yerine yakın, Unkapanı’nda bir ev tutulur ve hayat İstanbul'da başlar…Artık ailemiz İstanbul’dadır. Şimdi biraz soluklanalım, bakalım bir sonraki bölümde dedemi neler bekleyecek?
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net