Mustafa dedem için zor yılların başlangıcıdır eşini kaybetmekle başlayan yıllar. O yılları anlamak, kavramak için o yıllarda, o şartlarda yaşamak lazım. Artık Hatice’si, hatunu yoktur hayatlarında, ardında büyük bir boşluk bırakarak gitmiştir.
Aylar sonra, anneannem komşulardan birinin rüyasına girer ve küçük oğlu Mehmet için;
“Ona bakamıyorlar, alacağım ben çocuğumu yanıma.” der.
Zordur o günler, evde çoluk çocuk, aş bekler, iş bekler, aylar birbiri ardına geçmektedir. Günlerden bir gün, artık yeniden evlenmeye karar verir Mustafa dedem. O devirde başka nasıl olsun ki?
Kendisine eş diye seçtiği, henüz 33 yaşında, bir kere evlenmiş ve evlendiği adam 3 ay sonra askere giden kocası bir daha geri gelmemiş bir kadın. Kız kardeşinin yanında yaşamakta ve besbelli ki, onun içinde hayat zor geçmiş, ne kız olmuş ne gelin derler ya, işte öyle… 5 çocuğun üzerine gelecek, kolay bir hayat değil. Alımlı, çalımlı ve güzel bir kadın. Dedem de o kadar genç değil. 50 yaşlarında falan olmalı. Ne yapsın, yine de kısmetim çıktı demiş ve varmış dedeme. Ne çocukları görmüş gözü ne de işleri. Gerçi dedem, Hatice anneannenin zamanından beri, çamaşıra ve ev işlerine kadın getirirmiş anneanneme yardım için ama yine de yük ağır tabii…
Evlenir ve büyük eve gelirler. Düzenli, tertipli ve temiz bir kadındır üvey anne, daha gelir gelmez, herkese bir iş verir ve görevlerini belirtir. Bu görevlerin yapılmasını da kendisi bizzat takip eder. Çocukları da benimsemiş, özellikle Mustafa, Servet ve Hikmet’i kendim doğurmuş gibi, kendi çocuklarım gibi seviyorum. Sanki onları ben doğurdum dermiş. Bu arada, Mehmet dayım hastalanır. Ağır bir hastalığa yakalanır. Menenjittir kendisi. Bugün bile çok büyük korkular yaşatan kötü bir hastalık. Öylesine baş ağrıları olurdu ki, inler bağırırdı diye anlatıyor annem.
Mehmet dayım, okumaya çok meraklı deli gibi, bir kağıt parçası bulsa, okumadan bırakmayan, hırslı ve çok zeki ateş parçası gibi bir oğlan. Annem der ki;
“Yaşasaydı çok büyük bir insan olurdu eminim.”
Bir ay kadar hasta yatar ve sonunda hayatını kaybeder. Anneannem, oğluma bakamıyorlar alacağım oğlumu demiştir ya bir komşunun rüyasında ve almıştır koynuna Mehmet’ini… Öldüğü gün karnesi gelir eve. Baştan aşağı pekiyilerle dolu olan karnesi. Ölüm o kadar kısa sürede tekrar kendini göstermiştir ki daha sonraları gelecek kötü günleri müjdeler gibidir. Mehmet’in kaybından sonra, günler günleri kovalamaya başlar hızla…
Zaman hızla geçip gitmekteyken, dedem, Ali’sini çocuğu ve eşiyle ayrı eve çıkartır. Büyük eve yakın bir evde oturmaktadır Ali ve ailesi. Büyük evde, annemlerin deyişiyle, analık’ larının düzeni devam etmektedir. Bu sırada büyük kızı Ayşe’si evlendirilir. Ayşe, İstanbul’da büyüyen Ayşe, Karaman’ a gelin gitmiştir. Görmediği işleri yapacaktır orada. Teyzem hep derdi ki, hayatımı anlatsam roman olur, kim bilir belki onu da yazarız…
Artık büyük evde dedemin ailesi, 4 çocuk ve kendileri olarak kalmıştır. Hayat bir ölçüde tekdüzedir, devam etmektedir, derken aile bir kez daha sarsılacaktır. dedem çok hastadır. Yüksek ateşi ve öksürüğü vardır. Dedem sigarayı çok sevmektedir ve içmektedir çok sayıda. Hatta, dedi annem;
“Sigarayı o kadar severek içerdi ki, ramazanda daha çorbadan bir kaşık alır almaz, hemen sigarasını yakardı.”
Herhalde o sigara merakı ve sevgisi de ciğerlerini mahvetti onun. Dedem çok hastadır, ciciannem, Ali dayımın (büyük dayımın) karısı, büyük kızını görsün babasını diye çağırmak ister dedem derki:
“Sakın haber verme, bakalım Ayşe’ yi gönderecekler mi?"
Onurludur, ölüm döşeğinde bile hiç kimseye taviz vermek istemez. Ciciannem, bakar ki dedem çok kötü durumdadır, Evine varır varmaz, hemen iki satır karalar teyzeme, babasının çok kötü olduğunu. Neyse ki dedem ölmeden yetişir teyzem, neredeyse son nefesinde…
Ciciannem ve annem, bir yere gittiklerinde bir çingene kadına rastlarlar, Kadın annemin elini alarak falına bakar ve der ki:
"Kızım sen öksüzsün, çok kısa sürede de yetim kalacaksın.”
Annem, o gün bugündür faldan nefret eder. Hiç sevmez, hiç baktırmaz. Hep o günleri hatırladığını söyler…O kadar hastadır ki dedem, hep Ali’sini sayıklar omuz omuza yürüdükleri oğlunu, pek çok şeyi beraber yaptıkları oğlunu, hayatı beraberce paylaştıkları oğlunu. Ali gelsin ve onu hastaneye götürsün ister. Dayım ise, o aralar, yedek askerlik yapmaktadır. Akşam gelir gelmez hemen babasını alıp hastaneye götürür. O kadar zayıflamıştır ki o koca adam, dayım kucağına alıp indirir onu. Hastanede derler ki, neden getirdiniz bu hastayı artık son demlerini yaşıyor. Derken, bir can gelir tekrar üzerine ve hastaneye kabul ederler. Dayım baş ucunda hiç ayrılmadan bekler babasını. Kim bilir neler düşündüler her ikisi de o gece?
Dedem, dolu dolu geçen hayatını, savaşı, askerlik yaptığı yılları, Kayseri’deki yılları, İstanbul’da dolu dolu geçen yılları ve gencecik yaşta hayata veda edişini, geride çakıldak gibi bırakacağı çocuklarını…
Ali dayım da belki o genç yaşta babasını kaybedince omuzlarına yüklenecek yükü… Hacer’iyle bu yükün üzerinden nasıl geleceklerini… Zor bir gece olmuştur. Her ikisi de dualarla ölmemesini istemiştir dedemin… Ama kader ağlarını örmüştür bir kez, ne yazık ki Mustafa dedem, gencecik yaşta, henüz 53 yaşında 1939 yılında geride, bakılmaya muhtaç 4 çocuk bırakarak , hayatın sahnesinden çekilir…
Dayım, üzerindeki büyük sorumluluğun bilinciyle, öncelikle dedemi defneder ve sonra üvey anneleriyle şu konuşmayı yapar:
“Abla, sende bizle kal, çocuklara ana ol, ben seni omuzumda, o omzum yorulursa, diğer omuzumda, o da yorulursa başımda taşırım.”
Ama kabul etmez, üvey anneleri ve evlendikten 3 yıl sonra, tekrar kardeşinin evine döner. Onunki de kırık dökük bir hikayedir yaşanmış…
Dayım tekrar baba evine taşınır iki çocuğu ve Hacer’iyle birlikte ve kardeşlerinin başına baba olacaktır. Sadece kardeşlerinin değil, bizim bütün ailemizin çok saygı duyulan, sevilen babası ve atası olacaktır.
Artık annemler için yeni bir hayat başlamıştır ağabeyleri ve yengeleriyle…Baba evinden çıkmadan, bozulmayan düzenleri devam edip gider. Kardeşlerin hepsi o evden baba evinden, büyür, evlenir ve ev bark sahibi olurlar. Bütün bunlar, kardeşlerini dağılmadan bir arada tutan Ali dayım ile ciciannem sayesinde olur.
Mustafa dedem ve Mahmut Şevket dedem, sizleri yeterince anlatabildim mi, yeni nesillere sizleri tanıtabildim mi bilmiyorum. Bu satırlarda herkesten topladığım doğruları yazmaya çalıştım ve bu satırları yazarken, ben de sanki sizleri yeniden tanımış oldum. O devirlere gittim, acıları ve mutlulukları sizlerle tekrar yaşadım.
Şimdi artık veda zamanı, sanki sizleri yeni kaybetmiş gibiyim. Bundan sonra ne olacak, satırlar beni nereye götürecek bilmiyorum. Belki sırada “Nazım’ ın Hikaye’ si” olur, kim bilir…Bir sayfayı burada kapatıyorum.
Hoşça kalın ailemin değerli büyükleri, güzel ve iyi insanlar, atalarımız, hoşça kalın…. Torununuz…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net