Dedem ve Ben-2

Siz değerli dostlara dedemi tanıtmaya başlamıştım. O, bir ilkokul öğretmeni, daha sonra ilk öğretim müfettişliği yapmış, alfabe değişince, latin harflerine geçince, ilk öğrenenlerden ve öğretenlerden biri olmuş cumhuriyetin güzel insanlarından.


O devirlerde o kadar çoklar ki, her yer eğitime, yeniliklere, ilerlemeye ve devrimlere susamış insanlarla dolu. Anadolu’ da da bu böyle, Trakya’ da da. Dedem, görevi icabı dolaşmış da Anadolu’ da, kendi el yazısı ile çizmiş olduğu Kayseri haritasını da sizlerle paylaşacağım. O kadar değerli ki benim için. Saklıyorum onu. Hem de gözüm gibi. Bir defteri var, henüz kimseye çevrilmesi için veremediğim, görev icabı gittiği yerlerden derlenmiş türküler ve şiirler ile dolu. Tarih var o defterin sayfalarında. Eski, sararmış yaprakları ve inci gibi dedemin el yazısıyla. Ne yazık ki, çok az bir kısmında Türkçe yazılar var. Çoğunluğu eski Türkçe ile yazılmış. Çok merak ediyorum içindekileri henüz okuyamasam da. Düşünsenize, dedemden bir armağan gibi o defter. İçindekileri anlayamadığım halde onun el yazısı ve sanki kokusuyla dolu.

DEDE11

Resimlerinden gördüğüm kadarıyla çok güzel elleri var ki, tüm çocuklarına da geçmiş o güzel eller. Çocuklarının, en başta da babamın elleri de çok güzeldi. Heybetli, geniş, kavrayıcı ve sıcak. Eminim, dedemin elini tutabilseydim aynı sözcükleri dedemin elleri içinde söylerdim.


Elinde bastonu ile gezen, sabah işine gidip, akşama yorgun argın evine dönen bir cumhuriyet çınarı o. O devirlerde, Kayseri’ de şehir erkanının toplantılarının yapıldığı şehir meclisindeki toplantı salonunun müdavimlerinden. Orada arkadaşlarıyla konuşup, dertleşmekten zevk alan bir yalnız adam.


Her ne kadar kendine bir aile kurmuş olursa olsun, inceden inceye kendi ailesini özleyen, kaybolmuş kardeşlerinin ve yıkılan baba ocağının hasretini çeken bir insan.


Çok gururlu, vakur duruşunun altında yumuşacık bir yüreği var onun. Çocuklarıyla kurduğu diyaloglardan ve babamın benimle zaman zaman paylaştıklarından anladığım bu.


Yalnızlık nedeniyle, bazen içindeki kötü duyguları unutmak için, ailesine duyduğu hasreti dindirmek için alıştığı kötü bir şey var. İçki içiyor. Yalnızlık kendisine eşlik ederken, içtiği içkide, ailesini görüyor eminim.


Kızlarından birine göçten sonra bir daha göremediği kız kardeşinin adını vermiş. Adını Aysel koymuş kızının. Hem kızı hem de kardeşi olarak sevmiş onu. En büyük çocuğunun adı, Nazım Cem’ de yer alan Nazım, yine erkek kardeşlerinden birinin adı. Yanlış bilmiyorsam, tam dokuz kardeşler. Sadece bir tek kız kardeşleri var.

Annesi boylu boslu güçlü bir kadın. O kadar çocuğu dünyaya getirmiş ve hepsine kendinden bir şeyler katmış bir kadın.

Dedem hep dermiş ki;


“Biz, Türk’ ün harman olduğu yerden gelmişiz…”


Öyle bir aşk var ki dedemin ailesinin geçmişinde dedemin babasının adı Mecnun, sevdiği kızın adı ise, Leyla. Tıpkı edebiyatımızda yer alan Leyla ve Mecnun gibi. Aileler diyorlar ki, biz bunları birbirine alıp vermeyelim, sonları Leyla ve Mecnun gibi olmasın ve Leyla’yı almıyorlar gelin olarak. Dedeme eş olarak Fatma babaanneyi alıyorlar. Fatma babaanne, 9 tane çocuk veriyor dedemin babasına ve bu 9 çocuktan kimi hastalıktan küçük yaşlarda, kimi de şehit olarak savaşlarda, geride İhsan amca ve dedem kalıyor. Hele Nazım amca, babamın ismin taşıdığı büyük amca, 20 günlük evliyken şehit düşen ve eşi bir daha evlenmeden 72 yaşına kadar yaşayıp, sonra vefat eden büyük yenge…

.

Acıklı bir hikaye var dedemin babası ile ve ailesi ile ilgili. Tıpkı pek çok insanın o göçe maruz kalmış tüm Anadolu’ nun halkı gibi.

Yazmaya devam edeceğim, dedemi sizlerde tanıyacaksınız onu ve o devrin güzel insanlarını….

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER