Dedem, seni anlatmaya başladım, başladım da, biraz ihmal ettim işlerden dolayı…Sen ve ben bu satırlarda galiba birbirimizi daha iyi tanıyacağız. Ben keşkelerimi sayarken yavaş yavaş, sen neler diyeceksin kim bilir?
Büyük halama sordum seni geçen gün ve o anlattı bana hatırında kalan seni. Dün de kuzenim Cem’ le sen bilirsin onu, amcamın küçük oğlu, senin torunlarından, yine seni andık ve anılarımızı tazeledik valla doğrusu ya, biraz da gözlerimizde yaşlarla andık seni. Şimdi o anılardan aldığım güçle sevgili Mahmut Şevket, seni anlatmaya devam edeceğim.
Dedem ve ailesi, benim bildiğim kadarıyla, düşmandan kaça kaça sonunda Erzurum’ a gelirler. Üçüncü göç yerleridir Erzurum. Tekrar düşman gelince, bir kez daha kaçmak istemez dedemin babası ve oğluna der ki;
“Haydi sen, anneni, Nazım’ın eşini de al ve doğru gelinin köyüne gidin. Ben burada kalacağım. Evimiz barkımız dağılacak. Ben yaşlı bir adamım. Kim bana ne yapacak ki? Ben buradayım, sonra olaylar durulunca yine geri dönersiniz…”
Dedem, istemeden razı olmak zorunda kalmış. İhsan amca, 18 yaşında okulu bitirince gönüllü asker olan bir süvariymiş, o da yanlarına katılarak dedemin annesi, şehit olan Nazım amcanın geride kalan eşi kağnıyla yola çıkmışlar. Bir kez daha evleri barkları ve bu sefer babalarını da geride kalarak. Neler hissettiler kim bilir, sağ olsaydı da o günleri onun kelimeleriyle ondan dinlemek mümkün olsaydı. Ah Anadolu’m ah, neler yaşandı asırlar boyu senin topraklarında kim bilir…
Kağnıyla yollarına devam ederlerken, İhsan Amca, birdenbire durmuş ve;
“Benim içime bir sıkıntı geldi. Geri dönüp babama bir bakacağım”
Kağnıyı bir kenara sağlam bir bölgeye bırakmış ve hızla eve gelmişler. Eve geldiklerinde, bir de bakmışlar ki, evlerinin sağ tarafında ve sol tarafında oturan komşuları ile bir Rus askeri dedemin babasına işkence ediyorlar. Rus askeri seyrediyor, iki komşusu da tüfekle vuruyor göğüs kafesine…İhsan amcayı, süvari olarak görünce, Türk askeri geldi diyerek kaçmışlar. İhsan amca, yaralı haldeki babasını atının terkisine koyarak kağnıya kadar getirmeyi başarabilmiş. Ağrılarından inleyen büyük dedeyi kağnıya yatırmışlar ve ellerinden geldiği kadar hızla gelinin köyüne varmışlar. O devirde, her yerde doktor, hastane bulmak ne mümkün. Köyde hemen bir kuzu kesmişler ve yaralarına et bağlamışlar acısını alsın diye… Büyük dede 13 gün sızıların, ağrıların içinde kıvranmış durmuş ve 13 günün sonunda vefat etmiş. Onun ölümünden sonra, artık bu acılara dayanamayan büyük nine de yaklaşık bir ay sonra hakkın rahmetine kavuşmuş.
Sadece büyük dedeye değil, çok küçükken kuşpalazı sonucunda kaybettiği kızına, kızamıktan ölen 2 küçük oğluna, 2 şehit oğluna da kavuşmuş.
Şimdi her şeyin çok kolay elde edildiğini söyleyecek kadar cahil olan zavallılar, bu topraklarda, her ailede böyle anılar var.
Halam dedi ki, babamın sağ elinin işaret parmağı bükük gibi dururdu. Kurşun yarası…
Dizinden yaralanmış dedem bir hastanede yatıyor ve üzerine zimmetli tüfeği en kıymetli hazinesi. Kış günü, soğuk ve karlı bir gün. Diyorlar ki;
“Gavur buraları bastı, kaçın…”
Dedem düşünüyor, kalıp pisi pisine düşman eliyle ölmektense, kaçmak daha doğru ama nasıl? Dizinden ameliyat olmuş, nasıl ağrısı var. Kaçmasa ölecek, kaçsa yollarda ölecek. Yürürken gözlerinden yaşlar dökülür ağrılardan, canının acısından. İki arkadaşı kollarına girer ve buz gibi soğukta, yollarda kalıp da donmasın diye onu yürütmeye çalışırlar. Yıllar sonra dedem bu olayı hatırlayarak amcama der ki;
“ Seçtiğin arkadaşına çok dikkat et oğlum, arkadaşlarım olmasaydı, ben bugün burada olamazdım.”
Artık yürüyemiyor, neredeyse donacak soğuktan, köylüler görüyorlar onu, umutların tükendiği yerde, alıp götürüyorlar köylerine. Evlerinde yarım daire gibi bir alanda bir ocak yanıyor. Donmakta olan birini çok fazla sıcağa yaklaştırmadan oraya yatırıyorlar. Üç gün sesi soluğu çıkmadan yatıyor orada dedem. Neredeyse öldü ölecek günlerden sonra, yavaş yavaş kendine gelmiş. Kaç gün boyunca sadece balla süt içirmişler ona ve 10 gün kadar misafir kalmış köylülerin evinde.. Biraz kendini toparladıktan sonra, göç edenlerle birlikte, Kırşehir’ e gelmiş dedemde. Tüfek, üzerine zimmetli ya, hiç elinden bırakılmadan. Kırşehir’de bir kaç gün dinlendikten sonra, bir okula gidip diyor ki;
“Ben, bir öğretmenim ama Ruslar geldi yaktılar bütün bilgi ve belgelerimi. Ne yapmalıyım? ”
Zaten Arapça ve Farsça biliyor. Bilgili de. Bir dizi imtihana girmesini istiyorlar ve bakıyorlar ki gerçekten çok bilgili, sınavları veriyor ve diplomasını alıyor. Tayin olarak Kayseri’ye geliyor…
Kayseri, onun için yeni bir hayatın başlangıcı…
Evet dostlar, size yine anlatacağım dedemi. Tanıyacağız hep birlikte o devrin insanlarını. O insanları tanımadan, geçmişimizi bilmeden nasıl bugünümüzü yaratabiliriz ki?
Yine görüşmek üzere….
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net