Doğu’nun Gözünden Satranç

Dün benim henüz altı yaşındaki torunum, yeni tanıştığı satranç oyununu bana anlatmaya başladı. Öyle keyifle öyle heyecanla anlatıyordu ki… Ben de onu zevkle dinledim. Konuşmamız aynen aşağıdaki gibi süregeldi:


“Babaanne sen satranç biliyor musun?”

“Evet, biliyorum.”

“Ben de yeni öğreniyorum.”

“Ne güzel kim öretiyor sana?”

“Annem.”

“Bravo canım. İyi öğren de birlikte de oynayalım olur mu?”

“Olur tabii. Dedem biliyor mu peki?”

“Evet, hem de o çok iyi bilir.”

“Senden de iyi mi?”

“Kesinlikle…”

“Sana taşları tanıtayım mı?” diyerek hiç kesintisiz anlatmaya başladı.

“Kaleler düz gidiyor. Fil çapraz gidiyor. Vezir var ya, o her yöne gidiyor. Sadece at gibi gidemiyor. Atlar değişik gidiyor. Atların yürüyüşü bile başka. Bir de piyonlar var, tam sekiz tane. Onlar da ancak ileri doğru gidiyorlar. Hepsi şahı koruyorlar biliyor musun? Şah sadece bir ileri bir geri düz veya çapraz gidiyor. Beceriksiz o. At gibi de değil, fil gibi de, kale gibi de, vezir gibi de…”

“Çok güzel, bak öğrenmişsin bütün taşların hareketini.”

“Ama ben anlamadım babaanne, hepsi şahı koruyor ama şah gidemiyor.”


O anda Doğu’nun dedikleri beynimde bir ışık yaktı. Bütün taşlar, aslında o hareket edemeyen şahı korumak içindi. Kocaman bir ordusu vardı şahın. Piyonları, atları, filleri, kaleleri ve tabii ki bir de veziri. Bir tek şahı korumak için kıyasıya savaşan kocaman bir ordu ve tüm bunlara rağmen, şah mat olduğunda hiçbir değeri kalmayan bir ordu…


Çocuğun sözüyle düşünmeye başladım. Neden bu kadar debdebe, tantana sadece şahı korumak için? Bütün kurallar, taşların hareketleri her şey şah için planlanmış. Doğu’nun deyimiyle “sadece bir ileri bir geri gidebilen” şah için… Yenildikleri zaman da, yendikleri zaman da aslında diğer taşların hiç birinin değeri yok. Önemli olan tek taş var. O da şah…


Hayatta böyle değil mi zaten? Her şey baştaki kimse onu korumak için. Tüm insanlar sadece tek kareye hamle yapabilen şah gibi olsalardı, belki de hayat çok daha kolay olurdu. Oysa şahın etrafında yer alan bütün taşlar hiç ses çıkarmadan sadece onu koruyup kollamaya çalışıyorlar. Şimdi de devlet başkanlarını, cumhurbaşkanlarını veya kralı korumak için etraflarında ne kadar çok insan görev alıyor. Tıpkı satranç oyunundaki şahı korur gibi.


Tarih boyunca değişen bir şey yok!


Bunları düşünürken, satranç nereden çıkmış ve bu kuralları kim koymuş diye merak ettim. Biraz araştırma yapınca da neredeyse günümüzden 4000 yıl kadar önce Mısır’da oynandığına dair bulgular olduğunu öğrendim. Oyun bugünkü adını, MS 3. veya 4. yüzyılda almış. İlk yazılı belgeler Hindistan’dan kalmaymış. Daha sonraları İran’a Araplar’a, Endülüs sayesinde de Avrupa’ya yayılmış. 1497 yılında İspanyol Lucena ilk basılı satranç kitabını yazmış ve o günden bugüne kurallar çok fazla değişmeden gelmiş ve 19. yüzyılda bugünkü son halini almış. İlk satranç turnuvaları 19. yüzyılın ortalarından beri yapılmaktaymış.


Bilgisayarların ortaya çıkışı ile birlikte, satrancın bilgisayarlara karşı oynanması ve satranç programları ortaya çıkmış. En çok hatırlanan oyun ise, Garri Kasparov ile Deep Blue adı verilen bilgisayar arasında oynanan maç olmuş.


Aslında oyunun pek çok stratejisi bulunmasına rağmen, oyunun amacı rakibin şahını mat etmek, yani, karşı tarafın taşlarını etkisiz hale getirmek ve şahı tehdit etmelerinin önüne geçmek olmuş. Esas olan, rakibin taşlarını almak ve onu güçsüz bırakmak… Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, satrançta alınan taş bir daha oyuna geri dönemiyor. Bir tek kural dışında… Eğer herhangi bir piyon, rakibin son karesine varabilirse, o zaman şahtan değersiz ve piyondan değerli bir taş ile yer değiştirebiliyor.


Mat etmek… Rakibiniz , sizi öyle bir tehdit eder ki şahın veya onu koruyan ordunun yapacak hiçbir hamlesi kalmazsa, oyun bitiyor. Ezici ve üzücü bir şekilde… Hatta bazı oyuncular, satranç tahtası üzerinde krala vurarak devirirlermiş. Bu vuruş, kralın haysiyetini ve dokunulmazlığını yok edermiş.


Satranç oyunu, ünlü açılışlar, geçmiş büyük oyunlar, durumlar gibi tarihsel olarak bir çok veri barındırıyor. Hatta Kasparov, “Galiba son insan şampiyon ben olacağım…” demiş.


Satranç oyununda yenmek, karşı tarafın yaptığı bir hatanın sonucunda gerçekleşiyor ve bu oyun, oyuncuların yetenek, azim, cesaret, inanç ve dayanıklılığı artırırken, kötümserlik, şaşkınlık, heyecan ve şaşkınlık gibi duygularının da kontrolünü sağlıyor. Tabii karşınızdaki rakibe nezaket göstermeyi de unutmamak gerekiyor.


Çetin Altan bir makalesinde, toplumlar tarih sahnesinde ağırlık kazanmaya başladıkları dönemde, satranç oyununda yıldızların parlamaya başladığını bizlere hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor, “Cumhuriyet devrimiyle birlikte Satrancın köylere kadar inmesine önem vererek, kitlelerde yaygın bir Satranç tiryakiliği yaratsaydık, Türkiye’nin bu günkü durumu, çok daha başka düzeylerde olurdu…” ve makalesinin sonunu, “Bir toplum Satranç dünyasında kendisinden söz ettirmeye başladığı zaman, aradığı güneşe merdivenini dayamış sayılır…” diyerek bitiriyor.


Benjamin Franklin, bir sözünde, “Satranç bir tür yaşam, yaşam bir tür satrançtır.” demiş.


Yaşamda esas olan mücadele etmek ve hiç vazgeçmemek olduğuna göre, satrançta bir mücadele yönetimi, yönetim becerisi, ileriki hamleleri sezme, hesaplama ve görme sanatı, krizi yönetebilme, hedefe kilitlenme, odaklanma ve sonuçta başarıya ulaşmayı sağlayacak yetileri bize kazandırıyor.


Tüm bu yazdıklarım bana yıllar öncesinde, babamla birlikte, dedemin el oyması olarak yaptığı ahşap satranç takımıyla oynadığımız, oyunu öğrettiği günleri hatırlattı.


Dedem iyi bir satranç oyuncusuymuş ve babamla amcama da bu oyunu hem öğretmiş, hem de sevdirmiş. Onlar da bize sevdirdiler… Ah o güzel günler, önceleri oyundan vezir, kale çıkarak bana karşı daha zayıf bir orduyla oynadığı, sonrasında benim de oyunu öğrenerek, tüm taşlar tahtada diziliyken bazen babamı yenebildiğim oyun…


Benim güzel torunum, Doğu’cum!


Neler de anımsattın bana…


İrdeleyen, sorgulayan ve meraklı ve zeki bir çocukla her türlü sohbet, sadece ona değil, biz büyüklere de çok şeyler öğretiyor. Umarım, ilerde hem iyi bir satranç oyuncusu ve stratejist olur, hem de merak ettiğin tüm sorularına cevap bulursun…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER