Gazeteyi ilk okumaya başladığımda sanırım ilkokuldaydım. O yıllardan itibaren de gazete hayatımda hep önemli bir yer işgal etti. Ne zamana kadar? Çok uzun yıllar diyebilirim. Öyleydi de. Peki ne olmuştu da ben ve gazete okumanın ve gazetecilik mesleği arasına bir soğukluk girmişti?
İnternetin gelişmesiyle mi bıraktım gazete almayı yoksa; her bir gazete patronu, önce tarafını sonra da yazarlarını o politikaya göre seçip gazetenin haberlerini ve yazılarını ona göre oluşturduğunda mı?
Yoksa gazete sahipleri televizyon dünyasına da girdiklerinde mi soğumaya başladım acaba ilk olarak? Bu kadar gazeteleri okumayı seven, gazeteci idolleri olan bana ne olmuştu böyle?
Yani aslında; ben “Basını” seviyordum galiba, “Basın ve Yayın” haline geldiğinde, pek zevk alamaz olmuştum.
İşyerine giderken mutlaka iki gazete alırdım. Hem de yıllarca sürdürdüm bu alışkanlığımı. Deli gibi, satır sütün atlamadan okurdum da. Yani neredeyse ölüm ilanlarına kadar. Sabahleyin gazeteye henüz hiç kimse el sürmeden, bayiden çıktığı gibi; hani derler ya “mürekkebi üstünde”, veya “mürekkebi kurumadan”, henüz matbaanın kokusunu taşıyan o gazeteyi okumak nasıl da zevk verirdi. Çok sıkı, hiçbir yazısını kaçırmadan takip ettiğim yazarlarım vardı benim. Ne dedikleri önemliydi, fikirlerine değer verirdim. Yazılarıyla etkilerlerdi beni. Okumak ve olan biten hakkında fikir sahibi olmak. Çok önemliydi çok… Şimdilerde öyle pek bir yazar göremiyorum. İlerleyen yıllarda garip değişim yaşandı gazete yazarlarında. Artık o güvendiğim yazarlar o kadar az sayıda kalmıştı ki… Onları okumak için alınan gazeteler de yok olmuştu artık.
İlkokul öğretmenim aşılamıştı bize gazete okumayı. Nasıl da tartışırdık okuduklarımızı. Sabah ilk dersimizin yirmi dakikası falan her birimizin elindeki farklı gazetelere göz gezdirmek ve baş yazarın günlük köşe yazısını okuyarak geçerdi. Okuduklarımızdan ne anlardık pek hatırlamıyorum ama müthiş bir alışkanlık kazandırmıştı bize. Gazete okumak!
Ben küçük bir çocukken bizim evimize her gün mutlaka bir gazete alınırdı. Akşamları, babam işten gelince erişebilirdik ama olsun, mutlaka bir gazetemiz vardı. Ailede herkes gazeteye göz gezdirirdi. Makaleleri okurdu, günlük haberleri okurdu. Güzel bir alışkanlıktı bu. Sonraları benim de evim olunca yine gazete alma ve okuma alışkanlığım devam etti.
Yıllar ilerledikçe sadece haftanın son gününe özel birden fazla gazete girmeye başlamıştı evlere. “Pazar Ekleri” falan. Ah o Pazar günleri, sabahın erken saatlerinde alınan gazeteler, bir yandan kahvaltı edilirken bir yandan kapışılarak okunan gazeteler… Güzel günlerdi. Olanaklarımız kısıtlıydı ama doğru habere, iyi yazarlar ulaşmak gibi bir şansımız vardı hala.
Gazeteci olmayı çok istemiştim. Benim için kutsal bir meslek gibiydi. Müthiş insanlardı gazeteciler. Cesur, doğru, dürüst ve erdemli. Şimdilerde pek çok değişti. Hala ister miydim? Pek sanmıyorum artık. Kimler kaldı derseniz bence artık bir avuç kadar kaldılar. Eceliyle veya yaşlanarak hayatını kaybedenler oldu, öldürülenler oldu, istenileni yapmayı reddettikleri için kovulan ve işsiz kalanlar oldu, hapse atılanlar oldu. Oralarda bu çekişmeler olurken, gazete patronları adına “basın” yerine “medya” dedikleri yayıncılığı da keşfettiler. Sadece o olsa… Gazeteler birdenbire kitap dağıtan, ansiklopedi dağıtan, çanak çömlek dağıtan bir yapıya evrildiler. “Ne oluyor?” demeye kalmadan televizyon falan gibi elektronik eşyaları da kupon karşılığı vermeye başladılar. Artık hepimizin evinde kalın kalın ansiklopediler, kitaplar, hepimizde bir örnek tabak çanaklar falan birikmeye başladı. Galiba o yıllar, gazete patronlarına çok para kazandırdı ama gazetecilik asıl kulvarından bir yerlere savruldu.
Tam anlamaya çalışırken de birdenbire dijital dünya karşımıza çıktı. Gazeteleri almak yerine artık bilgisayarlarımızdan erişmek gibi bir lükse kavuşmuştuk.
Bilgisayarlar, internet, laptoplar, tabletler ve en sonunda hepimizin vazgeçilmez aşkı akıllı cep telefonlarına kavuştuk. Eski alışkanlarından kopamayan insanlar şimdilik kaydıyla hala bayilerden gazetelerini ellerine alıp okumayı tercih ederken, büyük bir kısmı artık gazete alımını terk etti.
Büyük bir değişim yaşanıyordu, hala da yaşanıyor. Derken YouTube girdi hayatlarımıza, sadece o da değil pek çok yayın kanalıyla tanıştık. Hatta köşe yazılarını bile okumak yerine dinlemeye başladık.
Yeni bir döneme gelmiştik. “Okumak” yerine “Dinlemek”… Televizyon kanalları ve çalıştıkları basın kuruluşları tarafından işlerine son verilen ve belli bir kitlesi olan gazeteciler ve yayıncılar artık YouTube kanallarıyla karşımızdaydılar.
Gazeteler, eski yazarlar, sadece onlar da değil bütün basın emekçileri, koskoca bir sektör, “Dördüncü Güç” denilen basın acımasızca zamanın dişlileri arasında ezilmeye başladılar.
Bir zamanların o havalı gazetecileri ünlerini ve önemlerini kaybettiler. Adına “Duayen” dediğimiz isimler birer birer çekildiler sahneden. Yayın dünyasından da pek çok ünlü isim rüzgar gibi gelip geçtiler ve onlar da köşelerinde unutulmayı bekliyorlar. Her konuda fikri olan “Müthiş Gazeteciler, Müthiş Programcılar, Müthiş Üniversite Hocaları” şimdilik kaydıyla hayatlarına devam etseler de çok az zamanları kaldığının hepsi farkında.
Değişim hiç durmadan devam ediyor. Aslında kimse pek kabul etmeyi istemese de “Değişim” hep vardı, hep de var olacak. Önümüzdeki günler daha nasıl değişimlere gebe hiçbirimiz bilmiyoruz.
İnternet denilen büyülü kavram hepimizi önüne kattı ve büyük dalgalarla sürüklüyor. Biliyoruz, görüyoruz ama direnemiyoruz. Çünkü bir tuşla herkese ve her şeye ulaşmayı çok sevdik.
Gazeteler ilk kaybeden oldular. Sıra yayıncılarda. Sonrasında kitap sektöründe. Buzları kıra kıra ilerliyorlar. Sonrası mı?
Bekliyoruz…
Bir gazete okumak diye yola çıktık ve belki de son elli yılı şöyle bir gözden geçirdik. Dedim ya, bekliyoruz…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net