O kadar hızlı bir değişimin içindeyiz ki neler olacağını tahmin bile edemeden gerçeğiyle karşılaşıyoruz. İnsanlığın tarihine bakarsak çok kısa bir zaman diliminde var olmuşuz. Hangi keşif insanlığın tarihinde dev bir adım atmamızı sağladı? Ateşin bulunuşu mu, tekerleğin bulunuşu mu, yazının bulunuşu mu? Derin kapları yani toprak tencereleri yaparak insanlık sulu yemeğe geçiş yaptı. O devirde her buluş, muazzam kolaylıklar getirdi yaşamlarına.
Tarımla birlikte yerleşik düzene geçtiler, toprağın değerinin farkına vardılar. Sonrasında makine dönemi başladı yani sanayi devrimi. Sanayi devrimiyle topraktan uzaklaşıp artık fabrikaların çevresinde yerleşim yerlerine geçmeye başladılar. Ulaşımda en büyük reform buharlı makinelerin bulunuşundan sonra trenlerle karaları bir uçtan bir uca keşfettiler. Nakliye kolaylaştı, ulaşım kolaylaştı ve her istasyon giderek bir yerleşim yeri haline geldi. O devirleri de hızla tüketen insanlık artık bilgi çağına geçiş yaptı. Bilgi çağında muazzam bir ilerleme kaydettiler. Şimdilerde bilgi çağının içindeyiz ve belki de giderek çıkıyoruz artık. Yeni gelen çağ hangisi olacak? Bu devirdeki en önemli servet ne olabilir? Para mı? Değerli metaller mi? Yine eskisi gibi toprak mı? Yoksa fabrikalar mı? Ya geleceğin en büyük işçileri robotlara ne demeli?
Çok merak ediyorum ileriki yıllarda robotların hakları için direnen ve çaba sarf eden insanlar olacak mı? Robotların sendikaları, robotların asgari ücretleri olacak mı? Robotlar denilince, biraz durup düşünüyor insan. Acaba ileriki yıllarda biz mi robotları idare edeceğiz yoksa robotlar mı bizi? Robot konusunu şimdilik biraz daha sonra incelemeye alacağımızı belirtip, gelelim günümüze.
Sizce şu anda bizler için en değerli şey ne olabilir? Ben hiç düşünmeden cevap verebilirim. Verilerimiz… Hani her telefonda mekanik bir ses tarafından denilip duruluyor ya, kişisel verilerin korunma kanunu falan diye… İşte o. Neden diye soracak olursanız, bu verileri biz bile isteye karşımızdaki aç veri toplama şirketlerine yıllardır aktarıp duruyoruz.
Hatta sadece adımız, soyadımız, yaşımız, boyumuz, kilomuz, adresimiz, eğitim durumumuz gibi verilerimizi değil, genel olarak okumaktan hoşlandığımız kitaplardan tutun, izlemeyi sevdiğimiz filmlere kadar her konuda kendi hakkımızda bilgi vermeye bayılıyoruz. Sadece veri vermek değil, parmak izimizden retinamıza kadar, sağlık raporlarımıza kadar her türlü bizi tanımlayan veriyi yıllardır veri bankalarına doldurup durduk. Zorla değil, bile isteye, güle oynaya… Komik videoları birbirimize aktara aktara, internet sitelerinden alış veriş yapa yapa, ne eksiğimiz varsa onu araya araya…
Geçen gün evde eksik olan bir şeyin az sonra karşıma reklamları çıkmaya başlayınca, epeyce ürkmüştüm. Hatta ürkmek az bile kalır. Dehşete düşmüştüm. Nasıl biliyordu?
Tabii tüm bunlar bir yandan depolanırken, bir yandan sosyal medyamızda, kendi gönül rızamızla vermediğimiz bilgi kalmadı. Sonrasında da “Tüm bunları nasıl ele geçirdiler?” diye ver yansın edip durduk.
Bu yüzyılın en önemli konusu bence “verinin sahibinin kim olduğu” olacak. Verinin sahibi ben miyim? Devlet mi? Firmalar mı? Dijital ortamda bulunan veri toplayıcılar mı? Biz verileri üreten miyiz yoksa o verilerin kurbanı mıyız? Her şey verilere göre şekillendiğine göre, biz istesek te istemesek te o veriler bizim değiller artık.
Farkında mısınız bilmem ama verileri toplama, hatta kapma konusunda müthiş bir yarış var. 21. Yüzyıl için 21 Ders adlı Yuval Noah Harari’nin kitabında okumuştum. Diyordu ki;
“Esas işleri reklam satmak değil. İlgimizi çekerek kendileri için veri toplamak ki bu da reklamın hasılatından daha değerli. Yani biz onların müşterisi değil, mahsulüyüz.”
Sonsuz büyüklükteki bu verileri kimler ne amaçla nasıl saklayacak ve bunlardan nasıl yararlanacaklar? Şu an için gizemini korusa da çok yakın bir zamanda, ilginç sonuçlarla karşılaşacağımızdan eminim. Hele ki insanların genetik yapısına ait veriler, ırklara ait veriler, ülkelere ait veriler, ailelere ait veriler, hastalıklara ait veriler… Say sayabilirsen…
Yani kısaca, bizi bir ağın elemanı gibi görecekler ve o ağın dışına çıkmak tıpkı bilim kurgu filmlerde olduğu gibi neredeyse imkansız olacak.
Önümüzdeki yıllar, özellikle genç nesil için oldukça zor geçecek. Neyle uğraşacaklarını şaşıracaklar. Verilerini mi saklasınlar, robotlarla mı savaşsınlar, etraflarını saran ağlardan kurtulmaya mı çalışsınlar? Sadece bunlar da değil, dünyanın etrafını -sözde kolay erişilen internetle donatmak için- binlerce uyduyla çevrelemeye çalışan dev şirketlerden nasıl kurtulacaklar? Nasıl koruyacağız kendimizi? Kendimiz de yetmez, ülkemizi, insanlığı?
Biz bu zorlukları yenmeye çalışırken, bir yandan da iklim krizinin etkilerini görmeye başlayacağız. Yağmurlar, seller, kuraklaşan iklim, hortum, fırtına falan derken bilmediğimiz, hatta tahmin bile edemediğimiz problemler çıkacak karşımıza. İklim krizinin etkilerini azaltmak için de uğraş vermeliyiz. Bu da gelecekteki temel sorunlarımızdan biri olacak.
Bugün veriler üzerine odaklanarak, özellikle verilerimizi saklamak için henüz yolun başındayken bir şeyler yapmalıyız. Gökyüzü paylaşılırken, bizler de bu paylaşımda var olmalıyız. Veriler depolanırken bir yerlerde, bizler de bu depolarda yer almalıyız…
Dünya bir başka döneme doğru gidiyor. Çok geç olmadan, bir ucundan yakalamak gerek. Bilimi ihmal etmeden, hatta bilimle ve bilim insanlarıyla kol kola çalışmak gerektiğinin farkında mısınız?
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net