Gezegen Mahallesi

Yeni bir evren yılı daha girmek üzereydi. Bütün gezegenler heyecan içinde kutlama törenleri için bir yandan hazırlıklar yapıyor bir yandan da kendi aralarında söyleşiyorlardı. Samanyolu Galaksisinde bulunan tüm yıldızlar ve gezegenler bir evren yılı daha hep aynı şekilde birbirlerine çarpmadan dönüp durmaktan yorgun düşmüşlerdi. Ama tatlı bir yorgunluktu onlarınki. Dünyanın etrafında dönmekte olan Ay, küçücük olmasına bakmaksızın gururla konuşup duruyordu:


-Ben ne kadar akça pakça ve güzelim baksana, Dünya, senin üzerinde yaşayan tüm insanlar özellikle de dolunay günlerimde bana hayran oluyorlar. Ne aşklar yaşanıyor, ne şiirler yazılıyor benim için.


-Sen ne dersen de şekerim, istediğin kadar güzel, istediğin kadar şairane ol, neticede benim etrafımda dönüp duruyorsun. Bağımsız değilsin ki! Alt tarafı basit bir uydusun işte. Ne olacak! Ayrıca senin bende yarattığın Med Cezir olaylarından da bıktım, suların çekilmesi, sonra tekrar yükselmesi derken, denizlerimde ne kadar kum varsa, çok hırpalandıklarından şikayet edip duruyorlar.


-Ya Dünya, abuk subuk konuşma! Sanki sen bağımsızsın da… Dön dolaş bizim mahalleninağasıGüneş’ in etrafında dönüp duruyorsun. Ağamsın diyorsun, paşamsın diyorsun. Hem kendi etrafında dönüyorsun, hem de onun etrafında dönüyorsun. Biliyor musun, senin adını çıkartmışlar, geçen gün Evren Gazetesinde okudum. Kocaman manşet atmışlar. Hani şu sekiz sütuna manşet dediklerinden “Dünya çok dönek oldu.” diyorlardı.


-Sadece ben değilim ki dönüp duran; biz dokuz kişiyiz aslında hepimiz kendi yolumuzda dönüp duruyoruz Güneş’ in etrafında.


Oradan Uykucu Pluton söze karışmadan edemedi:


-Nerede dokuz? Nerede dokuz? Geçenlerde senin üzerinde yaşayan sözde bilim adamları bana artık “Sen gezegen değilsin,” dediler. Öyle bir alındım ki küsüp uzaklaşasım geldi yörüngemden. Neyse, dedim, hadi dedim, onlar cahil dedim, Güneş’te benim tarafımı tuttu Allahtan, sakin ol, bakma sen onlara dedi de şimdilik kaldım buralarda…


-Bazen ukalalık ederler bu üzerimde yaşayan yaratık cinsi. Onlara insan diyorlar ya, bir alımlı bir çalımlı davranıyorlar ki deme gitsin. Sanki bütün Evren’ i yaratan onlar. Güneş bile bazen çok kızıp, onlara bütün enerjisini bir gönderiveriyor. Çok sıkılıyorlar o gün. “Aman sıcak, aman sıcak,” bu seferde ne yapacaklarını bilemiyorlar. “İklim değişiklikleri bekliyor bizi…” diye bir feryat, bir feryat ki deme gitsin.


-Ay kardeş, bir de Minnoş Merkür’ le benim yerimde olsalar ne yaparlardı acaba? dedi Güzeller güzeli Venüs. Sabahtan akşama senin plajlarında döne döne yanan şaşkınlar var ya, biz beş beteri inan ki… Helak oluyoruz. Bir yandan dön dur ağamızın etrafında, bir yandan da sıcak her gün eziyor. Bu öyle bildiğin senin Mavi Dünya’ nda tanık olduğun sıcaklardan değil, korkunç... Uuuuu! Bir de benim yerimde olsalar, taaa Uykucu Pluton’a kadar kaçarlardı yemin ederim.


-Evet ya, bak ne güzel açıkladı kardeşim Güzel Venüs, dedi MinnoşnMerkür. Ben en küçüğüm diye genelde lafa karıştırmıyorsunuz beni. Sakin sakin dönüp duruyorum şuracıklarda.


-Biliyor musunuz Dünya’daki bütün insanlar beni hayranlıkla seyrediyorlar, dedi Güzeller Güzeli Venüs. Akşam olmaya başlayınca hemen Ay’ ın yanında yerimi alıyorum. Işıl ışıl, pırıl pırıl parlayarak aşıklara göz kırpıyorum. Beni öyle çok seviyorlar ki, senin üzerindeki güzel yaratıklara bile ‘Venüs’ diyorlar. Bazıları da bana ‘Çoban Yıldızı’ adını takmışlar. Ay biliyor musunuz, ben ne hikayelere, ne mitolojilere konu oldum. Saymakla bitmez. Kitaplar bile yazdılar benim için, ‘Erkekler Mars’ tan, Kadınlar Venüs’ten.’


Diğer gezegenler, kendi aralarında konuşup duran diğerlerine katılmak için yörüngelerinde biraz hareketlendiler ve etraflarına dizildiler. İçlerinde en büyükleri olan Obez Jüpiter şişine şişine konuşmaya katıldı:

-Durun bakalım! Aranızdaki en büyük benim, bana hiç saygı göstermiyorsunuz. Sabahtan beri vıdı vıdı konuşup kafamı şişirdiniz. Şöyle bir titreyin de kendinize gelin bakayım. Yeter artık!


-Benim de halkalarımı yabana atmayın lütfen! Adımı onlardan alıyorum zaten. ‘Halkalı Satürn’ diyorlar bana biliyorsunuz. Otuz civarında halkam var benim. Her biri ayrı bir güzellik veriyor bana. Hani İspanyol kadınlarının kat kat etekleri var ya onun gibi. Çok gösterişli ve görkemli yapıyor beni. Küçücük Venüs’ teki kasılmaya bak. Hıh! Bir de benim gibi olsaydı ne kasılırdı kim bilir.”


Dünya, kendini sohbete kaptırmış, bir yandan serinlemeye çalışırken, diğerlerini de yavaş yavaş sohbete dahil etmek isteyerek sağa sola laf atıyordu.


-Hu huuu Mars, şekerim, can dostum, en yakın arkadaşım, Kızıl fırtınam. Valla yakın arkadaşımsın diye demiyorum çok yakışıklısın gerçekten, bakan bir daha bakıyor sana inan ki… Deminden beri çok sessizsin. Hadi ama, biraz da senin sesini duyalım şekerim…


-Aman ne diyeyim ya, senden bana doğru her gün bir uzay aracı yolluyorlar. Neymiş, beni keşfedeceklermiş de, koloni kuracaklarmış da, sendeki bazı zenginleri buraya taşıyacaklarmış da, yeni anayasa yapacaklarmış da falan da filan. Anca saçmalıyorlar bu seninkiler Maviş. Benim huzurumu kaçırmak için neler neler yapıyorlar. Çok garipler valla.


-Ay evet ya! Bir tutturdular yok bende hayat bitecekmiş, o zaman ne yaparlarmış, zaten çok kalabalıkmış artık, e üremeyin o zaman karaböcekler gibi. Nerde bunlarda o zeka! Yok canım yok, ben ne dersem diyeyim hiç laf anlamıyorlar. Yeminle söylüyorum şirazesinden çıktı artık bunlar…


Tıslaya tıslaya sohbete katılmak üzere Ukala Uranüs yanlarına sokuldu:


-Her ne kadar Jüpiter kadar obez değilsem de, benim de çapım oldukça büyük, uydularım da fazla ama, beni çıplak gözle bakan fark edemiyor diye, sesim çıkmıyor pek şunun şurasında. Ben bu sistemin en sakin, en aklı başında gezegeniyim. Bir kasılma, bir şımarıklık var sizlerde. Neyinize güveniyorsanız. Valla, hepinizi Güneş’e bir şikayet ederim görürsünüz. Sizi bir fırlatıverir yörüngesinden uzayın derinliklerine doğru başka evrenlere yol alırsınız hepiniz.


-Aman, hadi oradan sen de! Senin demenle mi Güneş bizi kaldırıp atacakmış yörüngesinden? Pes yani! Hayret bir şey! Üzerimde yaşayan bu kadar insanla ben nereye giderim, bu kalabalıkla kimse istemez ki… Ne yaparım ben, ayyyy, düşünmesi bile korkunç yani!


-Valla bilmem şekerim, Güneş beni çok sever, zaten geçen gün de özel olarak sordu bana seni rahatsız eden, kızdıran var mı dedi, ne de olsa, bizim köyün ağası o. Ne derse, o oluyor biliyorsunuz. Kızdırmamalıyız onu.


-Sende az ispiyoncu değilsin kız Uranüs! Sana boşuna Ukala demiyoruz biz. Ayy ne kadar kötü yüreklisin sen. Kara vicdanlı ne olacak! Hepimizin rahatını bozacaksın, savrulup gideceğiz uzayın sarp ve dikenli yollarında, yaparsın valla hain, senden her şeyi beklerim ben. Sessiz durandan kork demişler değil mi? dedi Dünya.


Obez Jüpiter, öfkeyle ellerini beline koydu ve şöyle bir sallanarak göbeğini hoplata hoplata hepsini bir kenara doğru ittirdi ve konuşmaya katıldı:


-Haddini bileceksin bir kere, haddini! Sen kim oluyorsun da bizi Güneş’ e şikayet etmeye kalkıyorsun ki? Onun en büyük parçaları bende! Güneşten savrulan tüm parçalar bende hayat buldular. Siz hepiniz bir ben etmez ayol. Benim bile sesim çıkmıyor da, sana ne oluyor haspa?


Samanyolu’ nun derinliklerinden melodik bir ses yükseldi. Tanıdık olan bu sesi dinlemek için hepsi kulak kesildiler. Güneşi kıskandıran azameti ve bunun yanı sıra mütevazı kimliğiyle bilinen Asil Sirius’ tu onlara seslenen.


-Hey, Güneş’in yaramaz çocukları, korkmayın! O, sizi atarsa, hepiniz toplanıp bana gelebilirsiniz. Çok bol yer var burada. Ama ispiyoncuları istemem. Ukala Uranüs kalsın bakalım oralarda. Yalnızlığın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlasın biraz. Ağanın bütün kaprislerini de artık o çeker. Sizin Başkan’ da çekilmez olmuş bu aralar duyduğuma göre. Hababam manyetik fırtınalar falan filan. Bu ne şımarıklık yahu? Bir durduğu gibi duramıyor, hırçın bu hırçın, doğuşundan beri öyle zaten. Büyükanne Samanyolu onun ne kadar geçimsiz olduğunu her zaman söylerdi. Gelin şekerim, gelin! Ben çok müsaitim, hiç üzülmeyin. Kız,Maviş! Senin sekiz milyar insanını da sakın bir yere bırakma, getir bana. Diğer gezegenlerimde yaşayanlara arkadaşlık ederler. Hem seninkiler oldukça akıllılar Biraz da medeniyet öğretirler benim yabanilere...


-Ay Asil Sirius, çok yaşa sen e mi? Teee nerelerden duydun bizi valla helal olsun! Ne kadar iyi bir yıldızsın sen. Bir de sana Köpek Yıldızı diyorlarmış. Ay, senin neren köpek? Asilsin sen asil! Ha, unutmadan, senin oralarda evren nasıl, çok eş dost ahbap var mı oralarda? Ne dersin benim insanlarım oradakilerle anlaşabilirler mi? Hır gür çıkmaz değil mi?


-Olmaz mı? Biz çok kutlama yapıyoruz diğer yıldızlarla. Balolar, eğlenceler gırla gidiyor. Özellikle evren yıldönümlerinde bir eğlence, bir eğlence sormayın gitsin. Havai fişek patlamaları gibi kayan yıldızlar, düşen meteorlar, ohooo, bir sefer de buraya gelin de görün. Bir anda evren renkten renge giriveriyor. İnan düş gibi. Burayı bir görseniz var ya, bir daha geri gitmek istemezsiniz…


-Çok uzaktasın ama sen. Bizim Ağa’ da kendisinin iki katı büyüklüktesin diye seni çok kıskanıyor biliyorsun, Aslında sen, ondan daha güzelsin. Işıltıların, pırıltıların nerelerden fark ediliyor Duyar da kızarsa seninle konuşuyoruz diye, temelli başına kalırız haberin olsun. Değil mi arkadaşlarım? deyiverdi Kızıl Fırtına Mars.

Asil Sirius ışıltılarını etrafına saça saça gülümseyerek fısıltılı bir sesle dedikodunun dibine vurdu:


-Şu Büyükanne Samanyolu’da son zamanlarda bir alem oldu. Bir şişkinlik geldi ona. Kabına sığamıyor Genişle genişle nereye kadar yani? Dün gördüğüm yıldızları ertesi gün göremez oluyorum. İşin yoksa koş arkalarından seslen, bağır, duyurmak ne mümkün, başını alan gidiyor. Allahtan siz ve ben en yakınız da ilişkimiz kopmuyor yani.


Maviş, kıs kıs gülerek, gizemli bir tavırla önce duyan var mı diye şöyle bir etrafına baktı sonra kısık bir sesle:


-Büyükannenin derdinin ne olduğunu biliyorum ben.


-Neymiş ki? Neymiş ki? diye bütün gezegenler birbirlerine bakarak heyecanla bekleştiler.


-Geçen gün onu da “Evren Bilim Gazetesinde” küçücük bir haber olarak vermişlerdi. Büyük vermeye korkuyorlar tabii. Yoksa, Büyükanne bunu onların yanına bırakır mı hiç? Yörüngelerine bir hapsediverir. Öyle ulu orta konuşmak var mı? Şimdi soracaksınız, mühim haber neymiş diye, dur onu da anlatıvereyim hemen. Ama sakın benden duyduğunu söyleme evrende kimseye, adımı dedikoducuya çıkarırlar. Soran olursa nereden duydun diye, ‘Kaynağımı söylemem,’ deyiverirsin. Andromeda Galaksi’si var ya, işte bizim Büyükanne ile onun birbirlerine girmelerine ve galaksi savaşları çıkmasına çok az evren yılı kalmış. Off! Onlar bir çarpışacak olurlarsa… Var ya, yıldız üzerine yıldız kalmayacak evrende, dedi Dünya.


-Aman ona çok varmış daha, diye herkes rahat bir nefes aldı.


-Yok ya, öyle demeyin, evren yılı dediğin ne ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor. Baksana kaçıncı evren yılına geldik bile, galaksi savaşları çıkarsa, bizlerde yok olacağız desene Maviş?


-Dile kolay, gerçekten on dört buçuk milyar yıl geçmiş bile. Say say bitmez. Yok komşu galaksiler, yok paralel evrenler falan derken sıyıracağız kafayı. İyisi mi, biz bu Ağa’nın kaprislerine, nazlarına katlanalım. Zaten kaç evren yılımız kaldı ki şunun şurasında değil mi ama? dedi Maviş.


-Seninkiler mitolojiye çok düşkün biliyorsun. Bilge bir adam varmış sende yaşayan onun dediğine göre, sözde Marduk adında bir gezegen daha varmış. ‘On İkinci Gezegen’ de derlermiş ona. O da yaklaşık dört bin yılda bir görünür olurmuş. Ayol, öyle bir gezegen olsa biz görmez miydik onu? Yörüngesini görürdük en azından değil mi? Tekrar çarpacakmış da, yaratılış efsanesi de Marduk’un sana çarpmasıyla başlamış da falan da filan… Ayyy bak gördün mü? Ya gerçek çıkarsa bunlar. Hepimizin düzeni bozulacak yine. Offf ya, bu davetsiz misafirlerden çektiğimiz ne ki böyle? diye söze girdi Güzeller Güzeli Venüs.


-Sen onu bunu boş ver de, bu senin üzerindeki insanlar var ya, nükleer denemeler falan derken sadece senin değil, hepimizin sonunu getirecekler. Bir de meraklılar, ikide bir hop bir uzay gemisi gönderiveriyorlar. Bir tanesi var, neredeyse 40 yıldır yol alıp duruyor. Neymiş Halkalı Satürn’ ün halkalarını çekecekmiş, yok Obez Jüpiter’ in uydularına bakacakmış. Ay, ne meraklı bu senin üzerinde yaşayanlar! Böyle uzay gemilerini ata ata atmosferini mahvettiler. O masmavi, el değmemiş güzelliğini de bozdular. Mis gibi ozonun vardı. Onu da delik deşik ettiler. Bu yaratıklar gerçekten çok kötü. Samimi söylüyorum, hiç bende koloni falan kurmaya kalkmasınlar, almam onları. Zarar verirler bana da, istemiyorum onları. Bak kesin söylüyorum. Ne yap et, engel ol bana yerleşmelerine, dedi Kızıl Fırtına.


Venüs kendisine asıl güzelliğini veren vahşi bakışlı gözlerini süze süze söze karıştı:


-Biraz da aptal bu seninkiler, biliyor musun? Hani bir teleskop koymuşlardı yukarıya, adı da Hubble mı neydi, yörüngene yerleştirirken onun da aynasını ters mi ne taktılardı da yerleştirirken, herkese rezil ettiler seni. Ne dedikodu çıkmıştı o zamanlar Evren televizyonundaki ‘Uçan Yıldız’ magazin programlarının baş konusu sendin. Sabah akşam açınca televizyonu hep bu olay vardı. ‘Az sonra, az sonra…’ diye diye sakız ettilerdi. Aynayı düzelttikten sonra, bir de baktık ki, her gün ondan bilgi alıyorlar. Uzay resimleri, yeni nebulalar, cüce halini alan yıldızlar, süper novalar, kara delikler amanın, valla hiç saklı gizlimiz kalmadı bizim. “Big Brother” gibi dikizleyip duruyorlar bizi.


-Ay kara delik dedin de, birden tüylerim ürperiverdi. Uffff! Ne kadar soğuk onun yanı yöresi. Buz gibi desem, yalan söylemiş olmam inan ki. Çok da güçlü, karasevdaya tutulmuş aşık gibi çekiveriyor kendisine, ondan sonra bir de bakıyorsun ki çekim gücüne kapılıp gittiğin anda senden hiç bir iz kalmıyor bile... diye dertleniverdi Obez Jüpiter.


Maviş düşünceli düşünceli söze girdi:


-Aslında o kadar çok galaksi var ki, düşününce çok tuhaf oluyorum ben. Biz burada kıyıda köşede sessiz sakin yaşarken dışarda ne çok yıldızlar var değil mi kardeşçiklerim? Bende yaşayanlar evrende başka canlılarda var diyorlar, UFO’ lar geliyor diyorlar, yalnız değiliz diyorlar. Daha göremediğimiz yıldızları bırak, ne galaksiler var diyorlar… Ohooo, ne kadarı doğru bilemiyorum ama onlar buna inanıyorlar.


-Ben bazen kalıcı olarak pılımı pırtımı toplayıp Andromeda galaksisine göçmen olarak gitsem diye düşünüyorum. Zaten sizlerden çok uzaktayım. En dışta benim şimdi. Uykucu Pluton’da gücendi onu gezegenden saymıyoruz diye. Orada yörüngesinde öylece dönüp duruyor küskün küskün. Ama sizleri bırakma fikri hiç mi hiç hoşuma gitmiyor. Bir Ay’ın kaprisinden yola çıktık nerelere geldik baksana, dedi Soğuk Nevale Neptün.


Hırsla, her tarafından ateşler saça saça üzerlerine doğru yürüyen mahallenin ağası bir hışımla alevli dilini onlara doğru uzattı:


-Anca dedikodumu yapın siz. Ben, saçımı süpürge ettim sizler için. Her birinizde bir parçam var benim. Yeter ki üşümeyin bu evrenin soğuklarında diye, kaç evren yılıdır sürekli sıcak hava gönderiyorum sizlere. Benim de canım var ama, yetti artık bu şikayetleriniz. Siz zannediyorsunuz ki, benim hiçbir sıkıntım yok, derdim yok, ohhh ekmek elden su gölden yaşıyorum. Gerçekler öyle mi ya? Şu Büyükanne bana hiç de iyi davranmıyor. Neler neler yapıyorum yine de aramız çok düzelmiyor. Onun için varsa yoksa Asil Sirius. Bu kadar emek veriyorum, gözü hiç görmüyor beni. Eğer beni küstürürseniz, sizi Sirius bile kurtaramaz bilmiş olun. Biraz da bana kulak verin yahu, sorun bakalım bir, ne derdim varmış, ne istermişim… Çok şımardınız siz çok… Valla hizaya gelin, yörüngelerinizde çıtınız çıkmadan dönün durun işte. Paganlar gibi bana tapının da demiyorum ki yani. Sıcak benden geliyor zaten para pul da ödemiyorsunuz. Başka bir masrafınız da yok sizin. Bir vergi koyarım size, anlarsınız Hanya’yı da Konya’yı da… O kadar… Anladınız mı beni? Yetti artık! diye bağırdı Güneş.


Sonra da kaşlarını çattı, sarı ışıklarını topladı, kollarını kavuşturdu hepsini süzmeye başladı.


Gezegenler birbirlerine baktılar endişeyle, içten içe de hak verdiler mahallenin ağası Güneş’ e… Doğruydu söyledikleri, serbestçe dolaşabilecekleri evlerini vermişti, aydınlatmaları, ısınmaları da bedavaydı. Bu haylazların, bir bütün sene onları evlerinde tutmak için ne kadar manyetik güç kullandığından da haberleri bile yoktu. Gıkı çıkmadan çabalayıp duruyordu. Canı çıkıyordu canı. Tek bir istediği vardı, evlerinde otururken biraz da kendisinin etrafında dönsünlerdi. O kadar!


Önce Obez Jüpiter, en büyükleri olarak Güneş’ ten özür dilemeleri gerektiğini ve ona biraz daha saygı göstermeleri gerektiğini söyledi. Ne de olsa, hepsi onun çocukları gibiydiler. Zorlandığı kesindi. Koskoca Samanyolu’nda bir tek kendileri yoktu ki… Milyarlarca yıldız birbirleri ile çekişip, en büyük benim diyerek varlıklarını ispat etmenin peşindeydiler.


O sırada yeri göğü titreten bir ses duydular ve hepsi korkuyla birbirlerine baktılar. Bu sefer gök gürültüsünü andıran sesiyle konuşan Büyükanne Samanyolu’ydu:


-Yahu Güneş, kendine ağalığı yakıştıran Güneş! Sen ve çocukların ne kadar da şımarıksınız!Benden şikayet ettiğini duyunca, bir an inanamadım. Pes dedim yani! Sen ki, benim ilk göz ağrılarımdan birisin. Neredeyse benimle yaşıtsın. Hiç yakışıyor mu sana Sirius’u kıskanmak? Sen hiç gezegenlerin arasında ayrım yapıyor musun? Hayır, değil mi? Eeee, ben de sizleri birbirinizden hiçbir zaman ayırmam, ayıramam. Koca evrende, hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. Tüm yıldızları bir arada tutmak ve onları birbiriyle barışık yaşatmak ne kadar zor biliyor musun? Zaten birkaç evren yılı sonra ciddi bir kriz bekliyor hepimizi. Huysuz Andromeda geldi gelecek. Neredeyse çarpışacağız. Bu çarpışma sonrası, kim galip gelir, kim mağlup olur hiç bilmiyorum. Bu çarpışmaya hazırlık yapmak için kaç yıldır çalışıyorum ben.Kendime uygun kum torbaları aradım ama bulamadım. Birkaç Kara Delik’ le anlaştım. Onlar benim antrenörlüğümü yapıyorlar ve beni bu büyük savaşa hazırlıyorlar. Bundanmutlaka ama mutlaka ben galip çıkmalıyım! Sizlerin yardımı olmadan yapamam ki… Evrenler arası savaşta, artık en büyük ben olmalıyım, bana destek olun. Bu gereksiz tartışmaları bir kenara bırakmanın zamanı geldi. Yoksa, bu alemin daha büyükleribize ambargo koyacakmış. Haberi geldi bile. Hayret bir şey yani! Ben ne derdindeyim, siz ne derdinde…


Bir anda süklüm püklüm olan ve eski kabadayılığından bir eser kalmayan Güneş, gözlerini yerden kaldırmadan, utanarak, Büyükanne Samanyolu’na baktı. Titrek bir sesle;


“Özür dilerim, ama sende bunları hiç anlatmadın ki bizlere, tamam, söz veriyorum, savaşında hepimiz yanındayız. Değil mi çocuklar?”


Gezegenler hep bir ağızdan utana sıkıla “Evet, evet, ölene kadar, savaş bitene kadar seninleyiz sevgili Büyükanne” diye bağrıştılar.


O sırada Samanyolu yeni bir evren yılına girdi. Tüm yıldızlar, hepsi neşe içinde yörüngelerinde daha da bir keyifle dönmeye başladılar. Herkes birbiri ile kucaklaşmak istiyordu ama yörüngeleri buna engel oluyordu. “Mutlu Yıllar” diye birbirlerine bağıran neşeli gezegenler, birdenbire uzayı pırıl pırıl aydınlatan ve binlerce renge boyayan kayan yıldızlar, meteorlar ile daha da bir şenlendi. Bu sırada muhteşem bir yeni yıl müziğinin sesi hafif hafif duyulmaya başladı.


-Neyse, bugünlük bu kadar yeter. Artık hepimiz biraz sessizliğe gömülelim ve evrenin bizler için çalacağı şu güzel müziği hissedelim, dedi Maviş ve sessizce gözlerini kapatıp huşu içinde müziği dinlemek için hazırlandı.


-Müzik mi? Gerçekten mi? Ben hiç bir şey duymuyorum ama... diye mırıl mırıl sesler ortalığı kapladı. Kadife sesli radyo görevlisi bu yıl dünyadaki ünlü bir müzisyen tarafından yapılan muhteşem şarkıyı sessizce dinlemeye çağırıyordu herkesi.


-Sevgili evren sakinleri, şu dakikalarda geçen yılı geride bıraktık ve yeni bir yıla daha adım attık. Şimdi biraz sakin olup, kendinizi yörüngenize bırakmanın tam zamanı. Güzelim renklerdeki göktaşlarının etrafınızda salınmalarına izin verin, evrenin rüzgarları mırıl mırıl okşayıp geçsinler sizi, onlar tüy gibi dokunuşlarla size çarparlarken evrenin melodisini dinleyin. Bütün benliğinizi, Dünyadan bu eşsiz müzisyenin sizin için hazırladığı bu olağanüstü şarkıyı dinlemeye odaklayın... Hüzünle giderek yok olan yıldızları, onlarla birlikte kara deliklere yuvarlanan gezegenleri ve ıslık çalarak evrene gelişlerini kutlayan küçük yıldızları bir bir hayal edin... Belki bir daha duyamayacağınız bu sesler ve etrafındaki varlıkların sizi nasıl sarıp sarmaladığını hissedin. Bir yıl daha acısıyla tatlısıyla geçip gitti. Şimdi umutlanma zamanı. Daha yapacak çok işimiz, gerçekleştirilecek çok hayalimiz var. Mutlu olmak, sizin elinizde, tüm yıldızlar, yavaş yavaş salınmaya başlayın, hep bir ağızdan şarkıları söyleyin ve müziğin muhteşem nameleri her yanınızı kaplasın. Evrenin sunduklarını düşünün, o sonsuz olanakları…


Ses giderek yavaşlarken birden yatağında sıçrayarak uyandı Betül. Önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bir süre hiç kımıldamadan yatağının içinde sessizce yattı. Yavaş yavaş gördüğü düşü hatırlamaya başladı. Nasıl bir düştü bu? Açık pembeler, açık maviler kaplamıştı her yanını. Hayatında hiç olmadığı kadar mutlu hissetmişti kendini. Neşeyle gerindi yatağında, hızla ayağa fırlarken gözü baş ucunda duran çalar saatine ilişti. Bugün henüz zil bile çalmadan erkenden uyanmıştı. Yatağından kalkıp pencereye koştu, güzel bir gün etrafı selamlıyordu. Bir ıslık tutturdu. Hava her günkünden daha maviydi ve üzerinde pamuk yığınları gibi kabarık kabarık duran bulutlar vardı. Ay, henüz batmamıştı ve yanından Venüs göz kırpıyordu ona. Karşıda uzanan denizin üzerinden pırıl pırıl bir Güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Betül, etrafına göz gezdirdi neşeyle ve muzip bir ifadeyle,


"Merhaba Güneş, merhaba Ay, merhaba Venüs, merhaba Samanyolu..." diyerek, kahvesini yapmak ve yeni bir güne başlamak üzere mutfağa geçti.

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER