Sevgili halamın anısına, saygıyla…
O gün, o zor gün, ailemiz adına seni anlatma görevini bana vermişlerdi. Saatlerce düşündüm seni nasıl anlatabilirim, nereden başlayabilirim diye… Yazdım aklımın saklı gizli köşelerine, konuşmamın neredeyse tüm metnini tamamlamıştım. Soğuk bir kış günüydü, üniversitede yapılan törende, sesimi, duygularımı hatta kendimi kontrol etmeye çalışarak ve bütün hocalarımın, yani senin iş arkadaşlarının, dostlarının, öğrencilerinin ve ailenin huzurunda, seni anlatmak… Hazırdım…
***
Seni ilk hatırladığım günlerde, sanırım dört beş yaşlarında falandım, bahçeli, içinde meyve ağaçları, çiçek tarhları, kedileri olan evimizde, beraberce mutfaktaydık. Hem iyi bir insan olmakla ilgili kendi hikayelerini anlatıyordun, hem de kaşık çatalları kurulama göreviyle birlikte sorumluluk veriyordun bana. Yanyanayız ve dikkatle dinliyorum seni…
Okumayı yeni söktüğüm günlerde, neredeyse her akşam, bana getirdiğin hikaye kitapları ne kadar da yer tutmuşlar zihnimde. Soğuk algınlığından, ateş nöbet yatakta yatıyorken getirdiğin, “Kılkuyruk Fare” isimli hikayeyi defalarca okumuştum, sonra da okulda öğretmenim kurdele takmak için beni okuturken seçtiği hikaye kitabı “Kılkuyruk Fare” olmasın mı? Öyle bir okumuştum ki onu, öğretmenim de şaşırmıştı.
Yıllar geçiyordu, büyüyordum… Hayatta en çok istediğim şeylerden biri gitar çalmaktı. O enstrümanın alınması için adeta babama yalvarıyordum ama babam, biraz da derslerime engel olur korkusuyla aslında pek de istemiyordu. Sen devreye girmiştin, önce bana, derslerimi ihmal etmeyeceğime dair söz verdirmiştin sonra da babamı ikna etmiştin ve beraber gitmiş, gitarımı da bana sen almıştın. Ah, ne mutluydum, göklere uçmak böyle bir şeydi herhalde. Sonra da ilk notaları ve o aleti bana tanıtacak kitabı almıştık. Saatlerce o sevgili enstrümanımı çalarak kendi kendime çalmayı öğrenmiştim.
İlk defa büyükler için olan filmlere de sen götürmüştün beni. Daha sonraları da neredeyse her hafta bir sinemaya giderdik. Emek, Fitaş, Dünya… Off, İstiklal caddesinin o görkemli günleri ve ben, o yıllarda kültürün de bir nevi simgesi olan o büyülü caddeye adım atmıştım. Sinemaya veya tiyatroya gidebilmek için yanına gelirdim. Henüz on üç veya on dört yaşındaydım. Benim için çok güzel anıları olan İstanbul Teknik Üniversite’sinin Gümüssuyu binasına da senin sayende adım atmıştım. Ne bulunmadık bir nimetti bu benim yaşımdaki bir çocuk için… Her biri öğretim üyesi olan arkadaşlarınla konuştuğunuz konular, bazen yaşıma göre çok ileri seviyede olsa da sohbetlerinizi dinlerken, tıpkı büyük bir insan gibi bana önem verilmesinden ne kadar müteşekkirdim bilemezsin.
Sen, geriye dönüp baktığımda, ailemizdeki ilk üniversite mezunu kadındın. Hem de mühendis… Hem de elektronik ve haberleşme mühendisi… Hem de profesör ilk kadın… Kendinden sonra gelen bütün kızların yollarını açan, başarılı, onurlu ve saygın Türk Kadınının simgesi gibiydin. Davranışların, üslubun, her olayı mantık çerçevesine oturtmak istemen, sinirlenmeden sakin bir sesle ve en sonunda karşındakini ikna edici konuşmaların… Onlar ne güzel günlermiş gerçekten…
İlk konsere de seninle gitmiştim ben. O zamanlar Şan sinemasında verilirdi konserler, bir hafta Türk Sanat Müziği, bir hafta Klasik Batı Müziği. Münir Nurettin’i de, Mozart’ı da senin sayende tanımıştım. Sanırım on altı yaşımda falandım, klasik müzik dehalarının hayatını anlatan bir kitap hediye etmiştin. “Bunu iyi oku, bu başarılı insanlardan, onların hayatlarından çok şey öğrenebilirsin,” demiştin.
Okumam gereken klasikleri de sen almıştın bana. Bugün geriye doğru baktığımda, yetişmemde öyle büyük katkın var ki… Nereye gittiysen, bizleri de katmışsın hayatına. Sadece benim değil, bütün ailedeki kadınların örnek alacağı bir insandın sen… Aldık da zaten, hepimizin idolü oldun. Atatürk ilkelerine bağlılığın ve ideallerinle, bu ülke için yaptıklarınla, yetiştirdiğin öğrencilerinle, unutulmazların arasındasın…
Küçük çocuklarla öyle bir bağ kurardın ki… Sizleri izlemek bile çok zevk verirdi. Onların her sorusuna hiç üşenmeden cevap verirdin. Daima, daha iyi insan olmaları için, bazen örnekler vererek kendi yaşam hikayelerini anlatırdın. Severdin öğretmenleri olmayı, onların minik beyinlerinde güzel izler bırakmayı. Babanı oldukça küçük yaşta kaybetmişsin. Annenle daha uzun bir birlikteliğin olmuş ama artık o da yoktu. Ağabeyin senin baban, atan olmuştu. Onu kaybettiğinde bana dediğini hiç unutamam “Ben asıl şimdi hem yetim hem de öksüz kaldım,” demiştin.
Yaptığın hiçbir şeyde abartı olmazdı. Daima ölçülü, daima saygılı, daima kibar. Bir gün bunu nasıl başarabildiğini sormuştum da, “Herkes isterse yapabilir, yeter ki istesin…” diye cevap vermiştin. Bu, senin için doğaldı, başka türlüsü elinden gelmezdi ki…
Ne çok severdin cumhuriyeti, ne çok severdin Atatürk’ü. “Tek şansızlığım, onun öldüğü yıl doğmak olmuş, Cumhuriyetin bana en güzel hediyesi, eşit bir birey olarak yaşama hakkını vermesidir. Ben, eski devirde olsaydım, okuyamazdım, ekmeğimi kazanamazdım, profesör olmayı hayal bile edemezdim, ülkeme de yararlı olamazdım…” derdin. Doğruydu gerçekten, el verdin, önce ben ve sonra diğerleri olmak üzere, tam dört yeğeninin üniversitede hocaları oldun. Hani derler ya, beş kız evlendiren cennetlik olurmuş diye, dört yeğeninin de öğretmeni olmakla umarım sen de cennette güzel bir yerdesindir.
Üniversite seni bir süreliğine Hollanda’ ya gönderecekti. Sirkeci’ den trenle yolcu etmiştik seni. Genceciktin, Türkiye Cumhuriyeti’nin sana tanıdığı hakla bizim ailemizden de ilk defa bir kadın, üstelik tek başına ve yabancı bir ülkeye eğitime gidiyordu. Cesurdun, azimliydin, kararlıydın. Şimdilerdeki gibi değildi ki o yıllar… Şimdilerde öğrenci değişim programları falan pek çok ülke daha kolay gezilip görülebiliyor. Dünya küçüldü mü ne? Daha sonraki gidişlerin için bir basamak olmuştu Hollanda seyahati.
Üniversite sınavlarına girmiştim, tercihimi yapmış ve sonuçları bekliyordum. Çok heyecanlıydım. O gece, rüyamda, senin elini ve yüzünü yıkadığın suyla, ellerimi ve yüzümü yıkadığımı görmüştüm. Sabah uyandığımda hiçbir anlam veremediğim bu rüyayı, birkaç saat sonra anlayabilmiştim. Kazandığım okul, seninle aynı okuldu ve sen benim hocam olacaktın. Ben de kuzenlerime mihmandar olmuştum. Onlar da arkamdan gelmişlerdi.
Yıllar hızla geçip gidiyordu, aramızdaki bağ hiç zedelenmedi, hiç kırılmadık, hiç incinmedik birbirimize. Hoş, sen başka kimseleri de incitmedin, kırmadın da… Etrafındaki insanlara iyilik yapmayı çok severdin ama hiç sözünü bile etmezdin. Konuşmazdın da, konuşturmazdın da… Hepimiz evlendik, çocuklarımız oldu, herkesin evladını sevdiği gibi, bir başka sevdin çocuğunu, onun sana bir emanet olduğunu, iyi yetiştirmenin bir ebeveynin görevi olduğunu söylerdin hep.
Unutulmaz bayram sabahlarında, geleneksel bir aile olarak hep beraberdik, sarar sarmalardık birbirimizi, acıda beraber, kıvançta beraber, hele o bayramlarda, gözündeki yaşlara hakim olamayışın…
Dostluk, ülke, cumhuriyet, idealler falan derken, bazı değerlerimiz hızla örselenmeye başlamıştı. Ülkedeki herkes bir yerlere savruluyordu zaman zaman… Bir tek gün, kendi değerlerinden en ufak bir taviz verdiğini görmedim. Bu istikrarlı duruşun hepimiz için de örnek oluyordu. İzlerin derindi bu ailede. Sen, bu izleri yaratanın cumhuriyet olduğunu söylerdin hep. Üzüldüğün günler olduğunda, kendi kendini iyileştirmeyi becerdin ve her seferinde dimdik ayakta gördük seni…
İyi ki benim halam olmuştun, iyi ki bizlere örnek olmuştun, o ağır hastalıkla boğuştuğun zamanlarında dahi, öğretmeye hiç ara vermeden devam ettin. O günlerde, küçük torununu her gördüğünde duyduğun sevgiyi ses tonundan bile anlardım. Ne yazık ki onun büyümesine tanık olamadın. Ben bugün, seni anlatacağım, neler söyleyeceğim, nasıl konuşacağım bilemiyorum, biraz da korkuyorum sanırım. Hep “Kuzucuğum,” derdin, “Neden kuzucuğum? Korkacak ne var ki, sen en iyisini yaparsın,” diye seslenişini şimdi bile duyar gibiyim. Sen, tıpkı cumhuriyet gibisin, uçsuz, bucaksız, mükemmel, bize aşıladığın her değer için teşekkür borçluyum. Aslında hepimiz borçluyuz…
***
Sevgili Cumhuriyetimin Sevgili Kadını; seni anlatmaya çalıştığım konuşmam bitti, artık omuzlardasın… Başımda sana veda etmenin müthiş ağrısıyla, gözlerimde akmayan yaşlarla arkandan öylece bakıyorum. Sonsuza kadar kalacağın istirahatgahına giderken, umarım seni anlatabilmişimdir hocam, dostum, arkadaşım ve halam…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net