Harfler

Bilge, yeni hazırlamaya başladığı kitabı için günlerdir araştırmalar yapıyordu. Nereden başlamalıydı? Nasıl bir giriş ile hikayesini anlatmalıydı? Gecelerdir gözlerine uyku girmiyor, sabahları külçe gibi uyanıyor ve kafasının içinde çamura dönmüş vıcık vıcık düşünceleri ile kahvaltı etmek bile gelmiyordu içinden. Buzdolabını açıp baktı. Yine çok az bir şey kalmıştı dolapta. Bir zamanlar içi tıka basa dolu olan dolap şimdi kapısını açtığında küskün bakışlarla kendisine bakıyordu. Aslında, Bilge dolaptan bile utanıyordu.


“Offf ya, ne yapacağım ben? Günlerdir neredeyse yarı aç yarı tok geziyorum zaten, alış veriş etmeyi de hiç canım istemiyor, gerçi bu zamlardan sonra elimdekiler de neredeyse eriyip gitti. Ne alabilirim ki?..” diye söylenip duruyordu içinden. Her şey, şu günlerdir uğraştığı kitabın sayfaları arasında gizliydi. Kafasında düğüm düğüm olan soru işaretlerini çözdüğü anda her şey yoluna girecekti. Bunu biliyordu. Bilmediği tek şey, nereden başlayacağıydı.


“Ne sevimsiz bir gün… Sözde sonbahar… Koca yaz, evde pinekleyerek, iş arayarak geçip gitti. Denize parmağımı bile sokamadım. Baksana evde de yiyecek yok, sadece iki adet yumurta kalmış, kahve bitmiş, doğalgaz da tam kış gelirken bugün yarın kesilir, elektrik desen, galiba son faturayı ödeyemedim. Anlaşılan bunlar benim son krallık günlerim. Yok artık ya! Çay bile yok! Kalmamış evde!”


Kendisini öyle yorgun hissetti ki birden, öylece bir duman gibi süzülüp gök yüzüne yükselsem, bulutları geçsem, yukarı, yukarı, yukarı derken, evrende kaybolsam diye düşündü. Umutları tükenmiş bir şekilde gözlerini kapattı. Bir anda sanki ışınlanmış gibi, eski günlerine astral bir seyahat yapıverdi. O koskocaman şirkette çalışıyordu henüz. Hani o ülkenin en önemli tekstil şirketinde. Zam-para patronunun iş yerinde. Sürekli kendisine yılışıp duruyordu ya pislik adam, sonunda da yüz vermedi diye atıvermişti onu işinden. O gün bugündür deliler gibi iş arayıp duruyordu. İş vardı da sanki… Kendisi gibi iyi eğitim almış, tecrübeli, akıllı, konuştuğu anda dikkatleri üzerine çekebilen kaç arkadaşı da iş bulamamıştı. Herkes savrulup duruyordu hayatta. Gençler, bir daha, bir daha okuyor, herkes bir gün ünlü bir yazar olma peşinde koşuyor, olmadı dizi filmlere kapak atmaya çalışıyordu. Serdar, o çok sevdiği adam, biricik aşkı, lanet olası da daha işsiz kaldığı günün ertesinde “Bay bay,” deyip defolup gidivermişti hayatından.


Bilge, kafasını saran sarı renkli sislerden ve kötücül düşüncelerden kurtulmak için, masasının başından kalktı, evin içinde dolandı, içecek bir şeyler arıyordu. Şimdi bir fincan çay olsaydı, onu içseydi. Dolaba tekrar bakmak için mutfağa gitti. Etrafına bakınırken bir poşet çay gülümseyiverdi masanın üzerinden. Nasıl da sevindi. Çay, onun kendisine gelmesine yardım ederdi. Mutlu olmuştu. Hayret yani, yokluk içinde de insan mutlu olabiliyordu demek ki. Çayını hazırladı ve dünyadaki en kıymetli hazineye sahipmiş gibi kupasını iki eliyle sıkı sıkıya tutarak odaya geri döndü. Salondaki paralı günlerinden kalmış olan son sistem büyük ekran televizyonda, haber kanallarından biri açık kalmış, sesi kısık, öylece çalışıyordu.

Alt yazılarda sürekli her şeye zam geldiği bildiriliyordu.


“Aman ya, bu işin sonu neye varacak ki böyle? Her gün, her saat zam, zam, zam…”


Bankada kaç parası kaldığını düşündü bir an.


“Eh, o para beni belki iki ay daha idare eder de, ya sonrası?”

Düşünceleri sürekli bağıran sokak satıcıları gibi beyninin derinliklerindeki odalardan birer birer çıkıp bağırıp sonra yerlerine geri dönüyorlardı. Kapı çaldı, “Kim geldi ki acaba?” diye söylene söylene kapıya gitti.


Kapıcı Ahmet Efendi “Bilge Hanım kızım, bir şey ister misin?” diye sordu. Kafasını olumsuz anlamda iki yana sallayıp kapıyı kapattı. Bir an kapıya yaslanarak öylece kalakaldı.


“Ekmek yok, salak, ne yiyeceksin, hoş ekmek olsa ne olacak, yanında peynir yok, zeytin yok, reçel yok… Dolapta yağ bile yok. Sadece iki yumurta…”


Bir an kulaklarında annesinin sözleri yankılandı.

“Bunlar da geçer, üzülme…” diyordu.


Sihirli bir an, annesinin saçlarını okşadığını hissetti. Bir ürperti geçti bütün vücudundan. Burnunun direği sızladı, içinde bir yer kanadı, gözleri dökülemeyen yaşlarla yandı, kavruldu.


Hırsla ve sinirle, “Geçmiyor işte, geçmiyor, bir insanın hayatı bu kadar terse döner miymiş, döndü be anne. Döndü…”


Bu olanlar sadece ülkesinde değil, bütün dünyada gerçekleşen küresel krizin sonucuydu. Elindeki çay fincanına baktı ve yarısının daha durduğunu görünce neşeleniverdi birden.


“En azından çayım henüz bitmemiş… Yaşasın!”


Eskiden olsaydı, böyle küçük şeylerin kendisini hiç sevindirmeyeceğini, dolabının hep dolu olduğunu, akşamları arkadaşlarıyla şık lokantalarda yedikleri yemekleri, birbiri üzerine aslında hiç de ihtiyacı yokken aldığı giysileri, ayakkabı üzerine ayakkabıları, çanta üzerine çantaları, hele ki bitmek bilmeyen makyaj malzemelerini… O zamanlar kız arkadaşlarıyla en büyük dertleri “Falan markalı” giysiyi alamamaktı.


“Ah Bilge ya, ne de ahmaklık etmişsin. Onlara vereceğin paraları bir kenara koysaydın keşke, ama yok ya, onlar da güzel günlerdi, ne kadar eğlenirdik, yerdik içerdik, aman, sefamız olsun, bak şimdi bunları bulamıyorum bile! Arkadaşlarım da züğürtleşti, böylece hepimiz birbirimizden uzaklaştık.”


Cep telefonu çaldı. Göz ucuyla, şöyle bir baktı, arayan bankaydı, herhalde kredi kartı ekstresini hatırlatacaktı. “Boş ver, açma,” dedi, meşgule verdi. Karşıya doğru boş boş bakarak oturuyordu. Bir kere daha çay fincanına baktı. Hala biraz vardı içinde. Yine sevindi. Henüz bitmemesi neşelendiriyordu onu.


“Sihirli bu çay, içtikçe çoğalıyor galiba…” diye düşündü.


Son zamanlarda sürekli düşünüyordu zaten. Ne kadar öylece oturdu bilemiyordu, kafasının içindeki odalardakiler bile yorulmuşlardı galiba, sesleri kesilmişti. Telefonu tekrar çaldı. Bu sefer arayan en yakın arkadaşı Ayşe’ydi. Aslında, onunla bile konuşmak gelmiyordu içinden. Yine de nasıl da perişan bir durumda olduğunu ona belli etmemek için gülümseyen bir ses tonuyla, telefonunu açtı:


"Ne haber Ayşe?"


"İyiyim, iyiyim hem de çok iyiyim. Ben bir iş buldum şeker…"


Donuk bir sesle “Sevindim…” diyebildi Bilge.


"Sadece iş değil, yeni bir sevgili de buldum."


Daha da kırık bir sesle devam etti Bilge:


“Aman ne güzel, çok sevindim çok… Ay, canım ya, kapı çaldı kapatmam lazım. Sonra konuşalım mı?” deyip cevabını bile beklemeden kapattı.


En yakın arkadaşı da olsa, bu ortamda kendisi hiçbir şey bulamazken, cadı kız hem iş hem de sevgili bulmuştu.


“Bir bana gülmüyor bu şans nedense. Kötü müyüm acaba? Ondan mı güzel şeyler olmuyor benim hayatımda? Yok ya, kötü de değilim, herkesi severdim ben, sevilirdim de… Madem ki sevilirdim, neden kimsecikler uğramıyor artık kapıma? Belki de borç isterim diyedir. Şu zam-anda herkes zam-lardan şikayetçi. Altüst oldu planlarımız. Ah ya, keşke o bursu kullansaydım da yurt dışına gidiverseydim, belki hayat çok daha kolay olurdu. Hoş, annem hep ‘Orada da yabancı olursun, el olursun kızım… Bak biz muhacir geldik, bilirim yabancı memlekette yaşamanın acısını…’ derdi. Bu durumdan sıyrılmam lazım. Yoksa kafam bir dünya, evde kala kala patlayacağım. Dışarı mı çıksam? Bir evden çıkış dünya para, sadece yürüsem, yalnızlığım daha da çok çarpacak gözüme. İşi olanlar işine gidecek, sevgilisi olanlar el ele yürüyecek, yok yok onları da çekemem. En iyisi yine evde oturmak. Aman, Bilge ya, şu zam-para patronun yüzünden başına gelenlere bak yani! Neyse, dertlenme! Toparla hadi kendini, sen zor zamanların insanısın. Unutma! Gelecekten de korkma. Daha yapacak çok şey var. Hem gençsin, güzelsin, sağlıklısın, eğitimlisin de… Ne olmuş işin yoksa? Ne olmuş sevgilin seni terk ettiyse? Ne yapmalısın? Şu kitabı bitirmelisin. Hep hayalindi ya, bir kitap yazmak, bununla başla işte. Herkes için kolaylık sağlayacak kitabın, seninle söyleşiler yapacaklar, ‘Biz bunları bilmiyorduk, ay ne iyi ettiniz de yazdınız.’ diyecekler, sende “Çocukluğumdan beri hep hayalimdi, işimden sırf bu nedenle ayrıldım…” filan dersin. İnanırlar mı ki? Sen söylersen, inanırlar sana, yöneticin hep ‘ Senin ikna kabiliyetin yüksek Bilge,’ demez miydi? Haydi o zaman, devam, devam, sıyrıl artık bu umutsuzluktan…”

Birden karşısındaki camda hayalini gördü. Saçı başı darmadağın, üzerinde hala eski eşofmanları, gözleri içine kaçmış biri bakıyordu karşıdan. “Bu sen misin? Doğru banyoya, derhal üzerine çeki düzen ver. Aklındakileri kağıda dökmeye başla. Bu akşama kadar, ana fikrini kağıda geçirmelisin. Bu kitap, hayatının dönüm noktası olacak.”


Evin içinde nereden geldiği belli olmayan tatlı bir rüzgar esti. Bilge, endişelerini dağıtan bu esintiyle birdenbire neşelenmişti. Acelesi varmış gibi koşarak kendini yenilemeye gitti. Yeniden salona döndüğünde, deminki yıkık dökük kadın, almış başını başka diyarlara gitmişti. Gururla yeniden camdaki görüntüye baktı. Bu Bilge, ne kadar da eski haline benziyordu. At kuyruğu yaptığı, özenle taranmış saçlarını şöyle bir salladı. Güzeldi, her şeyi çözebilecekti, kendinde bugüne kadar hiç sahip olmadığı eflatun-mor renklerin karışımı müthiş bir enerji hissediyordu. Bu sabah, başka bir sabahtı. Gözlerinin önünde, bir ormanda koşarak hayallerine yetişmeye çalışan genç bir kadını gördü. Hayat dediğin neydi ki zaten? Sadece bir koşuydu. Taş dokunsa bile ayaklarına, yılmamalıydı.


Düşler değil miydi insanları yaşatan? Bir yerde okumuştu ‘Bütün mucitler, bir buluş yapana kadar, boşuna çalışmış olurlar. Bazen de yıllarca…” diyordu. O halde, masanın başına oturmalıydı. Elinden geleni yapmalıydı. Bir buluşu yakalamalıydı. Ruhundaki neşe, etrafına gök kuşağının renkleriyle bezenmiş bir iyimserlik saçmaya başladı. Önce gözlerini kapadı ve hayallerinin içine daldı. Yeniden gözlerini açtığında, ne yapacağını bulmuştu. Bilgisayarında öylece yazılmayı bekleyen dosyanın üzerinde parmakları hızla hareket etmeye başladı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bazı harfleri çıkartıp atmak gerekiyordu alfabeden. O zaman insanların içlerini acıtan sözcükleri söylemek mümkün olmazdı.


“Gerçekten, alfabedeki hangi harfleri silersem, insanların canı yanmaz ki? Bütün bunlar o yirmi dokuz harften oluşan alfabenin oyunlarıydı zaten. Buldum… İşte o! Her şeyin sorumlusu o!”


Zararlı tüm kelimeleri de atıverecekti sözlükten. Bir daha kullanılmayacaktı onlar ve asla yürekleri acıtmayacaklardı. Öncelikle alfabeden başlamalıydı.


“Alfabedeki bazı harflerde yenileme yapma gereği doğmuştur. Bin yıllardır kullanılan harflerde artık bir reform zamanı geldi de geçiyor. Ben, sizler için yeni bir alfabe tasarladım ve alfabemizden, yokluğundan en çok şikayet ettiğimiz ‘Zaman’ ve ‘Para’ kelimelerini oluşturan harfleri attım. Alfabemiz artık ‘A’ ile başlamayacak ve ‘Z’ ile bitmeyecek. Aralarda da bazı harfler olmayacak. Yeni bir sözlük oluşacak. Umut dolu, sevgi dolu bir sözlük. Böylece, yıllardır canımızı acıtan kelimeler artık yazılamayacak ve konuşulamayacak. Artık hiç kimse bu kelimelerden dolayı acı çekmeyecek… O harflerin kullanıldığı son yazı bu yazı olacak.”


Bilge, başlangıcı yapmıştı. Gerisi gelecekti… Görevini bitirmiş insanların huzuruyla, derin bir “Ohhh…” çekerek, arkasına yaslandı. Nihayet, harflerle ve dünyayla olan savaşını başka bir boyuta taşımıştı.


BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER