İ.Ö ve İ.S

Ünsal Ünlü, geçenlerde Reha Tanör’ün “Ud Çalan Kadınlar: Sana Michelin’li Sofralardan Baktım Aziz İstanbul” adlı kitabını tanıtırken, kitabın önsözünden bahsetti. Kitabın önsözünde; İ.Ö ve İ.S kısaltmalarından bahsediyormuş. Size göre ne ifade ediyor bilmem de ben bu kısaltmaları duyduğumda aklıma ilk gelen” İsa’dan Önce” ve” İsa’dan Sonra” oldu. Oysa yazarın anlatmak istediği o değilmiş meğer. “İ.Ö” kısaltması, İnternet öncesinde dünyaya gelenleri, “İ.S” kısaltması ise internet sonrasında da yaşamlarına devam edenleri anlatıyormuş.


Bizim nesil gerçekten ne çok keşif gördü, ne teknolojik değişimler yaşadı. Yorgun düştük. Her gün bir keşif, her gün bir yenilik derken ne kadar zorlandığımızın farkına bile varmadık ama gerçekte çok zorlandık.


Ben üniversiteden mezun olmadan, daha tümleşik devreler yeni yeni hayatlarımıza giriyorlardı. Birden bir patlama yaşandı sanki, peş peşe gelmeye başladı keşifler. Asıl keşif internet ile halka indi belki de. Web ile tanıştığımızda daha başımıza neler geleceğini hiçbirimiz anlamamıştık.


Çalıştığım şirkette e-posta eğitimi verilirken, tüm çalışanlar, eğitimi boş verme ve e-posta konusu yokmuş gibi davranma peşindeydiler. Oysa, yavaş yavaş önce masaların üzerindeki kağıtlar, sonrasında dolaplardaki dosyalar birer birer bilgisayarlarımızda bir klasöre girmeye başladılar. Her yıl yeni klasörler açılmaya, önemli gördüğümüz tüm yazılı dokümanların zaman geçtikçe aslında hiç de önemli olmadığını fark etmeye başlamıştık.

İnternetle tanışmak şans mıydı yoksa şanssızlık mıydı dersiniz? Şimdilerde bir tek şeyi biliyorum. İnternet artık iliklerimize kadar nüfuz etti. Dünyayı dolanan ağ ile uzaklar yakın oldu, bilgi ucuzladı ve her yerden ulaşılır oldu. Çalışma hayatımın son yıllarında 24 saat boyunca geliştirilen ilk tasarımlar çıkmıştı ortaya. Yani coğrafi olarak uzak bölgelerde yer alan tasarımcılar kendi çalışma saatleri içinde tasarımı geliştirip bir başka coğrafi bölgeye gönderebiliyor ve tasarım durmaksızın devam ediyordu. Süre kısalıyor, tasarım kısa sürede gerçekleşiyor ve hayatın hızına yetişmek giderek zorlaşıyordu.


Tasarımlar sürat çağına uyarken, internet cep telefonlarıyla artık hemen yanı başımızdaydı. Ulaşılabilir olmak! Her an, her saniye!

Korkutucuydu. Gece, gündüz, her saat, her an!

Cep telefonları küçüldüler giderek ama akıllandılar da. Artık “bana gelmedi, haberim yok, gelişmeleri bilmiyorum…” falan diyemezdiniz. Ah o akıllı cep telefonları, marka marka, model model… Biraz da statü bildiren son model cihazlar. Yavaş yavaş çalışanların iki telefonu olmaya başladı. Şirketin verdiği telefonlar ve özel telefonları… Nelere önem veriliyordu. Şirketin elemanına bir cep telefonu vermesi bile bir ayrıcalıktı.


Bu gelişmeler devam ederken, birdenbire insanlık bir şeyle daha tanıştı. Sosyal medyayla. Bugün neredeyse yaşlı genç herkes bir en az bir sosyal medya platformunun üyesi. Yaşları ne olursa olsun, ister yaşlı ister genç, hepsi akıllı bir cep telefonu sayesinde dünyayla tümleşmeyi başardılar. Sosyal medyanın ortaya çıkması ve insanların bu yeni buluştan çok memnun olmaları sonucunda “İ.S” yani internet sonrası yaşam daha canlandı.


2024 yılı verilerine göre, yaş yükseldikçe internet ve sosyal medya kullanımı hızla düşmeye başlıyor. Özellikle 60 yaş ve üzerinde. Bundan 10 yıl sonrasında ise belki gençlerin kullanım oranına yaklaşan bir internet ve sosyal medya kullanımı görmeye başlayacağız. Derseniz ki o zaman gençler nerelerde olacaklar aslında hiçbirimiz olacakları bilmiyoruz. Sadece bazı tahminler olabilir. O kadar…


Benim annem 90 yaşlarında tablet kullanmayı öğrenmişti ve kendisine bir tablet almıştık. Kendi ilgi duyduğu alanlara göre, sosyal medya platformlarına üye yapmıştım ve yaklaşık yedi yıl boyunca, ölene kadar her gün düzenli olarak tabletini kullandı. Onun için öyle büyük bir yenilikti ki ne istese bulabileceğini, hatta istemediklerine bile çok kolay erişebileceğini kavramıştı. Herhangi bir konuda cevabını öğrenmek istediği sorular aklına takıldı mı benim o soruları Google’a sormamı söylemeye başlamıştı.

Sanal dünyada gezinti yaparken giderek gerçeklerden de uzaklaşmaya başladık.


Her tür müziği dinleyebiliyoruz artık ama elimizde kaset, cd gibi elle tutabileceğimiz herhangi bir şey yok.


Her tür habere çabucak ulaşıyoruz artık ama gazete gibi elle tutabildiğimiz ve doğruluğundan daha emin olabileceğimiz herhangi bir kaynağımız yok.


Her tür kitabı da e-kitap olarak ya da sesli kitap olarak hemen okuyabiliyoruz ama o kitapların kokusu, sayfaları, renkli kapakları yok. Hatta kütüphanelerimiz bu modaya uyarak giderek fakirleşmeye başladı bile.


Tabii ki -şimdilik kaydıyla- elimizde tutabildiğimiz, dokunabildiğimiz pek çok ürün de giderek sanal alemde yerini almaya başladı.

Dünya üzerinde hala internete ulaşamayanlar var mı derseniz evet, varlar! Bu iyi bir şey mi yani ulaşamamak diye sorarsanız, gerçekten bilmiyorum. Sadece şu hatırlatmayı yapabilirim. “Dijital dünya bizi etkisine mi aldı yoksa bizim üzerimizde müthiş bir baskı mı kurdu?”

Diyorum ya, hangimiz daha şanslıyız acaba?


Yaşamını “İ.Ö” tamamlayıp bu dünyayı terk edip başka diyarlara gidenler mi? Yoksa “İ.S” olarak hala bu dünyada bir şeyler yapmaya çalışanlar mı?


Bekleyelim ve görelim…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER