Ayşe kahkahalarla gülerek rüzgar gibi arkadaşının odasına daldı. Heyecan içindeydi:
“Burcu, kalk çabuk, kalk… Sana müthiş bir haberim var.”
“Ayşe, ne oluyor, sabahın bu saatinde, daha uykumu bile alamadan, ne bu çığlıklar?”
“Sen daha uyuyor musun? Çabuk kalk, yatağında otur ve beni dinle benim güzel yazar arkadaşım. Hani şu beraber yazdığımız kitabımız var ya, yarışmaya göndermiştik?”
“Eee, ne olmuş ki ona?”
“Sıkı dur sıkı, biz birinci olmuşuz. Bi-rin-ci.”
“Nasıl ya? Ayşe ciddi misin? Gerçekten mi?
“Evet, yazarcım, az önce e-posta ile bildirdiler. Biz, artık ödüllü yazarlarız…”
Burcu deli gibi ayağa fırladı. Odanın içinde dört dönüyordu. İki arkadaş birbirlerine sarıldılar. Çocukluklarından beri hayalini kurdukları bu kahraman kadınları anlatmayı ve tanıtmayı başarmışlardı! Gerçek miydi duydukları? Bir an başlarını sevecenlikle okşayan bir eli hissettiler. Kulaklarında “Benim güzel kızlarım, biliyordum, bir gün mutlaka yazacağınızı biliyordum.” diyen o yumuşacık ve kendilerine güç veren sesi duydular.
“Ah ninem ah, biz çocukken anlattıklarınız, öğrettikleriniz, artık okuyucularımıza ulaşacak. Bu mutluluk var ya, tarif edilemez... Başardık ninem, başardık! Bizimle gurur duyabilirsin…”
Geçmiş günler film şeridi gibi her ikisinin de gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Her şey bir kış günü başlamıştı. Burcu ve Ayşe, henüz on iki yaşındaydılar. Sadık Dede ve Fatma Nine, bugün onlara verdikleri çalışmayı dinlemek üzere bekliyorlardı. Her birine bir kahraman Türk Kadını düşmüştü. Bu sefer konuyu kızlar anlatacaktı. Çocukların hepsi çok heyecanlıydı o gün. Kayseri çok soğuk günlerinden birini daha yaşıyordu. Erciyes’ten kopup gelerek Talas’ta dinlenen ayaz yüzlerini kesmiş, gözleri ışıl ışıl, yanakları pespembe, heyecan içinde kapının açılmasını beklediler. Daha kapı açılır açılmaz, kendilerini mis gibi ıhlamur ve az önce fırından çıkartılmış zencefilli çöreklerin kokusu karşıladı. Bu enfes kokular, bugünün her günden daha da güzel geçeceğini haber veriyordu.
Sadık Dede, cumhuriyet döneminin öğretmenlerinden biriydi. Sevgili eşi Fatma Nine’yle birlikte beş çocuklarını cumhuriyetin sağladığı olanaklarla yetiştirmiş ve her birinin başarılarıyla mutlu olmuşlardı. Sadece çocukları değil, torunları da övünç kaynağı olmuşlardı bu iki yaşlı insana. Artık sıra torunlarının çocuklarına gelmişti. Şimdilerde bu iki yaşlı bilgili ve sevgi dolu insan hala küçük çocuklara bir şeyler öğretebilmenin hazzını beraberce yaşıyorlardı. Her gün, akşam üzerine doğru kızlı erkekli çocuklar neşeyle ve heyecanla evlerini doldurur, Sadık Dede’nin o gün anlatacağı hikayeyi merakla beklerlerdi.
Bu sefer anlatıcı bu güzel yaşlı insanlar değil çocuklardı. Bir hafta kadar önceydi. Kız torunlarının ele başı olan ve kahverengi gözlerinden zeka fışkıran Burcu’nun Sadık Dede’ye sorduğu soru üzerine başlamıştı her şey:
“Dedeciğim, bugüne kadar bizlere hep ünlü Türk büyüklerini anlattınız, biz de heyecan içinde sizi dinledik. Şimdi de Kurtuluş Savaşımızı anlatıyorsunuz ama anlattığınız kahramanlar hep erkek. Bizim hiç kadın kahramanımız yok mu?
O sırada elinde dumanı tüten ıhlamur fincanları ile içeri giren Fatma Nine gülümseyerek:
“Hiç olmaz mı güzel kızım, hiç olmaz mı? Bizim tarih boyunca öyle kahraman kadınlarımız vardır ki anlatmakla bitmez. Ama özellikle Kurtuluş Savaşında erkeklerle omuz omuza çarpışan kadınlarımız, onlar bir başkadır. Bu savaşta onlar olmasaydı her şey çok zor olurdu."
Sadık Dede, gözlüğünün arkasından şefkatle gülümseyerek çocuklara baktı ve kendi adını taşıyan torununun oğluna seslenerek:
“Küçük Sadık, evladım, şu karşıdaki dolapta ikinci rafta solda duran kitabı bana getirir misin?”
Sadık, heyecanla koşarak dolabın yanına giderek kitabı aldı ve şimşek gibi dedesine getirdi. Bu okuna okuna yıpranmış kitabın üzerinde, başlık olarak “Tarih Boyunca Kahraman Türk Kadınları” yazıyordu.
“Fatma Hanım, gel seninle beraber bu yavrularımıza bu kitaptan bir ödev verelim ne dersin?”
“Sen nasıl istersen Sadık Bey, çocuklarımız bu sefer de kendileri mi araştırıp öğrensinler diyorsun?”
“Elbette ya, Fatma Hanım, insan kendi uğraşarak öğrenirse daha çok aklında kalır hem. Hadi bakalım, bu çocuklara ödevlerini verelim ve tam on beş gün sonra, bize seçtikleri kahramanları anlatsınlar.”
Çocuklar o eski kitaptan ödevlerini aldıktan sonra, on beş gün boyunca, kütüphanelerden, internetten araştırmışlar ve her biri kendi kahramanı için güzelce hazırlanmışlardı. İşte, gün o gündü. Şimdi o kahraman kadınlarımızın tarihin derinliklerinden çıkıp, yanlarına gelme zamanıydı. İlk anlatacak olan Burcu’ydu ve sonra sırayla diğerleri kendi kahramanlarını anlatacaktı. Burcu heyecanı yüzünden okunarak ayağa kalktı ve hepsini görebileceği bir yere geçti. Başıyla kısa bir selam vererek şiir gibi anlatmaya başladı:
“Benim kahramanım; Kurtuluş Savaşımız öncesi 93 harbinde Ruslarla mücadele eden, 'Bu bebeği bana Allah verdi, ona Allah bakar' diyerek bebeğini beşikte bırakıp cepheye koşan Nene Hatun. ‘Bebem anasız büyür de vatansız büyüyemez’ diyen kahramanımız, dört erkek evladından üçünü birinci dünya savaşı sırasında şehit vermiş. Aziziye Tabyalarında onun da teşvikiyle askerlerimiz büyük bir dayanıklılık göstermiş ve binlerce Rus askeri öldürülmüş. Elinde satırıyla cephede kanlar içinde yatmakta olan Nene Hatun, o halinde bile elinden satırını bırakmamış.”
Burcu, heyecanla anlatırken sesi çatallanmaya, gözleri buğulanmaya başlamıştı:
“Ben bu güzel ninemi araştırırken, sanki o devirlere gittim, onunla yaşadım, onunla savaşlara katıldım dedeciğim. Ne çileler çekmiş Nene Hatun ve diğer kadınlarımız. Çok zor günler geçirmişler. Bir gün, mutlaka bu kadınlarımızın yaşantılarını yazacağım ve kitap haline getireceğim. Beni bu kadar etkileyen kadınlarımızı tüm dünyaya tanıtmak istiyorum.”
Sadık Dede, sevecen bakışlarla Burcu’ya baktı ve sesi sanki onu okşar gibi, “Kızım, sende bu azim oldukça bir gün mutlaka çok güzel işler yapacaksın. Biliyorum ki başaracaksın. Tek bir isteğim var senden. Eğer ben o günleri göremezsem, gel ve bana anlat onları, ben de seninle gururlanayım olur mu güzel kızım?”
Burcu yerine oturduktan sonra, sıra Ayşe’ye gelmişti. O da heyecanla yerini aldı ve sesi hafifçe titreyerek başladı anlatmaya:
“Benim kahramanım, pek çoğunuzun bildiği Halide Edip. Özellikle meydanlarda yaptığı konuşmalarla İstanbulluları ülkenin işgaline karşı harekete geçirmeyi başarmış, çok usta bir hatip olan o cesur kadın. Daha sonraları, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’ in yanında yer almış ve sivil olmasına rağmen, savaş sırasında yaptıklarıyla rütbe de almış. Sadece bir hatip değil, yazdığı Sinekli Bakkal, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye isimli romanlarıyla edebiyat tarihimize unutulmaz eserler bırakmış bir yazar…”
Ayşe coşkuyla anlatımını sürdürdü ve sonuna geldiğinde:
“Benim anlatacaklarım şimdilik bu kadar ama biz Burcu’yla beraber bir gün mutlaka bu kadınlarımızı yazmak istiyoruz dedeciğim. Umarım başarırız.”
Sadık Dede, gözlüklerinin arkasından gülümseyen gözlerle Ayşe’ye baktı ve sonra Fatma Nine’ ye dönerek:
“Görüyor musun Hanım, bu ülkenin kızları neler yapmak, neleri başarmak istiyorlar. Siz yeter ki isteyin çocuklarım, mutlaka başarırsınız."
Diğer arkadaşları da Türk Kadın Kahramanları sırayla kalkarak anlattılar, Burcu, bugün bile o isimleri hatırlıyordu:
"Annesi vereme yakalanıp öldükten sonra asker olan babasıyla beraber daha sekiz yaşındayken cephelerle tanışan ve Türk askerlik tarihinde 12 yaşında onbaşı rütbesi alan tek kız çocuğu ve 70. Alayın simgesi olan Nezahat Onbaşı."
"Kurtuluş Savaşında yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu'da bulunan cephaneleri çocuğu ve kağnısıyla Ankara'ya götürmeye çalışmış ve zorlu kış şartları nedeniyle bebeğinin battaniyesini bile cephaneye saran, bebeğine sarılıp onun donmaması için uğraş veren ve kendisi donarak ölen fedakar Türk Kadını Şerife Bacı."
"Eşiyle birlikte Balkan savaşına katılan, Kafkas Cephesinde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaşan, eşinin Sarıkamış'ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a dönen, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a giderek Kurtuluş Savaşında görev alan efsane kahramanımız Kara Fatma."
"Kafkas Cephesinde yaralanarak ölen kocasının ardından Kuvayımilliye'ye katılan, İzmir’e giren birlikler arasında bulunan, kocasının yâdigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik eden ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselen Binbaşı Ayşe."
"Asker pantolonu ve ceketi giyerek, başını siyah bir çemberle örtüp silahı elinde askerin önünde gider, taarruzlarda askerle birlikte en önde koşan, sekiz yerinden yaralanmasına
rağmen pes etmeyip savaşmaya devam eden o yiğit kadın, İğneli Pembe Hatun."
"Ailesinin “Kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime, Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girerek erkek gibi tıraş olup, saçını kazıtan, kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karışan ve uzun yıllar Halim Çavuş zannedilen Halime Çavuş."
"Henüz bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele'ye, daha sonraları eşi Halil Efe ile birlikte Türk çetelerine katılan, Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olan o güzel insan Gördesli Makbule."
"Fransızlara karşı harekete geçildiğinde Türk askerlerinde yorgunluk ve korku sebepleriyle bir duraksama olunca, 'Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?' diyerek askerlerin toparlanmasını sağlayan ve ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olan Adanalı Rahmiye Hanım."
Burcu içini çekti “Ve daha niceleri…” diye düşünerek arkadaşına hitaben:
“Ayşe, biliyor musun görevini tamamlamış insanların huzuru var içimde. Biz bu kadınlarımızı anlatabilmek için uzun araştırmalar yaptık ve gerçeklere sadık kalmaya çok önem verdik. Büyük bir iş başardık. Onların hayatlarını incelerken, sanki onlarla beraber o zorlu günleri yaşadık. Bazen zorlandık, bazen üzüldük, bazen acılarına ağladık, asaletlerinden etkilendik ve bu kadınların torunları olmaktan gururlandık.”
“Evet Burcu, galiba başardık. Sanki bir kapı vardı geçmişle aramızda bir türlü kapanmıyordu. Her gün Anadolu’dan yükselen ağıt seslerini duyuyordum, acılarını hissediyordum ve beni çağırıyorlardı. Geceleri kulağıma fısıldayan 'Yaz kızım, beni de yaz, anlat bizi…' diyen o çığlıklar sustu. Kim bilir, anlatamadığımız daha ne kadınlarımız var, daha kimler bizim kendilerini yazmamızı bekliyorlar. Sen de hissediyor musun?”
Burcu başını evet anlamında sallayarak:
“Ayşe, Sadık Dedemi ve Fatma Ninemi hatırlıyor musun? Sadık Dedem, bir gün yazarsanız ve ben hayatta olmazsam, bana gelin anlatın başarılarınızı demişti. Ne dersin Kayseri’ye gitsek ve ona anlatsak mı?”
“Ah Burcu, onlar unutulur mu? Bizim bu günlere gelmemizde ne büyük katkıları var o ikisinin. Gidelim, mutlaka gidelim…”
Bir hafta sonra, kollarında kocaman çiçek buketleri ve bir kitapla Erciyes’in eteklerindeki mezarın başındaydılar iki genç yazar. Bir müddet hiç konuşmadan o sevgili insanların kendilerini duymasını beklediler. Islık çalarak gelen bir rüzgar dolaştı aralarında ve her ikisi de Sadık Dede’nin göklerden gelen davudi sesini duydular:
"Benim güzel kızlarım, başardınız! Şimdi sırada tarih boyunca Türk boylarındaki kahraman kadınlarımızı da yazmak var…”
Ayşe ve Burcu birbirlerine baktılar ve her ikisi de aynı anda “Sen de duydun mu?” dediler.
Kitaplarını Sadık Dede ve Fatma Nine’nin mezarı başına bırakarak, yeni görevlerini almış insanların huzuru içinde, başları dimdik, gözleri buğulu ve içlerine sığmayan heyecanları ile yeni maceralarına yelken açmak üzere değerli aile büyüklerine veda ederek oradan ayrıldılar.
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net