Kapının çalmasıyla yataktan fırlayınca ani bir kalkış yaptığı için başı yine çılgınca dönmeye başlamıştı. Dengesini kaybetmemek için tutuna tutuna kapıya gitti. Her zaman olduğu gibi önce göz deliğinden baktı. Gördüğü sadece bir kutuydu. O sırada arkadaşı İlknur’un sesini duydu:
“Hey uykucu… Hala uyuyor musun? Kalk hadi kalk… Bak taze simit ve börek getirdim. Birlikte hem yer hem de yazdıklarımızı gözden geçiririz.”
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kapıyı açtı:
“Hoş geldin canım arkadaşım. Nasıl da özlemiştim seni. Sabah sabah bana gelmek de nereden aklına geldi?”
“Aman… Evde canım sıkıldı. Ev işleri, yemek falan filan derken… Yetti gayri… Bugün kendime tatil verdim. Mutlaka dışarı çıkmam lazımdı ve canım seninle güzel bir kahvaltı etmek istedi. Fırladım çıktım işte. Hadi hadi soğutmayalım. Hem simitler hem börekler tazecik…”
“Sen geç, ben elimi yüzümü yıkayıp, üzerimi değişip geliyorum. Bu arada çayı da demler misin?”
“Ne hızlısın Betül… Daha çayı yeni demlemeye koydum ki sen yetiştin. Kahvaltıyı senin o güzel balkonunda yapalım mı?”
“Tabii ki… Hadi hemen hazırlayalım. Aniden acıktığımı hissettim.”
Betül bu sözleri söylerken yine başı fırıl fırıl dönmeye başlamıştı. Tutunmasaydı kesin düşecekti.
“Ay ne oldu sana?”
“Ya sorma, şu benim canım ciğerim baş dönmem var ya, sabah aniden kalktığımda, ben buradayım diye mesaj attı bana.”
“Offf ne kötü bu baş dönmen. Bir türlü geçiremedin.”
“Boş ver, aldırma… Hadi biz yazdıklarımıza dönelim…”
“Tamam, hemen… Neredeyse beş gündür görüşemedik. Nasıl gidiyor romanın?”
“Valla çok iyi değil İlknurcum. Gelip gelip bir yere tosluyorum. Ay bir türlü çıkamıyorum işin içinden, ‘yazar tıkanması’ diyorlar ya, işte öyle bir şeyler yaşıyorum sanki. Hemen yazmayı bırakıp, ayağa kalkıyorum. Dizi izliyorum, kitap okuyorum, müzik dinliyorum, kendimi dışarı atıp birkaç kilometre yürüyüş yapıyorum. Telefonumu bile yanıma almıyorum inan ki.”
“Niye ki? İnzivaya çekilmiş gibi…”
“Aynen öyle İlknur, belki iyi gelir demiştim ama hiç faydası olmadı. Bu Behiye ve Celal çok yoruyor beni. Hele ki Celal’in yeni sevgilisi Canan… Ah o yok mu o… Ne afet kadın! Yani bildiğin gibi değil. Kimseler duymasın ama, Behiye çok bozuluyor ona.”
“Eee tabii bozulur. Kıymetli evladı tutulmuş birine. Hiç sever mi o kızı?”
“Yok ya… Öyle deme. Behiye aslında çok olgun bir kadın. Hayatta en çok istediği de oğlunun başına gelenlerden sonra artık mutlu olması.”
“Problem ne o zaman?”
“Sadece Celal’le Canan’ı birbirine pek uygun bulmuyor, bana da ‘oğluma başka sevgili bulamadın mı da bu kızı musallat ettin’ diye söylenip duruyor”
“Ay ona neymiş ya? Tipik kaynana yani! Oğluşuna layık bulamamalar filan da falan…”
“Celal de Behiye’ye çok düşkün ama…”
“Aman biliyorum. Klasik ana-oğul ilişkisi onlarınki. Anne oğluna, oğlu da annesine hiç kıyamazlar…”
“Sen beni bırak şimdi, romanın nasıl gidiyor İlknurcum? Beş veya altı bölüm sonra bitecek gibiydi kitabın. Heyecanla bekliyorum raflarda göreceğim günleri.”
“Ah arkadaşım ya, bitiremiyorum bir türlü. Neden bilmiyorum tekrardan bilgisayarımın başına oturup kapağını bile açamadım. Sanki beni ürküten bir şey var. Bir korku, garip bir duygu… Anlatamıyorum.”
“Seni tutan, yazmana engel olan ne?”
“Amannn Betülcüm ya…. Bana koçluk yapmaya başlama yine. Güçlü sorular, sorunun neyse en iyi sen bilirsinler, çaresi sendeler filan…”
“Yok yahu… Zorlandığın yer neresi onu anlamak istedim sadece.”
“Hayatımda çok büyük değişiklik oldu. Her ne kadar hala inanamasam da ben artık bir anneanneyim canım. O minik yavru, benim hayatımın ışığı oldu. Altı aylık bir bebek insanı bu kadar etkiler miymiş hayret yani…”
“O duyguyu biliyorum. Bizim tontonu doğumhanenin kapısında bekliyorduk. Hemşire onu dışarı çıkarırken birdenbire tek gözünü açıp bana bakmasıyla ruhumu ele geçirmişti. O gün başka bir gündü. Haklısın canım…”
“Hadi ben yeni anneanne oldum, hayatım değişti. İyi de sana ne buyurulur? Neden bitmiyor bu roman? Neden bitemiyor? Seni yazmaktan alıkoyan ne?”
“Bak bak bak… İlknurcum, güçlü sorular bana mı yöneldi şimdi de?”
Her iki arkadaş konuşa gülüşe neşe içinde kahvaltılarını bitirdiler. Dışarda ıtır kokularıyla dolu bir hava vardı. Her ikisi de hem mutlu, hem de mutsuzdular. Bitmeyen romanları yoruyordu onları belliydi. Verdikleri sözleri zamanında yerine getirmeyi seven güçlü kadınlardı onlar ve bu durumdan hiç hoşnut değillerdi.
“Bak ne diyeceğim İlknurcum, kahvelerimizi içerken şu içerideki yazı masasının başına oturalım, ikimiz de bilgisayarlarımızı açalım ve başlayalım artık yazmaya. Ne dersin?”
“Tamam, kabul, bari bilgisayarımın kaç ay sonrası ilk defa kapağını açayım da buraya kadar boşuna getirmiş olmayayım ben de.”
Her ikisi de çabucak kahvaltıyı kaldırıp, kahvelerini yaptılar ve masanın başına geçip, aynı anda, çocuklar kadar şen, bilgisayarlarının kapağını açıp, hazırlandılar ve Türk kahvelerini içerken yazdıkları romanın geleceği hakkında konuşmaya başladılar. Tam romanları hakkında konu derinleştiği sırada dairenin kapısı hızlı hızlı çalındı.
“Birini mi bekliyordun Betül?”
“Yooo, hayır. Belki bakkal falandır.”
Betül sözlerini bitirir bitirmez hızlı adımlarla kapıya doğru yürürken yine hızlı hareket etmenin sonucu baş dönmesi kendisine eşlik etti. Tutunarak kapıya doğru giderken, bir yandan da aklı hala romanına yazacağı son sözlerde kalmıştı. Kapıyı açtığında, genç güzel bir kadın ve yakışıklı bir erkek kendisine gülümseyerek:
“İlknur hanım burada mı?” diye sordular.
“Burada ama, siz kimsiniz ve onun burada olduğunu da nereden bildiniz?”
“İçeri girebilir miyiz Betül Hanım?”
“Siz beni de mi tanıyorsunuz? Ama ben sizi tanımıyorum ki…”
Her iki gencin gülümsemeleri yüzlerini kaplayarak:
“Nasıl? Bizi tanımıyor musunuz? Biraz daha dikkatli bakın bize, eminim tanıyacaksınız…”
Betül, kapıdaki genç kadın ve genç adama alıcı gözle bir daha baktı. Evet, ikisini de bir yerlerden gözü ısırıyordu. Bu kızıl saçlı güzel kadın ve esmer yakışıklı genç adam bir yerlerden gülümsüyorlardı sanki kendisine.
“Bizi çok sevmiştiniz siz. İlknur Hanım’la da hep bizi konuşmuştunuz.”
Betül, dikkatle yüzlerine baktı. Evet, tanıyordu ama nerden? Birden bir ışık yandı sanki ve hayretle onların elini tutarak:
“Şimdi tanıdım, Mısra ve Cesur’sunuz siz. İlknur’un romanındaki o büyük aşkın kahramanları değil mi?”
“Evet, evet… Valla bravo size…”
“İlknur koş, İlknur… Bak burada kimler var…”
İlknur deli gibi koşarak içeriden geldi. Kapıda bir an durakladı ve sonra şok geçirmiş gibi arkadaşına bakarak:
“Ama, ama bunlar, bunlar… Benim romanımın kahramanları. Cesur ve Mısra. Ne işleri var ki burada?”
“İlknurcum, ben de pek anlam veremedim fakat bu gençler seni arıyorlarmış. Nasıl bildiler burada olduğunu ve buraya geldiler onu da bilmiyorum.”
Mısra, gizemli gülümsemesiyle:
“İlknur Hanım, aylardır bizi bilgisayarınızda yarım kalan romanınızın dosyasından kurtarıp da bir kitaba bastırmanızı bekliyoruz. Cesur da, ben de helak olduk yani! İnsan bizi bu kadar başıboş bırakır mı hiç?”
“Evet ya İlknur Hanım, siz romana başladığınızdan beri Mısra’dan hiç bu kadar uzak kalmamıştım. Onu, kokusunu, o güzelim saçlarına dokunmayı, sımsıkı sarılmayı ve öpmeyi öyle özledim ki…”
Mısra’ya tutkulu bir bakış atan Cesur, heyecanla onun yanına geldi.
İlknur şaşkın bakışlarla bir onlara bir de arkadaşına bakıyordu.
“Betülcüm, biz rüya mı görüyoruz? Bu gerçek olamaz değil mi?”
Betül arkadaşına bakarak şaşkınlıkla başını iki yana salladı. Bu arada Cesur konuşmaya devam ediyordu:
“Offf İlknur Hanım, anlayın artık bizi, birbirimizi çok özledik. Hatta sizi de çok özledik. Gözlerinizi kapatıp, hayallere dalmanızı, o hayallerinizi satırlara ve kelimelere dökmenizi, bizi zaman zaman ayırmak için bin türlü entrika çevirmenizi… Üzerinizde eski bir şort, bir penye tişört, saçlarınız bir kalemle tutturulmuş, kocaman bir fincan kahve hemen yanı başınızda… Bazen elinizde kahve ile odada dört dönmenizi, yazdığınız cümleleri beğenmeyip defalarca silmenizi… Sıkıldığınız anlarda elinize telefonunuzu alıp biraz gezinmenizi, yemek programlarına bakmanızı, bazen de Betül Hanıma veya kardeşinize telefon açıp son gelişmeleri anlatmanızı nasıl da özledik…”
“Betül ya, deli mi bunlar, ya da biz mi delirdik Allah Aşkına? Ne diyor bunlar?”
“İlknurcum, benim anladığım, romanını bir türlü bitirmemene kızan karakterlerin isyan çıkartmışlar ve gelip seni bulmuşlar. ‘Artık yeter…’ diyorlar, ‘Bitirin şu romanınızı, bizi kavuşturun ve biz, bir kitabın sayfaları arasında mutlu mesut sonsuza kadar yaşayalım. Okuyanlar da mutlu olsun…’ diyorlar.”
İlknur biraz da hışımla Cesur ve Mısra’ya döndü ve kızarak:
“Hıhhh… Nereden biliyorsunuz ki sizi kavuşturacağımı? Belki de ayrılırsınız? Kim bilebilir? Kurgu nereye giderse oraya…”
Mısra, ağlamaklı bir sesle: “Ya Cesur, baksana yazarımız ne kadar acımasız olmuş! Ya bir de anneanne oldu, daha yumuşar diye düşünüyorduk. Bizi ayırabileceğini söylüyor. Ben senden ayrılmak istemiyorum. Böyle bir şey olabilir mi?” dedi.
Cesur, Mısra’nın ellerini tuttu ve gözlerinin içine bakarak: “Asla Mısra’m, hiç merak etme gerekirse yazar değiştiririz. Kaçarız o dosyanın içinden ve sonsuza kadar yazarımız bizi asla bulamaz.” dedi.
Betül gülerek bir arkadaşına bir de karakterlere bakıyor ve kafasını iki yana sallayarak:
“Bence kızdırmayın yazarınızı… Gelin beraberce onu ikna edelim de sizi ayırmadan bir an önce bitirsin romanını.”
“Bence siz de kendinizi çok rahat sanmayın Betül Hanım…” dedi Mısra.
“O nedenmiş?”
“Birazdan anlarsınız. Biz gelirken Behiye ve Celal’de sizin evi soruyorlardı.”
O sırada kapının zili ısrarla çalmaya başladı. Betül ve İlknur şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.
“Biz yandık Betül, bak seninkiler de isyandaymış…”
Betül, panik içinde kapıya koştu tekrar. Kapıyı açtığı anda, kendi yaşlarındaki o zarif ve güzel kadın, Behiye ve yakışıklı oğlu Celal, diğer adıyla Maçi, onu hafifçe iteleyerek kapıdan içeri girdiler.
“Offf nihayet sizi bulduk Betül Hanım. Kaç kere geldik, ama evde yoktunuz. Bugün de bulamasaydık, artık sizin romanda yer almayacağımıza dair mahkeme celbini gönderiverecektik.”
“Mahkeme celbi de nereden çıktı Behiye?”
“Bir türlü ilerleyemiyor romanınız. Kadir’ime neler oldu? Kaybettim, romanın dosyasının içinde bir türlü bulamıyorum artık onu… Ya Celal’in başına gelenler, o yazdığınız olaylar, oğlumu öylesine üzdü ki… Sadece o da değil, minik torunum da çok üzgün. Manastırlı Yusuf’da da bilmediğim bir şeyler var. Sanki bana bir şeyler söylemek ister gibi hep yutkunuyor ama gerisi gelmiyor. Yazıp yazıp siliyorsunuz. Ne kadar zaman oldu siz bu romana başlayalı. Bitmiyor, bitemiyor bir türlü. Yetti artık!”
Betül, şaşkınlıkla karışık bir hayret ifadesiyle Behiye’ye döndü:
“Ama benim çabam hep romanım daha güzel olsun diye. Başka bir niyetim yok ki…”
“Hı hııı tabii öyledir canım, bundan eminiz” dedi Behiye ve devam etti. “Hiç düşünmediğiniz bir şey var. Karakterler havada kalmaktan yoruluyorlar. Belirsizlikleri sevmiyorlar. Mutlu son veya üzücü bir son ne olursa olsun, bilmek, ve yazarın romana son noktayı koyduğu klavyedeki tuş sesini duymak istiyorlar. O ses, onlara öykülerinin son bulduğunu ve yazarın artık onlarla vedalaştığını anlatıyor. Sonrasında, yayınevinden basılmış gelen ilk baskının mutluluğunu sizin yüzünüzde okumak istiyorlar. Pek çok yazar ve karakteri arasında sürtüşmeler hep bu gecikmelerden çıkıyor. Sizler bunu anlamıyorsunuz. Sözde kişisel gelişim falan da biliyorsunuz yani. Hani mükemmel diye bir şey yoktu? Hani mükemmel iyinin düşmanıydı?”
“Ay İlknurcum, bunlar neler de biliyorlar böyle. Demek bundan bitiremiyorum ben romanı bir türlü ilerlemiyor. Toslayıp duruyorum. Ukala karakterlerim benim, üstüme gelmeyin, atarım sizi romandan, oturur sil baştan yazarım, yan karakterleri ana karakter yaparım. Sizi de sepetlerim kitaptan.”
“Anne, ben sana demedim mi Betül Hanım’ın tersi çok fenadır, tehdide gelemez, bizi atabilir demedim mi?” diye küskün bakışlarla annesine baktı Celal.
“Biliyor musun bugün bir makalede okudum İlknurcum diyordu ki; ‘Yazarlar, yazdıkları oyundaki veya kitaptaki karakterlerin birinde mutlaka kendilerinden esinlenirlermiş. Düşündüm de doğru galiba…’ Baksana Behiye’ye, ne inatçı bir kadın. Sence kime benziyor?” dedi Betül.
Behiye hala hızını alamamış ve yazarı kızdırmaya devam ediyordu:
“Hiç üzülme oğlum, ona karakter çoksa, bize de yazar çok. Bu kadar yazılmış cümleleri var. Dosyanın hepsini alır da gideriz tek bir harfi bile bırakmam. Belki İlknur Hanım alır bizi. Hem Mısra kızım ve Cesur oğlumun olduğu bir romanda bize de kesin yer bulur İlknur hanım. Bulursunuz değil mi İlknur Hanım?” diyerek pası İlknur’a atıverdi Behiye…
“Hayır, ben bunu asla yapamam arkadaşıma. Siz yerinizde kalmaya bakın. Uzlaşın, anlaşın ve unutmayın ki taş yerinde ağırdır derler. Sizler de Maçi’ye aitsiniz ve Betül’e.”
“Aman bırak İlknur ya, giderlerse gitsinler. Bana karakter mi yok? Celal, anneni susturmazsan, şuracıkta birkaç satır yazar ve öldürüveririm onu da, kısacık bir zaman diliminde romanda yer alır, sonrasında yok olur.”
“Bunu bize yapmayın Betül Hanım, hayallerinizdeki roman tam olarak satırlara döküldüğünde, bizler o romanın içinde yer almaktan çok mutlu olacağız. Bunu bilin lütfen. Annem biraz sabırsızdır. Her şey hemen olsun bitsin ister. Oysa ben, biliyorum Maçi, benim hayatımın romanı olacak.” Celal, Betül’ün ellerine sarılmış, gözlerindeki hüzünlü ifadeyle yalvarır gibi bakıyordu yazarına.
Betül, Celal’in üzgün haline, Maçi’nin sevgili baş karakterine kıyamadı:
“Behiye, bak görüyor musun oğlunu? Benim akıllı karakterim, Celalcim, sen bir tanesin. Sırf senin hatırına anneni de romanda bırakırım belki.”
Cesur, Mısra’nın elini hiç bırakmadan konuşulanları dinledi ve Celal’in haline üzülerek:
“Mısra, görüyor musun? Betül Hanım hiç taviz vermiyor, en azından bizim yazarımız bizi dinliyor. Yapmak istemediklerimizi söyleyince, hemen değiştiriyor. İyi ki bizim yazarımız İlknur Hanım olmuş! Romantizm dedin mi onu tek geçerim zaten…”
“Yoo, Cesur, lütfen yani… Betül Hanım belki romantizmden dem vurmaz ama yazdığı her cümlede realizmin dibine vurur… Bizim romanımıza da romantizm pek uymaz zaten. Sizin yazarınız size, bizimki bize…” deyiverdi Celal.
İlknur ve Betül, karakterlerle bu konuşmalar sonrasında aptala dönmüşlerdi. Celal sözü tekrar alarak:
“Sevgili ve biricik yazarlarımız, İlknur Hanım, Betül Hanım, bize bir söz vermenizi istiyoruz. Önümüzdeki yıl, romanlarınız bitmiş ve kitap olarak basılmış olur değil mi? Hadi Cesur, gel biz bu konuyla ilgili yazarlarımızla el sıkışalım ve artık gidelim de onlar da çalışsınlar yoksa sonsuza kadar ‘bitmeyen senfoni’ gibi ‘bitmeyen roman dosyaları’ olarak kalacağız…”
Her ikisi de yazarlarıyla el sıkışmak ve sözleşmek için karşılarına geçtiler. İlknur ve Betül, onları kıramadılar ve kitaplarını mutlaka gelecek sene bitirmiş olacaklarına dair söz verdiler. Cesur, Mısra’nın elini sıkı sıkı tutarak İlknur’un bilgisayarına doğru yöneldi. Behiye ve Celal’de masanın üzerindeki Betül’ün bilgisayarının ekranına yanına geldiler. Birdenbire ortalığı bir duman kapladı ve kahramanlarımız arkalarında mavi bir sis bulutu bırakarak gözden kayboldular.
İlknur ve Betül, salondaki karşılıklı kanepelerde birden uyanıverdiler. Aynı anda… Birbirlerine şaşkın şaşkın bakarak:
“Biz kahve içiyorduk İlknurcum, ne zaman uykuya daldık… Çok garip bir rüya gördüm ben.”
“Ay ben de… Rüyamda Mısra ve Cesur buraya gelmişlerdi Betül. İnanamıyorum.”
“Behiye ve Celal’de buradaydı ve biz ikimiz onlara söz verdik. Gelecek sene kitaplarımız basılmış olacak. Bu sözden geri dönemeyiz yazarcım…
“Hadi o zaman, parmaklarımız ve beynimiz çalışsın. Karakterlerimizi daha fazla üzmeden yazmaya devam…”
****************************************
6 ay sonra:
İlknur ve Betül, caddedeki kitapçının önünde durmuş ve vitrinde duran kitaplarını gururla ve gülümseyerek seyrediyorlardı, yeni çıkan romanlarını kitapların durduğu vitrinde görmekten son derece mutluydular. Birazdan başlayacak imza günlerinde yer almak üzere ağır ağır dükkanın içine doğru yürüdüler.
“Altı ay kadar öncesini hatırlıyor musun ne garip bir gündü İlknurcum, ikimiz de aynı rüyayı görmüştük! Karakterlerimiz kırgın bir şekilde bize gelmişlerdi ve kitaplarımızı bitirmeye söz verdirmek için bizi zorlamışlardı. Aslında bu sayede kitaplarımız bitirdik.”
“İyi ki geldiler Betülcüm, bakalım yeni romanımın karakterleri de bir gün yine böyle gelecekler mi?”
“Yeni romanlarımız, yeni kadınlar, yeni erkekler, yeni öyküler… Efsane birer roman daha gelecek, eminim…”
Karşılarında mavi bir sis bulutu içinde, Cesur ve Mısra ile Behiye ve Celal, gururla gülümseyerek ellerini sallıyorlardı.
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net