Arif, bugün sevgili dedesini toprağa vermek üzere memleketi Kayseri’ ye gelmişti. Ne kadar da severdi onu… O güzel davudi sesi ile tıpkı bir destan anlatır gibi arkadaşları ve kendisine anlattığı hikayeler zihninde hala capcanlı duruyordu. Son görevini yaptıktan sonra, mezarının başındaydı, içindeki acıyı tanımlamakta zorlanıyordu.
“Canım dedem, atam benim, sen benim ve arkadaşlarımın hepimizin dedesiydin. Seni öyle sever ve sayardık ki... Bak görüyor musun, torunlarını! Şimdi hepsi buradalar, sana son vazifelerini yapmak için geldiler. Son zamanlarda ben de sık sık seni görmeye gelemedim ama aklım hep sendeydi, biliyorsun… Hele ninemi kaybettikten sonraki hayatın, ne kadar da zor geçmişti. O kadar gel yanımıza demiştik te, ‘Memleketimi bırakamam ben oğul,’ demiştin.”
Arif, gözlerindeki yaşları silmeye bile çalışmadan, birden kendini dedesinin hikayelerini anlattığı o eski günlerde, henüz çocuk olduğu günlerde buluverdi…
***
Sadık Dede, Erciyes’in tepelerinin perçem perçem karlarla kaplandığı, ıslıklar çalarak şehrin içini dolaşan rüzgarlı ve soğuk kış günlerinde, çıtır çıtır yanan sobanın alevlerinin tepelerde dans ettiği odasında, minderinin üzerine bağdaş kurarak oturur ve etrafına toplaşan torunu Arif ve onun arkadaşlarına, her akşam ünlü bir Türk büyüğünü tanıtmaya çalışırdı. Çocuklar, merak içinde onu dinlerler ve uykuya gittiklerinde bile düşlerinde eski Türk Kağanlarını görürlerdi.
-Dede, bugün bize kimi anlatacaksın? diye hep bir ağızdan merakla konuştular.
-Çocuklarım, yavrularım, bugün sizlere ünlü Türk Kağanı Mete Han’ ı anlatmak istiyorum. Bakalım diğerleri gibi bunu da sevecek misiniz?
-Dede, Mete Han kim, kimlerdenmiş?
-Durun bakalım çocuklarım, hele oturun şöyle bir etrafıma, nineniz de sizlere patlamış mısırları ve kestanelerinizi getirsin, hem yiyelim, hem konuşalım…
-Ah dede, yaşasın, diyerek ellerini çırptılar çocuklar.
-Evet çocuklarım, şimdi Mete Han’ ı beraberce tanımaya çalışalım.
Sadık Dede, eline okunmaktan yıpranmış, kenarları kıvrılmış eski ciltli kitabını aldı, gözlüklerini gözüne taktı ve gülümseyerek çocuklara baktı. Çocukların heyecanla kendisine bakan yüzlerindeki merak, mutlu ediyordu onu. Çocuklar ihtiyar adamın güzel hikayelerine doyamazlardı. Birbirlerine defalarca anlatırlar ve öyküler bittikten sonra, oynadıkları oyunlarda o gün anlatılan Türk büyüğü oluverirlerdi.
Sadık Dede, gözlüğünü gömleğinin cebinden ihtimamla çıkardı, camlarını hohladı ve gömleğinin kenarına sildi, kitabını eline aldı, içeriyi mis gibi kaplamış olan kestane kebabın ve ninenin onlar için hazırladığı ıhlamurun kokusu, hepsini mutlu etmeye yetmişti. Çocuklar onun ağzının içine bakarak, Mete Han’ ı dinlemeye hazırlandılar:
-Mete Han, büyük Hun imparatorudur çocuklar. Babası Teoman Han’ dan sonra başa geçmiş ve imparatorluğun sınırlarını bir uçtan bir uca genişletmiş bir yiğittir. Yaşadığı dönem, MÖ 209-174 yılları arasındadır. Bazı kaynaklar, Oğuz Kağan destanında anlatılan hükümdarın Mete Han olduğunu söylerler ama, bu kesin değildir. Mete Han için her zaman düşmanları tarafından söylenen bir söz vardır:
“Mete Han ansızın gelir…
Mete Han, gece yarısı gelir…
Mete Han, devasa ordularla gelir…” derlermiş.
Mete Han, Türk Kara Kuvvetlerinin kurucusu kabul edilir ve Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi için onun başa geçtiği tarih olan MÖ 209 yılı kabul edilir. Zaten ordumuzun armasında da bu tarih bulunur. Yani çocuklar, bizim ordumuzun tarihi işte bu kadar eskidir. Onun içindir ki, Türk ordusu kimse tarafından yenilmez. Daha kimselerde düzenli bir ordu yokken, Mete Han, büyük bir ordu kurmayı başarmış. Daha önceleri, askerler savaş olduğunda çağrılır, savaş bitince dağılırlarmış. Ama, Mete Han, ne yapmış?
-Ne yapmış dede? diye bütün çocuklar merakla sordular.
-İşte Mete Han, ilk düzenli orduyu kurmuş çocuklar. Islıklı ok tabir edilen oku atmayı da ilk o başlatmış. Çin kaynaklarına göre, ıslıklı okun mucidinin de Mete Han olduğu söylenir.
-Islıklı ok da neymiş?
-Okun uç kısmına delikler açılarak üretilirmiş. Bu ok fırlatıldığı zaman, o deliklerden hava girmekte ve ses çıkararak gitmekteymiş. Düşünsenize yavrularım, ordunun düşman üzerine böyle oklar göndermesi sırasında savaş alanında çıkan sesleri… Allah Allah… Kim bilir nasıl da korkuturdu onları… Bu oklar öldürme amaçlı da değilmiş zaten. Ordunun dikkatini nereye vermesi gerektiğini gösterirmiş. Düşmanın moralini bozmak için bundan daha güzel ne olabilir ki? Mete Han, bu okun kullanımını da sadece rütbeli askerlere vermiş. Bir nevi işaret fişeğiymiş bu ok. Savaş esnasında askerlere nereye ateş etmeleri gerektiğini gösterirmiş. Başa geçtiğinde, ordusunu tamamen atlı birliklerden oluşturmuş. Bir gün, ordusunun itaatini ölçmek için, okunu çok sevdiği atlarından birine fırlatmış ve askerlerinden de bu ata doğru oklarını fırlatmalarını istemiş. Askerlerinin bir kısmı, okunu fırlatmaktan çekinmiş ve yapamamış. Mete Han için, en çok önem verdiği şey, emre itaat olduğundan, ok atamayan askerlerini cezalandırmak için okları onlara doğru hedef aldırmış ve hepsini öldürmüş.
-Dede, yazık değil mi o askerlere? Nasıl da kıymış onlara?
-Yavrularım, askeriyede en önemli olan itaattir. Emre itaat! Başarı ancak bununla gelir. Anında karar verme, gösterilen hedefe doğru birlikte hareket etme gibi bugün bile geçerliliğini koruyan ilke ve kuralları da o oluşturmuş.
Sadık Dede, okumasına biraz ara verip çocukların yüzlerini gözledi ve hala dumanı tüten ıhlamurundan bir yudum aldı. Hepsinin yüzlerinde büyük bir Türk’ ü daha dinlemenin verdiği heyecan okunuyordu. Her birinin ruhu, bir Mete Han olarak akmaya başlamıştı bile…
-Mete Han, diyerek devam etti Sadık Dede, babasının Teoman olduğunu söylemiştim sizlere. Türk’lerde, Türk olan hanımdan doğan ilk erkek çocuk başa geçermiş her zaman. Ama babası, Çinli eşinin kendini kandırmasıyla, Mete Han’ı değil de kardeşini başa geçirmek istemiş. Bazı kaynaklara göre, Mete Han’ı Çinlilere tutsak vermiş. Mete Han bu, hiç uzun süre tutsak yaşayabilir mi çocuklar?
-Hayır, tabii ki hayır… diye hep bir ağızdan bağırmış çocuklar.
-Evet yavrularım, Türkler tarih boyunca hiçbir zaman tutsak yaşamazlar, yaşayamazlar... Mete Han, on altı yaşında esaretten kaçmış ve kendisine bağlı bir ordu kurarak, devlet erkanı ile birlik olmuş ve babasını öldürmüş ve Hanlığı ele geçirmiş. Mete Han, öyle cesur ve öyle becerikli bir yiğitmiş ki taa dört yüz metreden okunu atarak hedefini vurduğu söylenirmiş. Mete Han sık sık ellerini yumruk yaparak gök yüzüne kaldırır gözlerini bulutlara dikerek, yeri göğü titreten bir sesle,
‘And olsun ki Gök Tanrıya, bir gün tüm Türkleri bayrağımın altında toplayacağım,’ diyerek gürlermiş.
-Dede, babasını mı öldürmüş? Neden? diye merak içinde sordular çocuklar.
-Devletin devamı için, kendisini Çinlilere tutsak verdiği için, hakkını elinden alıp, Çinli anneden olan oğlunu başa geçirmek istediği için babasını cezalandırmak istemiş çocuklar.
“Benim için ülkem, babamdan bile önce gelir…” dermiş. Onun için önemli olan sadakatmiş, devletiymiş, topraklarıymış… Başa geçtikten sonra, tüm Türk boylarını örgütlemiş. Hun imparatorluğu cihana yayılmaya başlamış. Bir gün, Moğollar, ondan çok sevdiği atını istemişler, devlet erkanı bu fikre karşı çıksa da, Mete Han, atını Moğollar’ a vermiş. Atı alan Moğollar, daha da şımararak bu sefer de iki ülke arasında kalan toprakları kendisinden istemişler. Mete Han, bu talebi de yine devlet erkanına sormuş… Onların bir kısmı da, “Bir karış toprağın hükmü nedir ki, en sevdiği atını verdi, bunu da verelim…” demişler. Mete Han, o kadar sinirlenmiş ki bu sözleri söyleyen devlet erkanının da başlarını vurdurmuş ve tarihe geçen bir sözünü daha söylemiş:
‘Benden eyerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin yine vereyim çünkü onlar benimdir. Lakin, vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem veremem! O topraklar benim değil, milletimindir…’ demiş.
Yaaa, çocuklar şimdi anladınız mı Türkler için toprak neden bu kadar önemlidir, mukaddestir? Neden bir karış toprak bile feda edilmez? Neden şehitlerimizin kanı ile sulanan bir parça topraktan hiçbir zaman vaz geçilmez? İşte, bizim bu özelliğimiz çok eski yıllardan, taaa ecdadımızdan gelmedir…
-Dede, bu diğer Türk büyüklerine hiç benzemiyor, çok yiğit bir adammış gerçekten.
Çocuklar heyecan içindeydiler. Yanakları al al olmuş, Mete Han, hepsini derinden etkilemişti.
-Hem biliyor musunuz, birlikten kuvvet doğar diyen Mete Han, Türkçe konuşan bütün Türk boylarını egemenliği altına almış. Yıka yıka gelmiş ve tüm toprakları ülkesine katarak tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurmayı başarmış. Hem de kısacık bir zaman diliminde, sadece otuz beş senede… Öyle bir genişletmiş ki ülkesinin sınırların ünü dünyaya yayılmış. Korkusu cihanı tutmuş. Türklerden korktukları için yapılan ve kimse geçemez denen Çin seddini geçen ilk Türk hükümdar o olmuş. Çinlilerle savaşmış ve onları yenmeyi başarmış. Yendikten sonra da vergiye bağlamış o büyük Çin İmparatorluğunu. Ün salmış yedi düvele. Meşhur sözlerinden birini daha söylemiş Mete Han:
“Eğer Çin Hükümdarı, Hunluların Çin sınırına yaklaşmasını istemiyorsa, sınır muhafızlarına ve sınır boyunda yaşayan halka, sınırlardan uzaklaşmayı emretmelidir.” demiş.
-Dede, neden topraklarına katmamış ki Çinlilerin topraklarını?
-Derler ki Mete, hiçbir zaman Türk ırkının başka ırklarla karışmasını istememiş. Bu yüzden de onları vergiye bağlamayı tercih etmiş. Öyle yiğit bir handır ki koskoca Çin ordusu bile onunla baş edememiş. Mete’ nin yirmi bin askerine karşılık Çinlilerin üç yüz bin askeri varmış. Mete Han’ ı biraz düşünceli gören komutanlarından biri, “Ne oldu Han’ım, yoksa Çinlileri yenemeyiz diye mi düşünürsünüz?” sorusunu yöneltince, yine tarihe geçen şu cevabını vermiş kendisine: “Yenmesine yenerim de, o kadar Çinliyi nereye gömeceğim diye düşünürüm…” demiş.. Askerlikte onluk sistemi de oluşturan oymuş.
-Onluk sistem nedir dedeciğim? diye merakla sorar çocuklar.
-Çocuklarım, onluk sistemi de ilk o düşünmüş. Askeri bir dehaymış Mete… Savaş alanlarında emirlerin birliklere daha kolay ulaşması ve orada bir yönetim zafiyeti oluşmaması için onluk sistemi kurar. Onbaşı Yüzbaşı Binbaşı Tümenbaşı gibi rütbeler oluşturulmuş ve bu sayede Türkler, en karmaşık savaş alanlarında bile yönetimsel olarak kargaşa yaşamamışlar. Bu sistem, askerlikte bugün bile aynen kullanılmakta. Mete Han, bir devlet hayal etmiş ve olanca gücünü bu devleti kurmak için, seferber etmiş. Türkler’ de söylenen çok meşhur bir söz daha vardır.
“Hun, göğün mağrur oğludur ki ufak saray teşrifatına ve merasime önem vermez.”
-Dede, Oğuz Kağan destanı demiştin ya bize, bir de onu anlatsaydın?
-Yavrularım, bugün biraz yoruldum, ama size söz, bir gün de sizlere Oğuz Destanını anlatmak boynumun borcu olsun…
***
Arif, birden silkinerek kendine, bugüne geri geldi, tek tek etrafındaki arkadaşlarının yüzlerine baktı. Hepsi Sadık Dede’ yi o güzel ve bilge insanı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorlardı. Arkadaşlarını etrafına çağırdı, hepsi el ele tutuştular ve ağızlarından sanki sözleşmiş gibi Sadık Dede için şu sözler döküldü:
“Mete Han, ansızın gelir…
Mete Han, gece yarısı gelir…
Mete Han, devasa ordularla gelir…”
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net