Bu yazıyı, onu kaybedişimizin 1. yıldönümünde kaleme almıştım. Bir kokudan arda kalanlar…
Dün burnuma gelen bir kokuyla, birdenbire anımsadım geçmişte kalan bazı güzel anıları ve o’ nu.
O, benim amcamın eşi… Ne kadar farklı ve ne kadar hoş bir insandı. O’ nu her hatırladığımda, geçmişteki bazı anılarım canlanıveriyor. Ben küçücük bir çocukken henüz, Kızıltoprak’taki amcamın evine gitmiştik ve ben, çok hastalandım. Ateş, nöbet yatıyorum odalardan birinde. Mis kokulu tülbentler ıslatılıp ıslatılıp alnıma kompres yapılıyor ve yengem, neredeyse sabaha kadar, anneme bile bırakmadan, ateşim düşene kadar bekledi başımda. Şu an bile, sanki elinin alnımda gezindiğini ve çok güzel masallar anlattığını hatırlıyorum… Doğum günlerimde özel yapılmış incili pastaları ve getirdiği muhteşem hediyeleri… Çok güzel ve değişik yemekler yapardı bizler için.
Onların evinde, sabahları uyandığımda, çoktan çay hazırlanmış olurdu. Buram buram kokan kızarmış ekmek ve çeşit çeşit marmelatlar, çok fazla çeşit olmazdı kahvaltı sofrasında ama o marmelatların her birinde sevgisi olduğundan mı nedir, çok güzel kokarlardı... Özel olarak, çoğunlukla ben çok seviyorum diye benim için yaptığı fırında makarnası… Dondurma yapardı bizim için buz kaplarında, arada bir buzdolabından çıkartılıp, çırpılır mis gibi salep kokusu etraf yayılırdı. Şimdiki gibi fabrika dondurmalarıyla henüz tanışmamış olan bizler, merak ve heyecanla beklerdik o dondurmaların bizlere servis edilecekleri saati…
Yaptığı ve yapacağı hiç bir şeyin lafını bile etmezdi, sessiz ve sakince yapılmış bulurduk onu. Çok güzel sohbetlerimiz olurdu ve hep derdi ki, aslında bizim altı çocuğumuz var, benim üç oğlumun yanı sıra, sizlerde benim kızlarımsınız.
Sakin, hiç yükselmeyen sesi, bizlere bir sükunet aşılardı. Tartışmayı hiç sevmezdi ve izinde vermezdi. Amcamın yüksek sesle konuşmalarını onun nazik sesiyle dingin bir üslupla cevaplarını hatırlarım. Nasıl da güzel giyinirdi. Her ortama göre giyinmeyi, etrafındaki insanları rahatlatmayı çok iyi bilirdi.
Bizlere en önemli öğütlerinden biri;
“Aman çocuğum, kuranderde kalmayın…”
Fransız okullarında okumuş, farklı bir kültürü de tanıyarak büyümüş olmasına rağmen, gelin geldiği aileyi öylesine benimsemiş, o kadar bizden olmuştu ki, en çok bize gelmeyi sevdiğini söylerdi. Kendi anlatımıyla, her hafta sonu o incecik topuklu ayakkabılarıyla yola çıkıp, “karşı’ dan” bize gelir, hep beraber olurduk. Çocuklarla öylesine bir arada büyüdük ki, biz onları, onlar da bizi kardeş olarak gördük… Bu işte en önemli etken, annem ve yengemdi. Yengemse, ailede ne yapması gerektiğini hep annemden öğrendiğini söylerdi. Annemin hareketlerine bakarak, aynılarını yapmaya çalıştığını ve onu örnek aldığını söylerdi. En büyük hayali, annemle karşılıklı evlerde oturmaktı. Ben, o kadar iyi anlaşan iki elti hiç görmedim.
O, sessiz ve derinden hep bizleri izlerdi. Bizlere sezdirmeden kontrol yapardı. Ben evlenirken bana demişti ki:
“Unutma, eşinle kavga etsen bile yatağını terk eden asla sen olmayacaksın. Sonra geri dönüş çok zor olur. Gidecekse o gidecek.”
Evlendik, çocuk sahibi olduk ve oğlum büyümeye başladı. Artık delikanlı oluyordu. Yine bir öğüdü vardı:
“Hiç belli etmeden, kontrol et, kötü bir arkadaş edinmiş olmasın…”
Kendisini telefonla aradığımda, telefonu açarken, öyle bir alo deyişi vardı ki, o ses tonunu bugün bile hatırlıyorum…
Dostumuzdu o bizim, her konuyu kendisiyle rahatlıkla konuşabileceğim, ailemdeki güzel insanlardan biriydi.
O’ nu kaybettikten sonra, karşıdaki ev kapandı bize…Artık Göztepe’ de yengem yok, o ev yok…
Dünkü kokunun bana anımsattıkları, bu kadarla sınırlı değil elbette. Onları yazmaya devam edeceğim. Ailemi, babamı, amcamı, babaannemi, hiç tanımadığım halde fikirlerini hala yaşatmaya dedemi sizlere anlatacağım…
Onlar, hatıralarını alıp gittiler. Özlemleri bize kaldı…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net