Nazım Cem, kendisini biraz biraz tanıdınız “Dedem ve Ben” serisinden. Artık sıra onun hikayesinde, bildiğim kadarıyla babamı anlatacağım size, babamı anlatırken, kocaman bir aileyi de daha iyi tanıtmış olacağım.
Nazım Cem’ i de seveceksiniz eminim. O, benim babam olmanın yanı sıra, bir kabilenin de babası aynı zamanda. Bayraktar’lar onu ayrı sever ve sayarlar… Annesi, babası, kardeşleri, çok, sevdiği, aşık olup evlendiği eşi, çocukları ve nedense her zaman kendisiyle farklı bir bağ hissettiğim ben, yani 3 kızından en küçüğü…
Babamı anlatmak istesem ilk ne derdim acaba?
Gölgesi ağır derler ya, işte öyle insanlardan, uzun boylu, heybetli, bıyıklı, gözlüklü, davudi sesli , ilk görüşte karşısındakilerde çekingenlik uyandıran içi sıcacık bir insan.
Babam ve benim aramda her zaman özel bir bağ olduğunu hissetmiştim. Çocukluğumdan beri, onunla konuşmak, tartışmak, bir konu hakkında fikir alışverişinde bulunmak hep iyi gelmiştir bana. Bana hiç bir zaman “Sus, konuşma, sen de ne kadar çok soru soruyorsun.” gibi sözler denmedi. Oldukça özgür büyüdüm ben. Bu özgürlük hayatım boyunca, kendimi her yerde rahatça ifade edebilmemi sağladı. Şimdi bakıyorum da, tüm uzmanlar çocuk yetiştirme konusunda yapılması gereken doğru hareket ve sözleri anlattıklarında, gülümseyerek;
“Ben böyle büyüdüm, büyütüldüm işte.” demek istiyorum.
Gerçi, annem babamdan çok daha sıkıydı doğrusu. Herhangi bir konuda izin almak istediğimde, doğruca babama koşardım anneme hiç bahsetmeden. Babam, eğer ki, “ Kavaktan yukarı yol gider.” demişse, o konuyu bir daha açmaya hiç gerek yoktu. Çünkü o konu kavaklara yollanmıştı. Eğer ki, “Bakalım…” demişse ve manidar bir susma payı gelmişse o sözcüklerin ardından, yine beklemek ama umutlanmak gerekti. Hiç bir zaman doğrudan “Hayır” demezdi hep bir düşünme payını koyarmış kendisine, bunu daha sonraları anladım. Tarz ve tavrından bizlerin anlamamızı isterdi.
Bizler mutlu bir çocukluk dönemi geçirdik. Ailemizde, genç yaşta hayatını kaybeden o kadar insan varmış ki… Geriye kalanların hepsi çok gençler. Evlenmişler, hepsi iş güç sahibi olmuş, çoluk çocuğa karışmış, daha dingin bir yaşama geçmişler. Bizler bu güzel ailenin içinde yer almaktan hep mutlu olduk, bizi her zaman başımız dik ve huzurlu yaşattıkları için, onlara hepimiz sonsuz teşekkür borçluyuz.
Gelelim Nazım’ın hikayesine, soğuk bir şubat günü, 28 şubat 1921’ de Kayseri’de bir evde dünyaya gelir Nazım Cem. Ailenin ilk çocuğudur. Bu ilk olmak kendisine hayat boyu sürecek olan bir sorumluluk yükleyecektir. Annesi, henüz 15 yaşındadır. Şimdi baktığınızda bir çocuk, çocukken çocuk sahibi olmuş bir çocuk.
Soğuk günlerde, kendisine nasıl baktı, çocuğuna nasıl baktı bilemiyoruz. dedem Mahmut Şevket, çok mutludur. İlk çocuğu dünyaya gelmiştir o yaşadığı acılar ve parçalanan ailesinden sonra, bir aile kurmayı başarmıştır. Kendince mutludur da, işi vardır, evi vardır, karısı vardır ve bir çocuk, o da olmuştur. Daha ne istesin ki?
Adını koymak gerektir çocuğuna, kendi ağabeyinin, hani o üç aylık evliyken askere giden ve geri dönmeyen, dağ gibi heybetli, yakışıklı Nazım’ın adını koyar oğluna. Sonra da der ki;
“Bu çocuğumuzun adı, Nazım Cem olsun Fatma."
O çocuk, kaybettiği ailesinin yeniden inşasında ilk tuğladır, oğludur, Hissetmektedir, oğlu, yiğit bir erkek olacaktır ve ilerleyen yıllarda kendisi, Nazım Cem’ le hep övünç duyacaktır…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net