Epeydir yazamadım baba, hem işler hem de ülkedeki beklenmedik olaylar seni yazmama engel oldu. Neler oldu bir bilsen, Özgecan’ı kaybettik. Hem de nasıl biliyor musun? Bir caninin hunharca katli sonrası kaybettik güzelim çocuğumuzu. O olaylara feveran etmemiz ve isyanımız bitmemişken, dün yeni bir olay daha oldu ve gazeteci Nuh Köklü, yine vahşi bir esnaf tarafından katledildi. Sebebi, yolda çocuklar gibi kar topu oynamasıydı.
Nasıl bir ülkeye dönüştük bilemezsin baba. Sen hep derdin ki, ben kızlarımı hiç bir erkeğe değişmem. Senin de, başka babaların da kızlarını nasıl sevdiklerini ve düşündüklerini biliyorum. Pekiyi ama, Özgecan’a bu canavarlığı yapan da bir baba. Bir kızı varmış, bir de eşi… İşin daha da kötüsü bir de babası var kendisine yardım eden.
Dehşet günler yaşıyoruz ve bütün bunların müsebbibi bir tek kişi. O diyor, sonuç böyle oluyor. Yani, kısaca çok üzgünüz baba, ülkece bir travma yaşıyoruz, ikiye bölündük resmen. Bizimkiler var, bir de “onlar”. Bizler, “onlar’ ı” sevemiyoruz bir türlü. “Onlar’ da” bizi. Ne olur, bugünler, nasıl biter sonunda senin hep dediğin gibi; “Göç gide gide düzelir” mi ne dersin?
Gelelim bizim hikayemize…
1960’ lı yılların sonuna gelmek üzereyiz artık. Ailede iki küçük kuzenim doğdu. İlk defa küçük bebekler görüyordum. Ah ne severdik hepimiz onları, muhteşem bir şeydi onlarla oynamak, onları sevmek ve küçük bebeklerin özümüzün önünde büyümelerini izlemek.
O yıllarda TRT, siyah beyaz yayınlara başladı. O günlere kadar sadece haftada 3 gece saat 19:00 ile 21:00 arası sanırım İTÜ deneme yayınları yapılıyordu. İlkokul öğretmenimiz folklor oynamamız için bizi bu yayınlara çıkartmak üzere Maçka’daki İTÜ stüdyosuna götürmüştü. Annemler, canlı olan bu yayını izlemek üzere, o yıllarda televizyonu olan bir dükkana gidip izlemişlerdi. Biz o görüntüleri hiç izleyemedik tabii. Çok heyecanlanmıştık. Ne güzel bir anı olarak kaldı içerimizde. Teşekkürler Münevver öğretmenim, seninle pek çok ilki yaşadım ben. Çok şanslı bir çocuktum gerçekten. Senin gibi tam bir cumhuriyet çocuğundan eğitim aldığım için. Sadece bu televizyon meselesi değil, vali konağına götürdü bizi o devrin valisiyle Niyazi Akı’yla tanıştık, Belediye Başkanlığına götürdü bizi, Haşim İşcan’la tanıştık. O yaşta bir çocuk için çok hoş deneyimlerdi bunlar.
Televizyon giderek yayınlarını artırmaya ve günlerini, saatlerini çoğaltmaya başlamıştı ve televizyon giderek evlere ve hayatımıza girmeye başladı. Yayın olmadığı zamanlarda üzerine dantel bir örtü örtülerek süslenen, hatta üzerine bir biblo bile yerleştirilen, yayın zamanı o örtülerin itina ile katlanarak kenara koyulduğu yıllar… Herkesin birbirine misafirliğe gittiği yıllardan, televizyon olan evlere doğru misafirliklerin fazlalaştığı yıllar. Televizyonu olanların misafirlerden yıldığı, misafirliğe giden insanların da yarı utanarak, yarı da arsızlaşarak gittikleri gezmeler. Gitmeden olmuyor, gitsen gittiğin evlerde surat asılıyor. Teknoloji bu, çekiyor kendisine… O devirlerde henüz bu kadar aptal kutusunun esiri değildik ve derken, siyah beyaz, sadece VHF kanallarını içeren televizyonlarımızda, dizileri keşfetmeye başladık. Hayatımıza girenler, artık siyah beyaz Amerikan dizlerinin kahramanları.
Haberler girmeye başladı hayatımıza ve necefli maşrapalar. Yayın kesildiğinde ne kadar olduğunu bilmeden bir necefli maşrapa koyarlardı yayına ve bizler sabırla beklerdik yayının tekrar geri gelmesini. Yayın bittiğinde, mutlaka İstiklal Marşı çalınırdı ve bizler sonuna kadar beklerdik marşın bitişini. O yıllar, ah o yıllar, ne kadar masum ve ne kadar güzelmişiz. Haberleri sunanlar, şimdiki gibi değil, Jülide Gülizar gibi muhteşem Türkçe konuşan ve konuştuğu Türkçe ile bizi mest eden. Neler neler anlatılırdı o haberlerde.
Reklamlarda bile ekranı susturmayı bilmezdik. Reklamları hayran hayran seyrederdik. Hatta kendi aramızda reklamları konuşurduk bile. Şimdilerde, hemen sesini kısıyoruz veya zaplıyoruz ya, o devirde öyle zaplamak falan bilmiyorduk. Bunlar hep bizim dilimize sonradan girdi.
Müzik, yavaş yavaş Türk Hafif Müziği adı altında aranjmanlar olarak hissedilmeye başlandı. Birden bire bir patlama gibi Anadolu Rock Müziği hayatımıza girmeye başladı. Anadolu halk müziği ile rock müziğin birleşimi müzik türü…
O devirlerde yurtdışında da ilk dönemlerde Beatles, daha sonraları Rolling Stones, Led Zeppelin, Yes, King Crimson, Pink Floyd ve bu listenin uzayıp gidebileceği daha bir dolu gruplar piyasaya çıkmışlardı.
Yurt dışındaki bu grupların patlamasından sonra ‘67-68 yıllarında, Türkiye'de de başta Cem Karaca, Erkin Koray, Barış Manço ve Moğollar olmak üzere birçok grup ve müzisyen kendilerini yurt çapında üne kavuşturacak ilk 45'liklerini çıkarmışlardı. Böylece Anadolu Rock’ın temelleri de yine aynı senelerde böylece atılmış oluyordu ve ülke olarak bu akıma çok ısınmıştık. O yıllarda ne kadar sevmiştik kendilerini… Şimdi bile dinlediğim her şarkı beni o günlere o yıllara götürüyor, bir başka duygu seliyle gözlerim yaşarıyor.
Cem Karaca deyince ilk aklıma gelen şarkı “Resimdeki Gözyaşları” adındaki muhteşem şarkısıdır. 1968 nasıl bir yılmış böyle, Barış’ı da “Kol Düğmeleri” şarkısı ile aynı yılda tanıdık . Birbiri ardına gelen Erkin Koray şarkıları olan “Anma Arkadaş”, “Hop Hop Gelsin”, “Sana Bir Şeyler Olmuş” gibi şarkılarla vurgun yemiş gibiydik.
O yıllarda TRT denetleme kurulu diye bir şey vardı. Şimdiki gençlik bundan hiç anlamaz. Her şarkı yayınlanmazdı TRT’de. Bizler adına denetleme yapan üstün insanlar vardı. Onlar neyi dinleyebilirsiniz derse, onlar dinlenirdi. Diğerleri asla… Haa, bir de Polis radyosu diye bir şey vardı. Kısa dalgadan yayın yapan. Orada bu yasaklı denilen parçalar çalardı. Ölürdük onları dinlemek için.
Politika nasıl şekilleniyordu o yıllar bir sonraki yazımızda inceleyelim seninle baba… Sen pek sevmezdin bu müzik türlerini ama Cem Karaca’nın sesini çok severdin. Sonraki yıllarda vatandaşlıktan çıkarılınca, çok kızmıştın da bir daha dinlemez olmuştun…
Neyse baba, geçmişte seninle gezinmek çok zevkli biliyor musun. Hatıralarımın kapağını kaldırıyorum, beraberce bakınıyoruz…
Görüşmek üzere….
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net