Pazar sabahı uyandık, bir de ne görelim, cumhuriyet tarihimizin ilk toprak kaybını yaşamışız. Süleyman Şah Türbesi, terk edildi ve geri dönüldü ve bu büyük bir başarı gibi anlatılmaya çalışıldı halka. Hani bir facebook’umuz var ya, bir de twitter’ımız, oralardaki yorumlar muhteşemdi. Necip halkımın yarısı bu büyük başarıyı paylaştı, diğer yarısı dalga geçti. İkiye ayrılmış bir halk… Bu arada yıllar sonra öğrenci olaylarında ilk ölümü yaşadık. Bu da beni dehşete düşüren ikinci konu oldu. Biz böyle, ağır aksak giderken ülke olarak, Ukrayna’da da işler kızışıyor. Her an savaş patlayacak gibi. Bir nesli savaşlarda kaybedecek gibi duruyoruz. Düdüklü tencere gibi dünyanın hali. Dur bakalım, ilk nereden fıslamaya başlayacak?
Bugün seninle o yıllardaki siyasete biraz girelim mi baba? 60’lı yıllarda siyaset nasıldı, ülkede, evde, sokakta…
1968 kuşağını tanımak, bilmek kök nedenlerini kavrayabilmek gerekir. Onlar, bir nevi idol’düler. Güzel insanlardı pek çoğu. Özgürleşmek istiyorlardı, tam bağımsız Türkiye istiyorlardı, ideallerinin peşinden koşuyorlardı. Onlar Deniz’lerdi… Fransa’dan başlayan hareket, daha sonra tüm dünyayı sardı. Sol görüşlü 60 kuşağı, 68 hareketine de öncülük etti.
Eşit iş, eşit aş, hak adalet isteyen gençlerdi onlar. Kimsenin kendilerini anlamadığından şikayet etmezlerdi. Halkının yardımına koşanlar onlardı. Ben, 68 yılında henüz 12 yaşında falandım. Etrafta neler olup bittiğini tam olarak anlayamasam da, ilgimi çekiyordu, cazip geliyordu devrim, proleterya, hak, adalet ve bağımsızlık sözleri.
Seninle tartışmalar yapardık, hep sorardım, hiç bıkmadan açıklardın. Şimdi anlıyorum ki, benim kayıp gitmemden de korkardın biraz. O yıllarda elime ne geçerse okuyan ben, biraz daha seçici olmaya başlamıştım. O tarihlerde ilk okuduğum bu yöndeki kitabın adı kimin olduğun bile bilmediğim diyalektik ve materyalizm isimli 70-80 sayfalık bir kitaptı. Nereden elime geçmişti bilemiyorum aslında çok da anlamadım. Sorarak öğrenmek daha kolay geliyordu. Artık giderek ergenlik çağına da girmeye başlamıştım. Ukalalık diz boyuydu bende. Sen, tüm bunlara bilinçli olarak müsamaha gösterip, beni istediğin gibi biri olabilmem için bilinçlendirdin. O devirde tüm bunları anlamak güçtü hele ki o yaşlarda bir çocuk için. Heyecanla her gün yeni bir şey tartışıyorduk ve bıkmadan cevaplıyordun beni.
Bir gün amcam bize gelmişti. Ona dedim ki, heyecanla “Amca, ben politikacı olmak istiyorum.” Bana şöyle bir baktı ve dedi ki; “Kızım, bizim aileden yalancı çıkmaz. Sende yalancı olamadığından politikacı olamazsın.”. Çarpıldım sanki, politikacı ve yalancı! İki kelime yan yana… Neden dedim içimden, amcam o kadar kesin konuşmuştu ki , bir bildiği vardır diye düşündüm.
O devirlerde durup durup 6. filo İstanbul’a gelirdi ve İstanbul’da devrimciler, her 6. filo geldiğinde eylem yaparlardı. Bu eylemlerde, askerlerin keplerini almak, kırmızı boya atmak ve askerleri denize atmak gibi şeyleri anımsıyorum. Asıl protesto eylemi, hafızamıza kanlı pazar olarak kazınan eylemdir. Yanılmıyorsam 69 yılı kışıydı. Şubat gibi anımsıyorum. 6. Filoyu protesto etmek için Taksim meydanında toplanılacak ve eylemlerin ardından dağılacaktı gençlik örgütleri. Ama hep aynı korku, ben gençken var olan, hala da var olan, şu bitmez tükenmez kominizm tehlikesi, yine devreye girdi.
Göstericiler Taksim’e yürümek üzere toplanırken, komünizime geçit vermemek ve ders vermek üzere toplananlar, 6. filoya karşı namaz kıldılar diye hatırlıyorum. Çok küçüktüm hafızam beni yanıltabilir sonra da Taksim’de iki grup karşılaştı ve komünizme geçit vermemek üzere toplanan sağ görüşlüler, taş ve sopalarla saldırdılar. Ölenler ve yaralananlar oldu. O devirde, Süleyman Demirel başbakandı.
Aşağıdaki yazıyı Nokta dergisinin 87 tarihli internette dolaşan bir yazısından. Sadece bir tek şeye dikkat etmenizi öneririm, aradan bunca yıl geçmesine rağmen bu ülkede değişen bir şey var mı?
“Kanlı Pazar'ın" filmi ilginç el değiştirme serüvenlerinden sonra CHP tarafından satın alınmıştı. Eski CHP milletvekillerinden Orhan Birgit, Nokta'ya filmin öyküsünü şöyle anlatıyordu: "Filmi İsmet İnönü ile birlikte dehşet içinde seyrettik. CHP yöneticileri vardı ilk izlemede. Çok etkili görününce ertesi gün genel grup salonunda seyrettik ve herkese açtık. ‘İsteyen AP’ liler de seyretsin’ dedik. AP’ lilerden de gelip izleyenler oldu. O film bazı söylentileri açıklığa kavuşturuyordu. Belirli tiplerdeki insanların ellerinde sopalarla gençlerin üzerine saldırdığı ve polisin kayıtsızlığı net olarak görünüyordu. O zamanki iddialarımızdan hiçbirini AP yanıtlayamadı.”
Şimdi neyse, o devirde de o. Aslında özgürleştik falan palavraları arasında ne özgürleştik ne bir şey. Aradan geçen yıllarda eskiyen ve yıpranan sadece cumhuriyetimiz oldu.
6. Filo neyi simgeliyordu? Gelişi neden protesto ediliyordu? Beyazıt Alanı’nı dolduran kalabalık bu konuya hiç kafa yormamıştı. Sadece onlara denilmişti ki, "Din elden gidiyor.” Sonrasında olan bitenler ise, hala aynı mantık… Değişmemişler. Nereden nereye, sene 1969, kanlı pazar ve sene 2013, gezi olayları… Hep aynı görüntüleri görüyoruz ne yazık ki…
Evet baba, bu da benim çocuk gözümden hatırladıklarımla bir analiz oldu. 68 olaylarına, devrimci gençlere, Deniz’lere… Şimdi bana diyeceksin ki, henüz küçüktün bir takım şeyleri anlayamıyordun... Belki de... Aslında anlıyordum baba, sen de ben de, ülke de anlıyorduk nereden nereye doğru gittiğimizi ama 60 ihtilalinin yarattığı o yalancı bahar yavaş yavaş biterken ve sağ görüşlü iktidarlar, her gün bir çiçek daha koparırlarken özgürlüklerden, bizler de büyümeye çalışıyorduk.
Ülke hızla 1970’lere doğru gidiyordu. Bu arada bu kadar hengame arasında ablam üniversiteyi bitirdi ve işe girdi. Diğer ablam da bankada çalışmaya başladı. Aile giderek rahatlamaya başlamıştı. Artık sadece ben kalmıştım okuyan. Diğerleri tam anlamıyla “kendilerini kurtarmıştı” artık.
Ben kaldığım için sadece, ailenin imkanlarını biraz daha fazla kullanır olmuştum kardeşlerime göre…
O yıllarda bazı markalar ürün adıyla anılır olmaya başladı. Örneğin "Omo markası" deterjanın adıydı artık. "Sana markası" da margarinin adı. Hatta o yıllarda omo bir kampanya yapmıştı. Deterjan kutularından çıkan resimler bir araya getirilerek çamaşır makinesi oluşturulursa, çamaşır makinesi kazanılmış olacaktı.
Sana da "sana yağının kağıdının kuyruklarını belli sayıda kesip gönderene yemek kitabı hediye" ediyordu. Aman ne önemliydi bunlar, herkes paket paket deterjan alıyordu.
Yemek kitabı alanları gördüm de, çamaşır makinesi kazananı hiç görmedim. Bunlar Türkiye için yeniydi o yüzden de çok etkileyici oluyordu.
O yıllar, çocukluğuma, gençliğime ve daha sonraki yıllarıma damgasını vuracak olan Süleyman Demirel yılları. Gerçi şimdilerde sağ olsaydın, Süleyman Demirel’ i bile mumla aradığımızı görürdün. 1970’ler de ayrı bir yazımın konusu olsun.
Şimdilik yine hoşça kal baba… Görüşeceğiz, yakında…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net