Evet, baba, geldik 1970’lere…
Hatırlayınca 70'leri, anımsıyorum da zor yıllarmış. Hele daha sonraki yılları hatırlayınca, yahu bu ülkenin hiç mi olmadı güzel yılları diyesim geliyor. Var, var… Olmaz mı? Cumhuriyetin ilk yılları, kabuklarından sıyrılmış, pırıl pırıl bir cumhuriyet, idealist insanlar, herkes mutlu, heyecanlı… Ah nerede şimdi o yıllar?
Haaa, bir de yeni Türkiye diye bir şey çıkarmaya çalışıyorlar. Henüz ne olduğunu bilmiyoruz. neresi yeni, onu da bilmiyoruz. Ama, bugüne kadar yaptıklarına bakacak ve ona göre değerlendirecek olursak, bu “yeni” istemediğimiz bir şey gibi sanki.
70’li yıllarda sen artık Paşabahçe’den ayrılmış ve bize çok daha yakın olan Topkapı Şişe Cam’a geçmiştin. O fabrikayı Paşabahçe gibi keşfedemedim. Artık büyümüştüm çünkü. Senin için daha rahat olmuştu işe gidip gelmek.
1970 yılı ablamın evlendiği yıldı. Ailemizden bir kişi daha ayrılmıştı. Gerçi İstanbul içinde oturuyorlardı ama, gidişler hep hüzün verir insana arkada kalanlar için. Sonraki yıl, aramıza ilk yeğenim katıldı. Hepimiz çok sevdik onu. Banu'ya annem baktığı için çok iç içeydik onunla. Güzel günlerdi, akıllı bir çocuktu. Sen, ilk torunun oldu niye nasıl da seviyordun onu. Ailede güzel olaylar olurken, bende büyüyordum. 1970’li ve 71’li yılları Türkiye’ de çok olayların olduğu yıllarmış.
Şimdi diyeceksin ki, hangi yıl daha kolaydı ki, değildi gerçekten. Az önce açtım Vikipedi’ye baktım. Ne olaylar olmuş ne olaylar, en önemlilerinden biri de 15-16 haziran olayları…
O yıllar çok tartışılan İstanbul’a Boğaz Köprüsü inşaatı başlamış. Bak, köprüler yapılmış ama çözüm olmuş mu? Olmamış…İstanbul daha da kötü bir şekilde yönetiliyor artık. Bir de genel nufus sayımına baktım, 35 milyon kişiymişiz. Şimdi 80 milyon kadar. Altı üstü sadece 40 yıl geçmiş kaynaklar artmamış, insanlar artmış, ülkenin kendi kendini beslemesi de azalmış. Sonuç? Bu işte, bu yaşadıklarımız.
O yıllarda Süleyman Demirel bir hükumet kuruyor, bir devriliyor, sonra tekrar hükumet kuruyor. Habire bir develüasyon oluyor o yıllarda. Biz henüz pek anlamıyoruz sadece olup olup duruyor. Bu arada radyolarda ve televizyonlarda bir şeyler duymaya başladık sürekli "devletin manevi şahsiyetini tağyir, tebdil ve ilga’ dan…” diye başlayıp devam eden. Böyle bir suç vardı o yıllarda ve pek çok vatandaşımız bu suçlardan ceza aldılar.
Vahim günlerdi… Sıra muhtıraya doğru geliyordu. 1971 yılının en önemli olayı. Hani derler ya Süleyman Demirel 6 kere gitti, 7 kere geldi diye işte böyle gidip gidip geldi. Şapkası elinde sanki hiç gitmemiş gibi tekrar başbakan oldu. Nihat Erim kabineyi kurdu ve Deniz’le arkadaşları yakalandılar. O darbenin veya “muhtıranın” kodları yıllar sonra ortaya çıktı ve aslında ne yapılmak isteniyordu da ne yapılmıştı? Deniz’ler idama mahkum edildiler. Çok yıllardır tartışıp dururuz bu idamları. Düşününce bu idamları içim acır, gönlüm acır bir yerlerde bir şeyler kopar gider içimden.
Görüldüğü gibi, darbelerle gönderdiğimiz insanları bizler pek bir severiz ve defalarca başa getiririz. Hatta, sonra cumhurbaşkanı bile yaparız. Bakıyorum da o devirlerde neler yapıldığına, ikide bir gazeteler kapatılırmış, okullar süresiz kapatılırmış, sıkıyönetim ilan edilirmiş. Şimdilerde böyle şeyler olmuyor bak ne güzel diyeceksin ama, şimdilerde de olan biten şu, çıkartılan yasalarla hep aynı şeyler oluyor zaten. Nisan ayında ilan edilen sıkıyönetim yasasından sonra, evler aranmıştı. Kapılarımız çalınmıştı askerler tarafından. Sen kapıya çıkmış ve konuşmuştun onlarla ve içeri girme gereği duymamıştı askerler.
O yıllarda sık sık sokağa çıkma yasakları olurdu hatırlıyorum. Seçmenleri yazmak için, nüfus sayımı yapmak için hep eve kapatırlardı bizi. O zamanlar bu kadar oynamazdı seçmen sayıları ve nüfus. Bu yıllarda milli gelir bile bir gecede hop diye artıyor bakıyorsun. Sonra seçim zamanı gelince bir de bakıyorsun ki, nüfus yanlışmış deniyor, hop yeni seçmenler listeye ekleniyor. Milli gelire ne oldu dersen? Yerlerde…
Sen vefat ettikten epey sonraydı bir şey icat ettiler. TC kimlik numarası diye. Artık hepimizin bir numarası var. Kendimi ağıldaki inekler gibi hissediyorum. Bir de Mernis mi ne bir sistem var. Nüfus kayıt sistemi. Orada yazılı değilsen, insan bile değilsin yani. O kadar. Hepimiz kayıtlıyız. Devlet yasakçı zihniyetinden hiç vazgeçmedi. İlla ki hepimize kurallar ve yasaklar koymaya devam ediyor. Onu yap, yoksa bak başına neler gelir, bunu yap, yoksa bak başına neler gelir…
Hiç bir şey değişmedi. Sözüm ona özgürlükler çok fazla diyor bazıları. Özgürlükler, kanun ve kural koyucuların istediği ölçüde var. Tanımlanmış özgürlüklerin dışına çıkmak yasak. Sadece bize tanımlanan özgürlükler çerçevesinde varlık gösterebiliyoruz. Sadece bizde değil, dünyanın diğer ülkelerinde de benzer görüntüler var. Terör olaylarını bahane edip, dişleri ve tırnakları ile söke söke aldıkları özgürlükleri ellerinden alıyorlar medeni ülkelerde yaşayanların. En çok da Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa’ da görülüyor bunlar. 1971 yılının sonlarıydı. Deniz’ ler idama mahkum edildikleri kesinleşmişti artık. Ben çok etkilenmiştim. O gün bugün idam kelimesinden hiç hoşlanmam. telafisi yok çünkü. Öldürdün mü gider. Artık geri getiremezsin. Oysa, onlar idamı hak etmişler miydi gerçekten? Düşünce suçları 141 ve 142'ydi galiba haa bir de meşhur 163. Solcular 141 ve 142'den, sağcılar 163’ten. Çok az sağcının cezalandırıldığını biliyorum. 141 ve 142 ise çok önemliydi.
Geldik 1972 yılına. 72’nin başında “23 Ocak’ta İstanbul'da sabah saat 03:00'ten, akşam 18:00'e kadar sokağa çıkma yasağı kondu. “Fırtına 1” tatbikatı adı altında kent genelinde 512.000 ev arandı.” Vikipedi böyle diyor. Bense bunu, doğum yapacak olan bir kuzenimin ne kadar zorluklarla doğuma gittiği gün olarak biliyorum. 6 mayıs 1972 hafızalarımıza kazılı bir tarih daha. Deniz ve arkadaşları idam edildiler.
Yıllar sonra, onların ölümüyle ilgili pek çok kitap okudum. Ölüme giderken ki son sözlerini okudum, Rodrigo’nun gitar konçertosunu ıslıkla çalarak idama gidişini okudum. Zaten çok sevdiğim Rodrigo’nun gitar konçertosunu artık her dinleyişimde, Deniz’in parkalı, şimşek gibi bakışlı hali gözlerimde canlanıyor ve yüreğimde bir sızı başlıyor yeniden, gözlerimde de bir kaç damla yaş… Siyasi suçlardan insanlar öldürülmemeli. Hiç bir zaman… Hiç bir zaman… Şimdilerde idamı yeniden getirmeyi düşünenler var da, onlar için bu sözler. Sözde tecavüz suçlularına getirecekler, bir de bakmışsın ki, hop genişletivermişler etki alanını.
Deniz’in son sözleri şunlarmış baba, ne kadar anlamlı değil mi?
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”
Hep bunu istedik, tam bağımsız Türkiye, solcular hep bunu istedi. Olamadı bir türlü…
Gittikçe sarmal bir şekilde sarıverdiler bizi. Aslında Sevr hep devam ediyor, ne zaman gücümüzü yitirsek, baş kaldırıyorlar oradan yorgun Avrupa’nın haçlı orduları.
Şimdilik burada bitsin baba, üzüldüm, yoruldum tarihin kalıntıları arasında gezmekten…
Görüşeceğiz, bir dahakinde…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net