Nazım' ın Hikayesi (13)

Artık 1970’ li yıllardayız.


Hayatımızda pek çok şeyin değiştiği yıllar 1970’ler. 1973 benim için liseden mezun olduğum, boğaz köprüsünün açıldığı bir yıl.


Ailece bir geziye gitmiştik yazın. Önce Denizli, Aydın, Ödemiş, sonrasında da Marmaris ve Bodrum. Marmaris’ te iskelenin üzerinde almıştım haberi. Üniversite giriş sınavı iptal edilmişti. İlk defa oluyordu bu. Sebebi? Sorular çalınmıştı. Çok üzülmüştüm. Sonraları pek çok defa oldu bunlar, Kpss soruları bile çalındı. Bazılarının da sadece cevapları çalındı. İlk sınavım iyi geçmişti benim. Geziden döndükten sonra, ağustos falan gibiydi 2. sınava girdik. Ne yazık ki bu sınav, beklentimin altında geçmişti. Sonuçlar geldiğinde, iyi bir üniversiteye girmeyeceğim belli olmuştu. O yıllarda, ilk yerleştirmelerden sonra, açıkta kalan kontenjanları radyolardan dinlerdik. Puanların ne olduğunu dinler ve ona göre gider kayıt olurduk. Komik değil mi? O yıl, hiç unutmuyorum kayıtlar aralık ayına kadar sürmüştü.


Aralık ayı geldiğinde, epey bir süredir ailemizden uzak olan ölümler ne yazık ki, bize tekrar uğradı. Dayım, evinin önünde, bir trafik kazası yüzünden vefat etti. Şok bir ölümdü ve annemle kardeşlerini çok etkiledi bu ölüm. Uzun zaman bu kaybın etkisini üzerlerinden atamadılar.


Dayımın cenazesinin olduğu gün, ben okula gidemedim kayıt için ve gazetecilik bölümünün kaydını kaçırdım. Aslında hep gazeteci olmak istiyordum, fırsat elimin altından kaçtı gitti. Bende, İktisadi Ticari İlimler Akademisine kaydoldum. O bölümü sevmedim, sevemedim bir türlü. Okula gidiyordum bazen ama bu arada dershaneye başladım. Meral’ le kuzenimle beraber dersaneye gidiyorduk. Hem çalışıyorduk derslerimize, hem de eğleniyorduk da… Yeniden sınava girecektik, iyi bir yer kazanacaktık…


Sınav sonuçlarının açıklanmasından az önceydi, bir gece rüyamda halamı gördüm. Bir muslukta halamın yüzünü yıkadığı suyla bende yüzümü yıkıyordum. Çok ilginç bir rüyaydı. O gün şöyle düşündüğümü hatırlıyorum. Halam İTÜ’de olduğuna göre, onun elini yüzünü yıkadığı suyla bende yüzümü yıkadığıma göre, bende İTÜ’yü kazanacağım diye düşünmüştüm ama doğrusu ya, aynı bölümü düşünmemiştim.


Aylar ayları kovaladı ve çalıştım da… Sınav oldu bitti, ben çok iyi bir puanla ilk tercihim olan İTÜ’ yü kazandım. Elektronik ve Haberleşme bölümünü. Yani, rüyam gerçek olmuştu. Halamın bölümünü kazanmıştım ve o bana öğretmenlik yapacaktı. Sadece bana değil, dört yeğenine de öğretmenlik yaptı halam. Benim arkamdan, bir sonraki yıl, amcamın iki oğlu ve sonraki yıllarda da halamın kızı olan kuzenlerime de öğretmenlik yaptı. Hoş değil mi? bizler, bu yıllarda, çocuklarımız okul kazanınca peşlerinden koşturuyoruz kayıtları sırasında.


Ben kendi başıma gittim, kayıt oldum, sağlık raporunu aldım, her şeyi her şeyi tamamladım. Artık bir İTÜ öğrencisiydim. Ah o T cetveli taşımak ayrıcalığı, sonraki yıllarda T cetveli taşıyanların çömezler olduğunu öğrendiğimiz, o yıllarda bir ayrıcalık, mühendislik öğrencisi olmanın getirdiği bir ayrıcalık gibi gelirdi bizlere.


Her sabah yürüyerek durağa gelir, otobüse binerdim. Haaa, o yıllarda T1 ve T4 ile M1 ve M4 adı verilen Taksim- Beyazıt ve Maçka-Beyazıt güzergahında birbirinin tersi istikamette dönen troleybüsler vardı. Onlarla giderdim daha çok. Gümüşsuyu'ndan aşağı doğru yürürdüm sabahın erken saatlerinde. Güzeldi İTÜ’de okumak. Her şey güzel giderken, ben kasım ayı gibi grip oldum. Yatak döşek hastalandım çok kötü hissediyordum kendimi. Baktık ki grip geçmiyor, bir doktora gittik. Bu hastalanmadan 20 gün kadar evvel göz doktoruna gitmiştim kontrol için ve doktor bana demişti ki ; “Senin gözlerinde yağ birikintileri var, sen sarılık geçirdin mi? ” Bende “Hayır” cevabını vermiştim. 20 gün kadar sonra, yapılan tahlillerde sarılık olduğum ortaya çıktı ve bulaşıcı sarılık teşhisiyle, önce 20 gün yatak istirahati ve yağsız yemeklerle yapılan bir diyet…


O sırada okulda yanlış hatırlamıyorsam 4-5 kişi daha sarılık teşhisiyle hastalanmıştı. Tabii, okuldan uzak kalınca ilk dönem sınav sonuçlarımda berbat gelmişti. O aralar okulda ortalık kaynamaya ve olaylar patlak vermeye başlamıştı ufaktan ufaktan.


Sen beni o yıllarda, çaktırmadan sorguya çekerdin baba, okulda ne yapıyorum, arkadaşlarım kimler, kaçta gidiyorum, kaçta geliyorum… Evde hayat berdevam, yine akşam yemekleri sohbetleri, yine gelenler gidenler, kalabalık bir ev… Tüm bu kalabalığı sessiz sedasız yöneten annem, arada sırada babamın nükseden kalbindeki sıkıntılar..

1975 yılının sonuydu, iki kuzenim de İTÜ’ ye girdi. Mehmet, Cem ve ben, artık üçümüz beraberdik okulda. Güzel günlerdi. Bizler, kardeş gibi büyütülmüş, birbirini seven ve birbirlerine saygı duyan kuzenlerdik. Çok güzel günler geçirmiştik onlarla. Amcam, maden fakültesinde profesör, halam Gümüşsuyu'nda, bizler çömez öğrenciler ve hızla büyümekte olan öğrenci olayları… Zor bir dönemde yaşanılmış gençlik yılları. O dönemleri de anlatmak isterdim ama, o dönemlerde yaşananlar,bu yazıların konusu değil baba. O günleri yazacağım, dileğim arkadaşlarımla konuşarak onların ağzından o günleri yazmak… İTÜ 74 girişlilerin hikayesi olsun istiyorum. Bakalım gerçekleşebilecek mi?


Evlenenler, çocuğu doğanlar ve aile genişleyerek devam etmekteydi hayatına. Bizler 70’li yılların sonunu hep puslu, hep kötü, ölümler, sokak olayları ve bir hiç uğruna vurulup giden gençlerle anımsıyoruz. Yıllar sonra ne yapıldığını ve ne yapılmak istendiğini kavradık ama çok geç kalmıştık. O idealist gençler, çoktan vurulup gitmişlerdi, aileleri de kavrulmuşlardı bu ölümlerle…


1978 yılının mart ayında, İstanbul Üniversitesi'nde büyük bir katliam yaşandı. 16 mart katliamı. Vikipedi, bu katliamı şöyle tanımlamaktadır:


16 Mart Katliamı, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıdır.”


Bu olayın arkasından büyük bir protesto gösterisi düzenlenmiş ve İstanbul Üniversitesi işgal edilmişti. Gecelediler orada gençler. Daha sonrada herkes cenaze törenine katılmıştı. Büyük olaylardı. Belki de o devirde gördüğümüz en büyük protestoydu.


Günler, olaylarla dolu ve sürekli okullar kapatılıp açılarak devam edip gidiyordu, böylece yaz da bitmiş, artık sonbahara ulaşmıştık. O sonbaharda eşimle tanıştık.


1978 yılının ekim ayının 20’siydi sanırım, çok sevdiğimiz bir hocamız vardı. Biz o sene, 4. sınıftaydık ve bize de derse gelmeye başlamıştı. Prof. Bedri Karafakioğlu, ben kendisini daha önceden tanıyordum zaten, ama derslerinin bu kadar eğlenceli geçeceğini, ne kadar zarif bir İstanbul beyefendisi olduğunu bilmiyordum. Elinde şemsiyesi, evrak çantası, başında şapkası ve bol pardesüsü… İri yapılı, neşeyle gülümeyen yüzü… Başka dünyalardan gelmiş gibiydi. Bize, sınıfta derdi ki; “Haydi teneffüs zamanı geldi, teneffüse çıkalım.” Sonra da gülerek derdi ki; “Teneffüs nefes almaktan gelir. Yani, sizler şimdiye kadar nefes almıyordunuz, şimdi nefes almaya çıkın bakalım…”


Ekşi sözlükte ölümü aşağıdaki cümlelerle anlatılıyor:


“20 ekim 1978 cuma günü Ataköy’deki evinden okula gelmek üzere her zamanki gibi aynı saatte yola çıktıktan sonra Bakırköy Gençler caddesinde dolmuşa binmek üzereyken vuruluyor ve SSK Yenimahalle dispanserine götürülürken yolda hayatını kaybediyor.

Naaşı Zincirlikuyu mezarlığına defnediliyor. O dönemde katledilen diğer demokrat aydınlar gibi onun da öldürülüşü faili meçhul olarak kalıyor. Katledilişiyle, doğrudan doğruya siyasi bir hareketin içinde yer almamasına rağmen demokrat ve Atatürkçü aydın kişiliği, çevresi ve öğrencileriyle yakın ilişkileri nedeniyle sevilen bir kişi olmasından dolayı diğer öğretim görevlilerine ve toplumdaki aydınlara onlarında başına aynı şeylerin gelebileceği korkusu yaratılmak istenmiştir.”


Haberi nerede aldım şu anda hatırlamıyorum. Çok yankı uyandırmıştı… Anımsıyorum. Okulu süresiz kapattılar. Senato, süresiz kapatma kararı almıştı. Sadece Elektrik fakültesinin bir profesörü değildi, aynı zamanda fakültenin de dekanıydı…

Sıradan bir ölüm değildi, planlanmış, dehşet uyandıracak bir ölümdü…


İnsan, geçmişte yaşanılanları tekrar tüm ayrıntılarıyla hatırlayınca yorgun düşüyor baba.


Bugünde Bedri Bey’ in kaybıyla noktalayalım. Daha sonraki günler, 80’ ler daha da karanlık ve ülkenin yozlaşmaya başladığı günler olarak hafızamda, sıra onlara geliyor…


Görüşmek üzere baba….

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER