1970’lerin sonlarındayız.
Bu yazı dizisi yavaş yavaş senin hikayen olmaktan çıkıyor değil mi baba? Ama, sen derdin ki, yaşamlarımız, yaşadığımız dönemlerin tarihe tanıklığıdır. Bende bunu yapıyorum. Hayat zorluklarla da olsa akıp giderken, anılarımı tazeliyorum.
Bu satırları yazarken aklıma kot pantolon alabilmek için neler yaptığımız geldi… O zamanlar her yerde kot pantolon bulunmuyordu. Zaten Türk firmaları da henüz kot pantolon üretmiyorlardı. Bizler, özellikle üniversite öğrencileri de kot pantolonları o zamanlar Tophane’de bulunan Amerikan Pazarı’ndan alıyorduk. Yanılmıyorsam Lewis ve Lee marka kotlar o devirde de revaçtaydı. En çok da Lewis alırdık. Kot pantolonu almak yetmezdi. Bir de eve gelince o kotları iyice yıkar, fırçalar ve beyazlatmaya çalışırdık. Yeni alınmış gibi giymek o devirlerde modaya uymazdı. Hemen anlaşılırdı yeni olduğu. Oysa, kot pantolonun eskisi makbuldu o yıllarda. Sadece kot değildi o devirdeki meşhur giysimiz.
Bir de parkalar vardı, yeşil asker parkaları veya henüz anoraklar yoktu piyasada, iki taraflı da giyilebilen alt ucu muşambadan yağmurluklar… Bir de soğuk kış günlerinde giyebilmek için gocuklar…
Kazaklar ve ah o ömrümüzü yiyen kareli oduncu gömlekler…Üniversite öğrencisi dedin mi, hep aynı kıyafetler, aynı saçlar, aynı ayakkabılar. Ayakkabı demişken, şimdinin babetleri gibi o devirde de meşhur olan ayakkabılar, erkekler için asker botları, kızlar içinde genellikle süet haşpapilerdi. Hani şimdilerde diyorlar ya, gezicilerin kıyafeti diye, o devirde de üniversite öğrencilerinin kıyafetleri aşağı yukarı aynıydı. Hepimizin elindeki paralar kısıtlıydı ve kendimizi çok modern, uçuk, mutlu ve asi zannederdik o kıyafetlerin içinde.
Kızların saçları genellikle uzun olurdu. o devirde erkek saçlarında da uzun modası vardı. Herkes uzun saçlı, parkalı, haşpapili veya postallı, kotlu gelecekten umutlu, dünyayı küçük parmağının ucuyla kaldırabileceğini sanan gençlik…
Nereden bileceklerdi ki, bir kaç sene içinde ülkemizde dönüşüm başlayacak ve o günün idealist gençleri birer birer sanki değirmende öğütülmüş gibi yok edileceklerdi. O yıllarda bizim okulumuz çok kapatılırdı ve her okul kapatıldığında ben bir kazak daha örmüş olurdum. Çok severdim örgü örmeyi ama sadece sevmekten değildi örgü örmem. Böylece kazak kazanıyordum yeni yeni. Çünkü o yıllarda kazaklarda şimdiki gibi vitrinleri süslemiyordu irili ufaklı.
Bir de gümüş takı modası başlamıştı o yıllarda. Gümüş bileklikler çok modaydı adımız yazılan. O yıllarda adının herkes tarafından bilinmesi de hoş karşılanmazdı. Hele ki bir kızın adının… Şimdilerde birisi bize sosyal medyadan ulaşmaya görsün, sadece adımızı değil, hayatımıza ait her şeyi kolayca öğreniveriyor. Sadece o değil,
e-posta adresimizi biz herkese veriyoruz ve ulaşılabilir olmayı bekliyoruz.
O devirlerde yurt dışından mektup arkadaşı modası vardı, fan clup’ ler vardı ve önceleri SES dergisi, daha sonra da yıllarca takip ettiğim HEY dergisi. Efsanevi yazarları, efsanevi şarkıcıları ile o yıllar bir başkaydı. HEY dergisi bizlere çok önemli müzik adamlarını tanıttı ve posterlerini verdi. Benim ablamla paylaştığım odada bulunan dolabın üzeri sıvama poster dolmuştu. Kimler miydi onlar? O devirde meşhur kim varsa onlar tabii… Düşünüyorum da, o resimlere aileden hiç kimse, ne babaannem, ne babam, ne de annem hiçbir şey söylemediler. Bir kaç yıl o resimler öylece dolabımın kapağını süsledi, sonrada hepsi tarihin karanlıklarına gittiler bir gün.
Hey dergisi için bakın Vikipedi’de ne yazıyor?
“Hey, 1970‘lerin başından 1980'lerin sonuna dek Milliyet yayın topluluğunca çıkarılan müzik ve gençlik dergisidir. Dergi, en tutulduğu dönemde haftada 60,000 satış sayısını yakaladı. Hey Dergisi 18 Kasım 1970'te yayın hayatına başlamıştır. Derginin editörü Doğan Şener, önemli muhabir-yazarlarından birisi de Yener Süsoy'dur. Dergi her hafta yerli ve yabancı şarkıların listesini yayınlamıştır. Derginin önemli kalemlerinden biri de 1998 yılında vefat eden gazeteci, yazar ve televizyoncu Erhan Akyıldız'dır. O yıllarda dergide kalem oynatan bir diğer önemli isim bugün köşe yazarlığına devam eden Arda Uskan'dır.
……………
Hey Dergisi'nin en çok ilgi gören bölümleri olarak; müzik listeleri, radyo program listeleri, mektup arkadaşı köşesi ve posterler örnek olarak gösterilebilir.”
Hey dergisinin müzik listeleri, hepimiz için belirleyiciydi. Gençtik, hayallerimiz ve umutlarımız göklere uzanıyordu. Yalan söylemeyi bilmezdik, beceremezdik, kimse kimseye kötülük yapmayı düşünmezdi, idealisttik hepimiz.
Derken, mizah girmeye başladı hayatımıza. Mizah deyince ilk aklıma gelen mecmua benim çocukluğumda yer alan Amca Bey tiplemesiydi. Bizlerden çok önce Cemal Nadir’in yarattığı tipleme o kadar sevilmişti ki, bizler bile Amca Bey tiplemesini bilir olmuştuk. Bizim gençliğimize günlük gazetelerin karikatüristleri damgasını vururdu. Örneğin Bedri Koraman ve Milliyet gazetesinde yayınlanan karikatürler, şimdi bile bakıldığında anlamlı ve çok çarpıcıdır. Bu yazıları yazarken bazen internete baş vuruyorum. Bedri Koraman’ı ararken muhteşem bir karikatürü ile karşılaştım. O devirlerde de anayasayı yapmak için uğraşıyormuşuz yine. Hala da uğraşıyoruz ya, neyse… Bir çok kişi yere eğilmiş, bir kağıda bir şeyler çizmeye çalışıyorlar ve diyorlar ki; “Yazdık yazdık anayasanın A'sını yazdık.”
Gelelim mizah kültürünün ağa babası olan ve hepimizin heyecanla cuma günlerini beklediği ve her hafta olay yaratan ilk sayfa karikatürüyle GIRGIR dergisine. Gırgır için Vikipedi'ye baktığımızda bakalım neler diyormuş?
“İlk önce Gün gazetesinin iç sayfalarından birinde Oğuz Aral tarafından hazırlanan dörtte bir sayfa boyutunda bir köşe olarak yayına başladı. Daha sonra okuyucunun ilgisi ve talebinin artmasıyla önce yarım sayfa, sonra tam sayfa, en son da gazete içinde arkalı önlü yaprak halinde ilave olarak verilmeye başladı. 13 Ağustos 1972’de, Gün gazetesi tarafından verilen ücretsiz ilave bir dergiye dönüştü, bu hızlı büyümenin sonunda 1973’te Haldun Simavi’nin isteğiyle, bağımsız bir dergi oldu.”
İşte bu dergide olan tiplemeler hala unutulmazların arasında yer alır. Hele ki Avanak Avni… Bu Avni ismini Türk halkı seviyor nedense. Şimdilerde de bir fenomen daha var. Onun da adı Avni. Ama o, Fuat Avni…
Sadece o da değil, Utanmaz Adam, Zihni Sinir, Muhlis Bey, En Kahraman Rıdvan, Çılgın Bediş ve daha pek çok karakter.
Yine Vikipedi’ den ;
“1978'lerde 280 binlere ulaşan Gırgır, 1981-1983 döneminde 500 bini bulan satışıyla mizah tarihimizin rekor satışına ulaştı.”
Gırgır’ ı ilk elden okumak bir ayrıcalıktı. Ne espriler yapılırdı ve ne karikatürler, hiç kimse de karikatüristleri veya yayınlandığı dergileri dava etmezdi. Eski siyasiler çok hazımlıymış canım… O Gırgır’ la başlayan furya sonra diğer dergilerle devam etti. Oğlum okurdu biliyorum, onların devrinin dergileri Lemanyak, Leman bana Gırgır’ın zevkini hiç vermediler. İçlerinde siyaset yoktu belki de…
O devirlerdeki karikatüristler bizlere çok şeyler kattılar. O yüzden kendilerine borcumuz var. Tekin Aral, Oğuz Aral sizlere teşekkür borçlyuz. Siyasetin karikatür ve çizgiyle yapılabildiğini gösterdiğiniz için.
Siyasi karikatür denilince, Abdülcanbaz ve Turhan Selçuk unutulmaz. Hele ki Cevdet Sunay’ ın cumhurbaşkanlığı sırasında yapılan karikatürler, tiplemeler ve anlatılan fıkralar…
O devirde, siyasiler kendileri ile ilgili karikatürler, fıkralar, anekdotlar söz konusu olunca sadece gülerlerdi. Belki kızarlardı içten içe, ama örneğin Demirel, hiç belli etmezdi duygularını.
Bugünlük de bu kadar olsun. Sıra yiyeceklere geldi, o devirde biz neler yerdik, neler içerdik bir de onlara bakalım. Ne zaman mı?
Tabii ki bir dahaki yazımızda…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net