Nazım'ın Hikayesi (15)

Biraz ihmal etmişim yazmayı. Neredeyse 20 gün olmuş bile… Ben bu yazılara ilk başladığımda, mevsim yazdı. Şimdi, ilkbahara geldik. Her tarafta doğanın yeniden uyanışının renkleri var. Sadece balkondaki çiçeklere gelen serçeleri dinlemek bile yetiyor bana. Hiç bıkmadan, usanmadan ötüşüyorlar ve onları duyunca yatakta kalmak zor geliyor insana. Saatleri ileri aldılar yine, kaç yıldır yaptıkları gibi. Aslında pek çok kişi sevmese de bu uygulamayı ben bayılıyorum. Güneş ışığı her yerde, ne güzel bir şey…


Hala 70′li yıllardayız, devam ediyoruz hatırlamaya. Şimdi sıra geldi neler yediğimize. O devirlerde, yemek lokantaları vardı. Görkemli Osmanlı yemekleri yapan, daha sonraları adları esnaf lokantaları ile karıştırılan lokantalar. Örneğin, bir Hünkar lokantasını hatırlıyorum. Hünkar Beğendi ile meşhur olan. Beyti, o yıllarda küçük Çekmece’ deki yerinde görkemli etleriyle halkımızı tanıştırmaya başlamıştı. Beyti kebepla tanışıyorduk. Hele ki kuyu kebabı. Offf ne lezzettir, hala da değişmemiştir tadı. Adı ile anılan Beyti kebap… Yıllardır, müşterilerinin arasında nazik bir şekilde dolaşarak, gelen müşterilerin nabzını tutan Beyti Güler. Bugün bile lezzetini koruyarak hizmete devam etmekte… Tiryakisi olanlar bilirler ve bu lezzetten vazgeçemezler.


O devirlerde hiç hatırlamam lahmacuncu, çiğ köfteci, kebapçı dükkanlarını. Sadece köfteci dükkanları vardı. O da tek tük, sayılı. Dışarıda yemek yemek biraz da ayıp karşılanırdı. Sanki evde yemek yokmuş gibi…Kebapçı dükkanlarının meşhur tatlısı künefelerle daha tanışmamıştık. Neyimize yetmezdi bizim canım sütlü tatlılarımız, irmik helvalarımız… Şimdilerdeki gibi tepsi tepsi börek ve tatlı sipariş edilmiyordu bayramlarda seyranlarda. Annem hep elden açardı o güzelim börek ve tatlılarını.


Yufka böreği bile yeni yeni giriyordu hayatımıza. Hatta annemin anneannesi ki biz ona büyük anne deriz, makarna için “Ayyar avrat aşı” dermiş… Baba, sana şikayet edermiş tatlı tatlı annemi, "Nazım, bugün karın ayyar avrat işi yaptı" diye…Her evde fırın da yok ki, nerede pişireceksin tüm bunları? Derken, halk arasında davul fırın olarak bilinen fırınlar çıktı. Ne kadar çok arıza yapardı o fırınlar. Senin elinden her iş geldiği için, arızalansa bile hemen halledebilirdin baba…Annem artık o davul fırınlarla göstermeye başlamıştı marifetlerini.


Üniversite yılları ve üniversitenin unutulmaz yemekleri, ucuz, besleyici ve kaliteli. Ben hiç bir gün okulda yemek yedikten sonra mide ağrısı bile çektiğimi hatırlamam. Okulda yediğimiz yemekler 4TL’ye çıkmıştı yemek fiyatını boykot etmiştik. İTÜ denilince aklıma, o güzelim fırın tavuk ve pilavları ile, samsa tatlısı gelir. İTÜ’ nün aklı olsa, SAMSA tatlısı günü yapar zaten. Şimdilerde yesek de, o lezzeti bulur muyuz bilmem.


Bizim yemekhanede, sık sık kavga çıktığından, bize bıçak vermezlerdi. Ben, kaşığımı bıçak gibi kullanarak yemek yemeyi o yıllarda öğrenmiştim. Biz öğrenci grubunun veya bir iş için Taksim’ e yolu düşenler, en çok Taksim’de kristal büfede, Sosisli Sandvic veya Yengen yerdik. Bizler, ev yemekleri yiyen çocuklardık. Dışarıda yemek yemezdik, hem paramız yoktu hem de yemek yenecek yerler bu kadar yaygın değildi. En fazla yediklerimiz, paramız varsa sosisli, yoksa da tosttu. Aaa, simitlerimizi de unutmamak lazım.


Bir de o yıllarda, özellikle Beyazıt tarafında meşhur olan sosisli ve tost yanı sıra içli köfte satan dükkanlar vardı. Yağlar güzeldi, midelerimizi bozmazdı ve tabii turşucular. Hala meşhur olan, yiyeceklerin yanına olması beklenen ve istenen çeşit çeşit turşular… Coca Cola ve Pepsi Cola’yla yeni tanışıyorduk. Şimdilerde olduğu gibi cips vs öyle paket paket gözümüze sokar gibi, biberlisi, baharatlısı, soğanlısı vs gibi yoktu o devirlerde.


Tatlı diye yediklerimiz daha ziyade muhallebi, keşkül ve tavuk göğsüydü. Daha MADO icat edilmemişti, ALGIDA dondurma yoktu, makine dondurmalarını bilmezdik. Bizim bildiklerimiz, mis gibi salep kokan sokak dondurmacıları, bir de o devirlerdeki ünlü bazı pastahanelerde satılan dondurmalardı. Uludağ gazozu, Elvan, Fanta yeni yeni hayatlarımıza girmeye başlamıştı.


Ayran deyince de, Yandım Çavuş ayranını hatırlamayan var mıdır ? Hele ki Sefaköy tarafından Küçükçekmece, Büyükçekmece, Silivri tarafına gidecek olanlar, yokuşun başında durup, o sıcak yaz günlerinde bir bardak ayranı içmekten ne mutluluk duyarlardı. Sıcak içecek denilince, Türk Kahvesi, çay, salep, ıhlamur dışında bir içecek bilmezdik. Ne meyve çayları vardı, ne de filtre kahve, expresso falan gibi kahveler. Miden çok mu ağrıdı, nane limon kaynatılıp içilirdi, hazımsızlık mı var, ada çayı bir kaç dal kaynatılırdı, boğazın falan mı ağrıyor, salep veya ıhlamur içilirdi. Nescafe yeni yeni tanıştığımız bir tattı. Özellikle Almanya’ dan yaz tatiline gelen Almancı’ lar getirirlerdi. Nescafe’ nin yanında o uzun yolculuklarda bozulmadan gelebilmiş kremalar da varsa, bu yeni lezzet, aman tanrım pek bir beğenilirdi bizler tarafından.


Bira denilince sadece tekel birasını hatırlıyorum. Sen içki kullanmadığın için, içki kültürüm yoktur benim baba, bilirsin, zaten pek içmem de. O zamanlar bir yeni rakı vardı diye hatırlıyorum. İnsanlar, bakkaldan rakıyı aldılar mı, gazete kağıdına sarıp da evlerine götürürlerdi. Açıkta gitmezdi hiç.


1970′ li yıllar alüminyum yıllarıydı. Dağlar taşlar alüminyum kaplarla doluydu. Bakır tencerelerden sonra, kalay istemeyen, çabuk temizlenen, pırıl pırıl ve ucuz, büyüğünden küçüğüne tüm kaplar hızla alüminyuma dönüştü. Evlerdeki bakır kaplar kalktı ortalıktan, ya satıldılar ya birilerine verildiler.


Yıllar sonra, Alzheimer hastalığı bu kadar artınca, o yıllarda bilinçsizce kullandığımız alüminyum tencerelerin sebep olduğu alüminyum birikmesinin bunu artırdığını düşünmüşümdür hep. onun da saltanatı çok da uzun sürmedi, sırasıyla önce çeliklerin saltanatı, camların saltanatı, porselen kaplar ve en sonda şimdilerde seramik kaplar “En sıhhi” diye tanıtımı yapılarak hayatımıza girmeye başladılar. Mucize tavalar olarak gösterilen teflon tavaların kanserojen olup olmadıkları hala tartışılırken, biz onlarda pişmiş yemeklerimizi yemeye devam ediyoruz. Amaaan, biz Türk’lere ne olur ki zaten?


Bisküvi denilince, bakkala koşardık hepimiz, teneke büyük kutular içinde kare ve parmak bisküvilerden alırdık. Bir de kaymaklı bisküviler vardı. Başka da bisküvi yoktu. Annem kare bisküvi isterdi, bende parmak bisküviti severdim ama annemin dediği bisküvilerden alınırdı tabii. Taze, çıtır çıtır bisküviler ve yanında bir bardak çay… Ne lezzettir o öyle… İnanılmaz. Şimdilerde bisküvi sektörünün saltanatı var saltanatı. Çeşit çeşit, marka marka, pırıl pırıl ambalajlarda, albenisi çok fazla ama eski bisküvilerin tadı yok ne yazık ki. Bir kere içlerinde ne var bilmiyoruz, şimdiki dinci yönetim sayesinde hepsinde “Ürünlerimizde Domuz Yağı Yoktur” diye yazı var ama örneğin, fruktoz var mı, gdo’ lu buğday, pirinç unu var mı bilmiyoruz.


Bakkal denilince, aklıma geldi, mahalledeki küçük esnafın hepsinde veresiye defteri vardı. Bakkalda, manavda, kasapta, hepsinde. ayın başında ödenirdi bu veresiye defterlerinde yazılı olan borçlar, sonra tekrar başlanılırdı borçlanmaya. Şimdilerde bankaların veresiye defterleri var. Adına "kredi kartı" diyorlar. yollarda dağıtıyorlar. Ödeyemeyince de… Bunu hiç sorma istersen… Hepimiz ihtiyacımızdan fazlasını alalım diye de marketler. İçinde lüzumlu lüzumsuz pek çok ürünün bulunduğu marketler. Sanki çok uzakmış gibi, örneğin 1 kilo deterjan yerine 12 kilo alınan deterjanların, kampanya var diye, iki kilo yerine 5 kilo alınan pirinçlerin, sürekli kampanya var, 1 alana bir bedava diye, elimizden düşmeyen cep telefonlarımıza yapılan tacizler… Ne kadar rahattık yahu şu cep telefonlarımız yokken. Ben şu saatte gelirim derdik, gelirdik, en fazla 15-20 dakika toleransımız olurdu. Şimdilerde her çeşit özgürlüğümüz gitti bu cep telefonlarıyla.


Kirazlarımız kurtluydu, yağmur yağdı mı kirazın üzerine kurtlanır derlerdi. Yarımca kirazı yerdik. Napolyon kiraz daha yoktu. Ki razlar iri ve ekşi değildi. Tatlıydı hepsi. Papaz erik bilmezdik, haziran sonundan önce de karpuz yemezdik. Ağustos sonuna doğru üzümler çıkardı piyasaya, her meyvenin bir zamanı vardı. Yaz kış bütün sebzeler bulunmazdı. Çeri domatesmiş falan daha tanışmamıştık. Bütün salatalıklar Çengelköy salatalığıydı. Domateslerde sırık domates. Peynirle ye gitsin. Başka ne istersin?


Şimdiki gibi 10 kiloluk taşınmayan karpuzlar yoktu henüz. 2 kiloluk, küçük lezzetli, büyük çekirdekli Tekirdağ karpuzlarımız vardı bizim. Bu büyük çekirdekler, karpuz yenildikten sonra, bizim masa sohbetlerimiz sırasında, çekirdek gibi çırtılırdı. Sera diye tanıştık ya sebzelerle, hepsinin lezzeti gitti.


Kendi ürettiği yiyecekler kendisine yeten ender ülkelerden biriydik. Şimdilerde her şeyi ithal ediyoruz. Dün gazetede gördüm ve içim acıdı. Şilepler dolusu patates ithal etmişiz. Portakalımız yafaydı. Onda da Washington portakal ile tanışmamıştık. En çok da ısırdığında içinde kırmızı kırmızı damarlar oluşan Amasya elması… Şimdilerde Niğde elması diye bir elmayla kandırıyorlar bizi. Nerede o elmalar, starking, golden falan derken, elmalarımızı da kaybettik. Eskiden, her gün bir elma yiyen, doktor yüzü görmez derlerdi, gel de bul şimdi o elmaları…


Sokaktan geçen yoğurtçu, bizlere Silivri’nin yoğurdunu getirirdi. O da katkısız. Kaymağı kaymak gibi… Şimdilerde tüm yoğurtlar en az 1 ay dayanan yoğurtlara döndü. Bir akşam, televizyonda gıda profesörlerini izlediğimden beri, sütü kapıdan alıp, yoğurdu kendim yapıyorum. Yoğurdun mayasının nasıl olduğunu anlattılar, gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sağ olun, ben yoğurdumu kendim yaparım. Sütü de kapıdan alırım. Olsa olsa su katarlar, kimyasal değil. Süt diye bize alüminyum kaplarda 4 ay dayanıklı bir şeyler satıyorlar. Bir de plastik kaplarda satılan günlük sütler çıktı. nasıl günlük sütse, en azı 10 gün dayanıyor. Bir de taaa o yıllardan beri olan pastörize sütler var. Çocuklara onun verilmesini önerirdi doktorlar.


Eski günleri özlememin nedeni yaşlanmaktan mı dersin baba?


Yoksa gerçekten, bizler şimdiki nesillere göre daha mı şanslıydık acaba? Yiyeceklerimizi bir yazayım dedim, bak neler çıktı ortaya…


Gelecek yazıya da biraz konu kalsın baba, şimdilik hoşça kal….

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER