Nazım’ ın hikayesine kaldığımız yerden devam edelim….Nazım büyümektedir. O yıllar yokluk yılları, ülkenin yeniden top yekun kalkınma yılları. Dedem var sadece çalışan, 4 tane de çocuk. Bir yandan çocuklar büyümeye devam ederken, ülke de gelişiyor. O devirde yaşayan insanlar için bir çöp bile önemli. Çünkü o çöpü bir yerine koymak için çok çalışmak gerek. Babam ve amcam okula giderken aynı kitapları paylaşıyorlar.
Babaannem, dedemin paltosundan çocuklarına palto dikiyor. Gömlekler, yakaları değiştirilerek tekrar kullanılıyor. Şimdi hepimizin beğenmeyerek attığımız veya başkalarına verdiğimiz giyecekler kadar giyecek yok. İç fanilaları örüyor babaannem. Ben hep düşünmüşümdür, eski kadınların ne kadar çalışkan olduklarını.
Kayseri’ deler. Soğuk bir şehir. Buz gibi. İç fanilaları, kazaklar olmasa, donacaklar. Ayakkabılar ve üst baş hep paylaşılarak giyiliyor amcam ve babam arasında. Kızların giysileri de öyle. Yün yok, örmeye kalksalar dahi. Önce yün eğirilecek, babaannem ben küçükken görürdüm yünleri eğirirdi ve birbirine karıştırarak bambaşka renk ve güzellikte yünler yaratırdı.
Her şey elle yapılırmış o devirlerde. Önce yünü bulacaksın. Ama yünler de ne yün yani. Saf yün. Şimdi arayıp da bulamadıklarımızdan. Sonra yünler eğirilecek, sonra da örülecek.
Evde dedem dahil 6 kişiler. Günsel halam daha sonra doğmuş. Her birine her sene bir iç fanilası örsen, 6 adet iç fanilası lazım, birer tane de kazak, 6 adet kazak, hırka vs. Düşünsenize, akşama kadar çalış, didin bir de örgüleri ör, çocuklarınla ilgilen, kocanla ilgilen, zor işler başarmışsın babaannem.
Yeni yazıyı da öğrenmiş babaannem ve dedemin yardımıyla öğretmenlik yapmış yeni yazı öğrenmek isteyenlere. Şimdi gelelim iç çamaşırlarına ve gömleklere, giysilere. En başta kumaş yok istediğin gibi, olanlar da çok pahalı. Babam derdi ki; o devirdeki İngiliz kumaşlarını bir daha hayat boyu bulamadık. Gerçekten de gençlik resimlerinden belli, o paltolar, o takım elbiseler hepsi son derece şık. Babaannem, çocukken dağ tepe, dere gezen bir çocukmuş. Onun bu kadar iyi ev kadını olduğun gören eski bir komşusu, “Senin bu kadar iyi ev kadını olacağını hiç tahmin etmezdim Fatma.” dermiş.
O devirler bir kalkınma hamlesi var dedik ya, kalkınma hamlesi her dalda. Hangi konuyu eline alırsan al, mutlaka, bir heyecan, bir mutlu bekleyiş var. Öğretmenler mutlu, halk mutlu, aileler mutlu, kimse gelecek endişesi duymuyor. Mustafa Kemal, var gücüyle çalışıyor ve yoktan yaratıyor bu ülkeyi. Şimdilerde hoyratça kendini bilmezler tarafından hırpalanan ve örselenen ülke değil o zamanlar.
Bağımsızlık için ömür vermiş insanların ülkesi. İşte Kayseri, Anadolu’nun bağrı…Kılığı, kıyafeti, görüşleri ve taaa o devirde açılan o devirdeki adıyla “Tayyare Fabrikası” ile. Biraz tarih bilseler veya ilgilenseler, Ankara Etimesgut’ta kurulan uçak fabrikasında çalışmak üzere, Atatürk, 20 kadar uçak mühendisini Fransa’ya göndermiş olduğunu da bilirlerdi. Atatürk o devirlerde örneğin maden mühendislerini de göndermiş Hep söylerim, Nazilerle 5 yıl kitabını okuyun, neler öğreneceksiniz neler diye… Vizyona bakın! Muhteşem...
Türkiye’ de ilk dokuma fabrikası 1930’larda Aydın'da açılmış. Aydın şehrinin Nazilli ilçesinde açılan dokuma fabrikası ülkemizin ilk dokuma fabrikasıymış. Sonra pıtrak gibi ülkenin her tarafında açılan fabrikalar…Gelelim şeker fabrikalarına… Şeker fabrikası kurma konusunda ilk ciddi teşebbüs, yine Atatürk’ ün zamanında 1926’ da gerçekleşmiş. Tüm ülkede büyük bir kalkınma hamlesi başlatılmış ve babam derdi ki; "bir toplu iğneyi bile yapamazdık biz kızım. Bak şimdi neleri yapabilir hale geldik." Babam, bir toplu iğneyi bile yere düşmüş görse kıyamazdı, o toplu iğnede benim halkımın emeği var derdi. Eğilip yerden toplardı onları. Bizim evde yemek atıldığını, bayatlamış diye ekmek atıldığını bilmem. Eskiden, ben çocukken, halalarım, babaannem ve bizler bir masa etrafında toplanırdık yemek yerken. Sadece akşam yemeklerinde bütün aile bir arada olabilirdik.
Bir gün önceden kalmış olan yemek, öncelikle, büyük küçük hepimize paylaştırılırdı. o yemek bitmeden taze yemek yemeye geçemezdik hiç birimiz. Çocuk veya yaşlı, hiç birimiz itiraz etmeden o yemeği yerdik. Bu bir kuraldı ve asla delinmezdi. Mırın kırın etmeye kalkan olsa, babam öyle bir bakışla bakardı ki, bir daha böyle bir konuyu açmaya cesaret bile edemezdik.
Beğenmedikleri, hor gördükleri, 80 yıllık cumhuriyet döneminde ne yapıldı ki diyenler, hiç mi tarih bilmezler, hiç mi kendilerini bilmezler. Bu nasıl kendi halkına karşı saygısızlıktır?
Babam, o yılların o görkemli kalkınma yıllarının içinde büyümüş bir insandı. Bu ülkenin, bu halkın kendisine verdiklerinin bilincinde olarak her zaman bizlere de en önce değer bilmeyi öğretmeye çalışırdı.
Bugünlük de bu kadar babam, yine yazacağım, senin devrindeki güzel insanları, değer bilenleri, dostlarını, aileni…
Yeniden buluşuncaya kadar beni mazur gör baba, bu ara bir senaryo yazma işine kaptırdım kendimi. Gün gelecek, önce “Dedem ve Ben”, sonra da “Nazım’ın Hikayesi’ni” senaryo haline getireceğim. O gün galiba, içimdeki ses bana diyecek ki, görevini yerine getirdin. Kim bilir, belki de misyonum budur….
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net