Nazım'ın Hikayesi (8)

Nazım’ın hikayesinde 8. bölüme gelmişiz bile. Nazım Cem’in hayatı artık biraz durağan hale gelmiştir. Aile, geleceklerini güvence altına alabilmek için, ev almaya karar verirler. Ellerindeki imkan sınırlı, istemek tamam da, nasıl alabileceklerdir? Aile, imkanlarını zorlayarak ve borçlanarak o devre göre lüks sayılabilecek, kaloriferli, sıcak sulu, 4 oda bir salon evlerini alırlar. O kadar çok borçlanmışlardır ki, zaman zaman o borç kendilerini korkutsa bile, yine de ödemek için hiç umutlarını yitirmeden, azimle yollarına devam ederler.


Babam, tam dört yıl boyunca, sadece bir tek takım elbise ve yedek pantolonla ömrünü geçirir. Eve taşınma zamanı gelmiştir. Benim için, çocukluğumun geçtiği, bahçesi olan, arkadaşlarımın olduğu, kedilerimizin olduğu o güzel evden (tabii ki bana göre güzel) yeni eve geçmek çok zor geldi. Çocukken anılarıma daha bağlıymışım ki, şimdilerde arkamda kalanlara bir daha bakmadan yürüyüp geçiyorum.


Hatta o eve gittikten sonra, bana evi sevdirmek için bak burası kaloriferli, rahat edeceğiz falan dediklerinde kaloriferlere tükürdüğümü hatırlıyorum. Henüz 7-8 yaşlarındaydım. Tam oyun oynamak istediğim çağlarda. Taşındığımız yerde ise, çok fazla inşaat vardı. Yeni gelişiyordu o kısım. Bu nedenle, annem zaten bu konularda çok ürkek olduğu için beni çok az dışarı gönderiyordu.


Tabii ki bir çocuk için, sıkıcı bir hayat. apartman komşularımızın hepsi de sırayla taşındılar. Herkes genç ve güzel insanlardı o yıllarda oturanlar. İçlerinde tüccar vardı, öğretmen vardı, banka müdürü vardı. Herkes neşeli, yeni ev sahibi olmuş, çocuklar birbiri ile kaynaşmış, güzel bir hayat başlamıştı. Ne anılarımız oluştu orada.


Babam ve annem o kadar sıkıntı içinde olmalarına, o kadar borç ödemelerine rağmen, hiç bir gün o meşhur yemek masamızda asık suratla yemek yenilmemiştir. Her zaman neşeli, sosyal olaylarla ilgili ve para lafının hiç geçmediği, geçim derdinin hiç geçmediği muhteşem sofralar…


Annem ve babam mutlaka para konularını konuşuyorlardı ama odalarında. Ben çocukken, hiç bir evde, yetti, yetmedi, param var yok gibi konuların konuşulduğunu bilmem. Hele ki memur evlerinde hiç.


Ayıptı geçinemiyorum demek. O devirlerde tüccar olanlarda biraz daha fazla para sözü geçerdi ama o da karınca ve kararınca….

Sofralar, ah o sofralar benim için bilinçlenmenin ve aydınlanmanın kaynağı olan sofralar. Korkusuzca her şeyin konuşulabildiği, soruların sorulabildiği, yemek sonrası herkesin kalkmadan uzun süreler oturduğu ve işlerin imece ile yapıldığı, Anne Servet’in muhteşem yemeklerinin yendiği o güzelim sofralar…


Annemin yaptığı kızartma köfte ve patatesin hala tadı damağımdadır. Bugünlerde o yemekleri yapsam da ne yazık ki o tat yok artık. O tat o yıllara aitti. Orada zamanın içinde asıldı ve kalakaldı… Sanki gitsem, o yıllara gitsem, mutlu bir ev nasıl olur desem, oraya bakmak ve resmini çizmek yeterdi…


Babam, o sofrada hiç bir zaman münakaşa edilmesine izin vermezdi. Bazen bir bakışı, bazen hafif sert bir sesle konuşmayı bitirişi ile, hiç tartışma yaşamazdık. Susardık hepimiz, babam ailenin reisi ya, hiç kimse, onun sözünün üzerine söz söyleyemezdi.


Babam, hayatı boyunca sosyal demokrat bir insan olmuştu. Hiç bir zaman sağ partilere oy vermezdi. Bizi de etkilemezdi ama o masada konuşulanlar sonucu mudur nedir, ailenin de görüşleri o yöndeydi.


Ben de babamdan daha keskin olmaya başlamıştım. Henüz 12 yaşındayken, o kadar çok şeyi sorguluyordum ve öyle çok kitabı yutar gibi okuyordum ki…. 12 yaşındayken Millet kütüphanesine üye olmuştum. Her hafta en az üç kitap alır, koşarak eve gelir, kitapları bitirince tekrar gider bir üç kitap daha alırdım. Ne kadar kolaydı o yıllarda kitap okumak. Hele benim gibi okuma açlığı duyan bir çocuk için. Bütün klasikleri 15 yaşına gelene kadar bitirmiştim. İçlerinden hiç bir şey anlamadığım sadece Honore De Balzac’ ın Vadideki Zambak kitabı olmuştu. Bugün bu saat oldu, o kitabı hala okuyamadım.


Yıllar birbiri ardına geçiyor, borçlar bir yandan ödeniyordu. Müteahhit’ e olan borcun yanı sıra bir de uzun vadeli bankaya olan borç vardı. O borçlar, o maddi yönden sıkışmalar olmasaydı, babamlar ev sahibi olabilirler miydi bilemiyorum.


O borçlu yıllarda hiç unutamadığım bir anım vardır. Benim öğretmenim, zamanının çok ilerisinde, tam bir cumhuriyet çocuğu, cumhuriyet öğretmeni idi. Bizleri gruplara bölmüş ve her gruptan bir kişi o gün gazete getiriyor, gazetelerdeki haberleri, makaleleri okuyor ve kendi aramızda tartışıyorduk. Şimdi bile öğretmenler böyle şeyler yapmıyorlardır sanırım. Sıra bana geldiğinde, gazeteyi getiremiyordum. Çünkü Annem’lerden gazete almak için para isteyemiyordum. Zaten babam sabah giderken gazeteyi alıyor yolda okuyup akşama eve getiriyordu. Bir daha gazete almak gerçekten lükstü ve o para bile önemliydi bizim ailemiz için. Öğretmende, gazeteyi getirmiyorum diye bana kızıyordu. Sonunda, annem durumu izah etmek üzere, okula gelmişti. Çok utanmıştım ama yapacak bir şey yoktu. Öğretmenim de o olaydan sonra para konusunda çok hassas davranmıştı bana karşı.


12 yaşlarında falandım. Amcam, çocuklarına Dual marka pikap almıştı. O yıllarda muhteşem bir şey plak çalabilmek, güzel müzik dinleyebilmek… Amcamın oğlu Mehmet, o yıllarda gitar çalmaya başlamıştı. Bende bayılıyordum gitar çalmaya. Öğrenmek istiyordum, gitar çalmak istiyordum bende. Babam, derslerimi engeller diye karşı çıkıyordu buna. Günsel halam bana destek oldu ve hiç unutmuyorum, Zeynel Abidin Çümbüş’ten 150 TL’ye bir gitar aldık ve notalarını da. Eve geldik, sevinç içindeydim. O yıllarda moda olan bir şarkı vardı. “For Your İnformation.” Uğraşa didine, bu şarkının nakarat kısmını çıkarttım. Ne sevinmiştim. Sonra diğer şarkılar geldi… Barış Manço’dan kol düğmeleri, Cem karaca’dan Resimdeki Gözyaşları… Ne şarkılardır ama… Sonra teyzemler Merih ve Meral’e de gitar aldılar. Bu arada ben solak olduğum için, notaları zor çalıyordum. İlk yapılacak işim, gitar tellerini tersine çevirmek oldu. Artık daha rahat çalıyordum. Gitarım ve ben, uzun yıllar boyunca, birbirimize eşlik ettik. Artık bütün harçlığım notalara gidiyordu. bazen kendimi unutup saatlerce gitar çalıyordum. Daha sonraları, artık hem çalıp hem söylemeye başlamıştım. Ne güzel günlerdi…


Hayat güzeldi o yıllarda, derken, bugünlük de noktayı koyalım…


Evet, Nazım Cem, bugünlük de bu kadar. Yeni bölümde buluşmak üzere, şimdilik hoşça kal…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER