Çocukluğumdan beri okurum. Elime geçen her bir kağıt parçasını, kitapları, gazeteleri… Hatta öylesine okurdum ki başım ağrıdan çatlayana, hava kararana, ışıkları açmayı unutana kadar. Öğrendiklerimden, okuduklarımdan neler kaldı beynimin kıvrımlarında bilmiyorum. Hatta dinlediklerimden de.
İnsan okumanın zevkine varınca, her bir yazarın kendisine anlattıklarını özümsemek için yoğun bir çaba sarf ediyor. Başka bir dünyaya doğru yola çıkıyor. Çok geceler bir romanı yarıda bıraktığımda beynimin derinliklerinde hala o romanı okumaya devam etmişimdir. Bir zamanlar romanlar baş yapıtlarımdı. Büyük bir açlıkla hepsini okumaya çalıştım. Deli gibi… Okuyamadığım her sayfa mutsuz ediyordu beni. Hani şimdi diyoruz ya “sosyal medyaya bağımlı oldum” falan diye, okumak da bir nevi bağımlılık. İnsan her dışarı çıktığında üç beş kitap alıp gelirse, bu da önemli bir gösterge bence.
Daha sonraları yaşım büyüdükçe araştırma kitaplarına da yöneldim. Bu sefer de beynimi patlatırcasına strateji, araştırma ve biyografi okumaya yöneldim. Sadece tek bir görüşü değil, karşı görüşleri de okumaya çalışıyordum. Bir sürede böyle geçti gitti ve bir gün gerçekten zihnimin çok yorulduğunu hissettim. Halamla bir sohbet esnasında, bana “Bırak o araştırma kitaplarını, zihnini dinlendirmek için biraz klasiklere dön.” demişti ve ben o gün gidip 3 klasik roman almıştım. Birisi Tehlikeli İlişkiler’di. Diğeri Kırmızı ve Siyah, bir diğeri de Victor Hugo’nun bir romanıydı. Nasıl güzel gelmişti. Su içer gibi okumuştum yine ama gerçekten zihnimin dinlendiğini de hissetmiştim.
Kitapları okumaya devam ettikçe farklılaştığımı hissettiğim zamanlar da oldu. Belki öyle değildim ama öyle hissediyordum. Farklılaşmak bir yandan da yalnızlaşmayı getiriyordu beraberinde. Konuşacak konular azalıyordu, basit, sıradan konuları konuşmayı sevmemeye başladım. Böyle hissettikçe insanlardan uzak kalmayı seçiyordunuz ve sonuç hiç de iç açıcı olmuyordu.
Kitap okuma ve bilinçlenme süreci, düşünce dünyamı geliştirmiş ve olayları farklı bakış açışından incelememi sağlamıştı. Eskiden ilgi duyduğum alanlar ben fark etmeden değişmeye başlamıştı. Hobilerim, sosyal çevrem ve benim arama çoktan görünmez duvarlar örülmüştü bile. Sadece bu da değil, bilinçlendikçe düşüncelerim de konuştuğum konular da eskisi gibi değildi. Bu ise kendi iç dünyama giderek daha fazla odaklanmama ve sosyal bağlarımı zayıflatmaya başlamıştı.
Değerleriniz, inançlarınız, toplumla çelişmeler aslında giderek uyumsuz bir hale gelmenize de sebep olabiliyor. Bütün bunlar sadece kitap okuma ile gerçekleşmiyor tabii ki ama etken olarak hızlandırıyor. Siz bilinçlenirken bir yandan da değişen yaşam koşullarınız, iş hayatınız, beklentileriniz falan her şey etkilemeye başlıyor.
Sadece okumak değil günümüzde sosyal medya da giderek yalnızlaşmamıza neden oluyor. Sanal olarak çok fazla sayıda arkadaşa sahibiz ama kaçı gerçekten arkadaşımız derseniz bence birkaçı hariç hiçbiri diyebilirim.
Giderek anladım ki kalabalıklar içinde olmamıza rağmen hissedilen yalnızlık duygusu, modern toplumun karmaşık bir gerçeği aslında. Gerçek ilişkiler kurmak giderek zorlaşıyor ve teknolojiyi bilinçli kullanmayı beceremezsek bir yandan da onun esiri olmaya başlıyoruz hızla.
Bilgi erişimimiz arttı ve öğrenmek için çok da çaba sarf etmeye gerek duymuyoruz ancak bilgiler o kadar çabuk akıyor ki belki de tam olarak özümlenmeden geçip gidiyor zihnimizin derinliklerinden. Benim babam çiçeklere çok meraklıydı ve onlar hakkında o kadar çok bilgiye sahipti ki… İyi de nereden bilirdi? Henüz internet yok, bilgiye erişim sınırlıyken nasıl öğrenmişti tüm bunları? Elbette ki bildiklerinin bir kısmı kitaplardan olsa bile asıl öğrenme kaynağı belki de diğer insanlardı. Şimdi çok çabuk eriştiğimiz bilginin eski değeri de kalmadı. Beynimiz çok yüklendiği zaman bir kısmını kapı dışarı ediyor bile ve biz farkına bile varmıyoruz.
Bilgi paylaşıldıkça daha çok akılda kalıyor ama biz artık hiçbir bilgiyi paylaşmak zahmetine katlanmıyoruz. Daha önemli işlerimiz var ve yeni bilgiler kapıda bizi bekliyor. Kısaca, yalnızlaştık, hem de çok… Bununla beraber farklılaştık da…
Belki de yeniden yakın çevremizden başlayarak insanlarla ilişki kurmanın yollarını aramalı, kendimizi onların yerine koymalı, bilgilerimizi paylaşmalı ve karşımızdakilerle yalnızlığı paylaşmanın yöntemlerini bulmalıyız.
Mevlana’nın da dediği gibi;
“İnsanları; kitaplar gibi düşünün ve kapaklarına bakıp aldanmayın. Asıl değerini okumaya başlayınca anlarsınız.”
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net