Sardunyanın Bana Anattıkları

Çocukluğumdan beri çok sevememiştim çiçek bakmayı. Oysa toprağı severim, çiçekleri severim, tarlaları seyretmeyi severim, ıtır kokularını içime çekmeyi, yeşillenen ağaçları izlemeyi, canlanan tabiatın sesini dinlemeyi…


Benim babam nasıl bilirdi bilmem ama bitkilerin yetiştirilmesi ile ilgili her şeyi bilirdi. O zamanlar internette yoktu, olsaydı daha neler öğrenirdi kim bilir… Daha önce oturduğumuz evimizde çok güzel bir bahçemiz vardı ve o bahçe, babamın emekleriyle nasıl da şenlenirdi. İşten geldiği her akşam ve her hafta sonu bıkmadan yorulmadan uğraşırdı. Bahçeye verdiği emek dinlendirirdi onu. Ailede herkes çiçekler hakkında neyi bilmek isterse ona sorardı. Cevaplamak kolaydı onun için. Yeni taşındığımız evimizde artık bir bahçemiz yoktu ve şimdi bahçenin yerini balkon almıştı. Her bahar geldiğinde küçük balkonunda duran saksılardaki topraklar yenilenir, tohumlar, fideler ve yaza hazırlık yapılırdı. Bir şölen gibiydi onun için. Hatta toprakla oynamayı öyle severdi ki bir keresinde evlilik yüzüğü bir saksının dibinde kendine yer bulmuştu. Sonrası mı? Kim bilir hangi saksının dibinde öylece kalakaldı…


Ah o güzelim çiçekler, babamın kendilerini sevdiğini bilirler ve onlar da ona sanki cevap vermek istercesine fışkırırlardı topraktan. Camın önünde duran Afrika Menekşeleri’yle her sabah sularını verirken konuşurdu. O konuştukça çiçekler coşardı. Onun o sakin ve dinlendirici sesini, çiçeklere ve doğaya olan sevgisini dinlemek nasıl bir huzur verirdi anlatamam…


Sonra bir gün, babam bizleri bırakıp başka diyarlara gitti. Çiçekleri de balkonu da mahsun ve onsuz kaldılar. Annem bir sene kadar pek ilgilenmedi çiçeklerle. Sanki onlarla ilgilense babama ihanet edecekmiş gibi gelmişti ona. Sonraki bahar, babamın görevini annem devraldı. Artık baharla birlikte çiçeklerin bakımını o yapıyordu. Ben yine pek sıcak bakmıyordum çiçeklere. Seyretmesi güzeldi, büyümelerini seyretmek, her sene yeniden canlanmalarını izlemek… O kadardı benim için. Belki de o yıllarda çok işim vardı diye düşünüyorum. Çalışıyordum, evimle, işimle, çocuğumla, eşimle ilgilenmek derken vaktim de kalmıyordu. Çiçekler benim için vakit harcanacak bir şey değildi…


Annem her sene giderek yaşlanmaya ve artık çiçeklerle uğraşacak mecali kalmamaya başladı. Çiçekler sanki bana yalvarıyorlardı onlara bakmam için. Ben de artık işimden emekli olmuş, oğlum büyümüş, yapacak işlerim azalmıştı. Galiba sıra bana gelmişti. Çiçekçiye gidip ilk sardunya fidelerimi aldım ve eve geldim. Yeni toprak ta almıştım, saksı da… Eşim çiçek fidelerini ilk gördüğünde, kendi annesini kastederek “Hoş geldin Hatice Hanım…” dedi. Hatta takılmaya devam ederek, “Yaşlanmaya başladın sen. Nereden çıktı bu çiçek merakı?” demeye başladı.


Yaşlanmış mıydım? Gerçekten mi? Ben yıllarca babama çiçekler konusunda çıraklık ettim ama hayatımda bir maydanoz bile ekmemiştim ki toprağa. Önce onlar bana, ben onlara baktım. Sonrasında bir cesaret, öğrendiğim, aklımda kalan kadarını uygulayarak, tüm çiçeklerimi saksılara diktim. Bu arada, topraktaki bazı börtü böcekte korkuttu beni. Sonunda, saksılarım, muhteşem sardunyalarla o kadar güzel görünüyordu ki… Sadece sardunyalar mı? Elbette ki hayır. Bir Kayserili evinde, reyhan ekilmez mi toprağa? Hem de tohumundan! Onları da ektim.


Artık merakla beklemeye başlamıştım. Çiçeklerim tuttu mu yoksa tutmadı mı? Acemi şansı mı desem, muhteşem sardunyaların dayanıklılığı mı bilmem, bütün çiçeklerim tuttu. Her gün onlarla çıkıp konuşmaya da başlamıştım. Tam yaşlılık alametleri gösteriyordum. Çiçeklerim coştular, coştular yazın en güzel, en sevdiğim haziran ve temmuz aylarında muhteşem bir gösteri sundular bana. Üzerlerinde o kadar çok tomurcuk vardı ki… Biri bitiyor, biri açıyor ve her sabah gülümseyerek sularını verirken, içimden kocaman bir aferini basıyordum onlara. Öyle ya, beni mahcup etmediler. Verdikçe veriyorlardı o güzelim rengarenk çiçeklerini. Ağustosun sonuna doğru, sanki sözleşmiş gibi bütün saksılarda birden çiçek açmaları durdu. Bakıyorum, bakıyorum bir tane tomurcuk yok… Anneme sordum hemen:


“Anne bu çiçeklere ne oldu? Neden artık açmıyorlar?”

“Kızım onlar çok yoruldular ve dinlenmeye çekildiler. Biraz beklemen lazım. Yine açacaklar ama güç toplamaları gerek…” dedi.


Neredeyse bütün eylül, çiçeklerim de suspus, ben de. Yeşil yaprakları büyümeye devam ediyor ama tek bir tomurcuk yok. Derken, ekim başına doğru bütün saksılarda birden yeniden tomurcuklar başladı ve hepsi birden açtılar. Dinlenmeleri bitmiş ve sonbaharın bu güzel ayında, yeni bir şölen başlatmışlardı.


Ben yine her sabah onların başında, hem sularını verip, hem de onlarla sohbete başlamıştım. Birkaç sene böyle geçti. Sardunyalar ve ben dost olmuştuk ve o küçücük balkonda onlardan neler neler öğrenmiştim. Sevgini verirsen, onlar da sana sunuyorlardı tüm güzelliklerini. Tıpkı insanlar gibiydi sardunyalar. İlk gençlik yıllarında bir insan nasıl çalışkan ve verimli ise, sardunyalar da öyleydi. Orta yaşlara gelen insanlar, artık hep aynı şeyleri yapmaktan nasıl bıkıyorlarsa, sardunyalar da bıkıyorlardı. Dinlenmek istiyorlardı. Bir süreliğine dinlenmek… Sonrası mı? O tecrübe, o bilgelik insanlara neler katıyorsa ve nasıl görkemli hale getiriyorsa onları, sardunyaların sonbahardaki açışları da aynen öyleydi.


Bakmasını ve hatta en önemlisi, görmesini bilirsek; doğa bizim için ne kadar harika bir öğretmen… Eşimle balkonda, birer fincan kahveyi içerken, hala bana “Sen artık yaşlandın. Çiçeksiz olamıyorsun…” dese de, ben ve sardunyalar mutluyuz. Ama bu arada aromasıyla kokuları dünyayı tutan reyhanlarımızı da unutmamak lazım…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER