Dün, bir pazar günü öğlen saatleri, arkadaşlarımla buluşmaya gidiyordum. Yollar selfie çubuğu eşliğinde kendi fotoğraflarını çekerek sağda solda paylaşan insanlarla doluydu. Ne kadar da meraklıymışız hepimiz kendi fotoğraflarımızı çekerek instagramda,, facede, twitter’ da paylaşmaya.
Gülerken, sevimli olmaya çalışırken, yerken, içerken, yolda yürürken, deniz kenarında, otobüste, metroda, arabada… Narsistmişiz hepimiz de haberimiz yokmuş…
Eskiden, bizler bu gezmelere giderken hep birileri olurdu yanımızda. Arkadaşlarımız, ailemiz, küçük kardeşlerimiz, dostlarımız gibi. Fotoğraf aileden ve arkadaşlarımızdan biri tarafından çekilirdi, bir sonraki poz bir başkası tarafından çekilir, önceki resmi çeken koşarak yeni poza girerdi. Tüm bunlar yoksa yanımızda, yoldan geçen birisinden veya bir garsondan rica edilirdi ve yüzlerimizde samimi gülüşlerle fotoğraflarımız çekilirdi.
Dijital dünya icat olunca, en önce fotoğraf çekmek ucuzladı. Eskiden, 36 pozluk filmin bir karesi çıkmayacak veya ziyan olacak diye hepimizin içi titrerdi. Şimdi öyle mi ya? Makinalı tüfek gibi bas sürekli fotoğrafların birbiri arkasına dizilsin dursun.
Bunları bastırmıyoruz da saklıyoruz, internet ortamında örneğin google fotoğraflarda, başka platformlarda… Bugün bayıldığımız eski siyah beyaz o güzelim fotoğraflar var ya, çocuklarımız bizlerin 40 yaşına kadar olan hayatlarımızı fotoğraf kareleri olarak kağıtlar üzerinde görecekler, bakacaklar. 40 yaş sonrası, boşuna kağıt, basılı fotoğraf aramasınlar, onlar google fotoğraflarda….
Gelelim selfie çılgınlığına, diğer adıyla özçekim karelerine… Bir yemeğe gidiliyor, sofra başında kimse yemeklere yumulmamışken hemen bir selfie, bir yemeğe davetlisiniz, yine bir selfie,
Bu yıllarda yaptığımız acaiplikleri ancak üzerinden 10 sene kadar sonra fark ediyoruz ya, 10 sene sonra, eski resimlerimize bakıp, ne kadar deliymişiz, ne kadar lüzumsuz yemek resimleri çekip paylaşmışız diyeceğiz. Gerçekten bu devirden geleceğe fotoğraf kareleri olarak ne kalacak? Hepimiz kendimizi ünlü sanatçılar yerine koyuyoruz farkına varmadan.
Yaz mevsimi geldiğinde, deniz kenarına gidildiğinde, herkes, laf aramızda bana çok iğrenç gelen pedikürlü ayaklarının resimlerini çekip paylaşıyordu bir zamanlar. Şimdi o moda geçti. Artık ayaklarını paylaşanlarını görmüyorum. Ne demek isteniyordu diye çok merak ediyorum. Ben deniz kenarına gittim mi, ayaklarım çok güzel mi, yoksa Türk halkı ayak fetişisti de benim mi haberim yoktu?
Ya selfie çubukları? Bence insanların artık ne kadar yalnızlık çektiğini gösteriyor. Fotoğraflarını çekecek bir kimseleri yok. Sadece kendileri, ellerinden düşürmedikleri marka marka, model model özellikle 1 yaşından küçük modelleri olan akıllı telefonları, bilmem kaç megapixel.
Hayat ne kadar değişti değil mi? Ben, babamın Kodak markalı küçük bir fotoğraf makinesiyle neler çekmiştim. O devirde, sanırım lisede, bir kaç fotoğraf makinesi getirebilen öğrencilerden biriydim. Ucuzladı… Çok ucuzladı her şey ve ucuzlarken, değerlerini de yitirdiler…
İşte, bir öğleden sonra, arkadaşlarımla buluşmaya giderken gördüğüm selfie çubukları, çılgınca fotoğraflarını çeken insanların bana düşündürdükleri…
Ben derim ki, bir gün internet yok olacak olursa, elektrikle şarj etme imkanı ortadan kalkarsa, elimizde hiç fotoğraf kalmayacak 20. yüzyılın 2 yarısından…
Bir şey yapmalı…. Bir şey yapmalı…
BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.
KATEGORİLER
BÜLTENE KAYDOL
Her hakkı saklıdır © betuleren.net