Ben babamı 1998 yılının sıcak bir yaz gününde kaybettim. Kalp hastasıydı ve bence bizlerin büyümemiz, kendi hayatlarımızı kurmamız için kendisine bağışlanmış bir hayat yaşıyordu.
Onu kaybettikten sonraki yıllarda, zorda kaldığım her an, sanki onun saçlarımı okşayan elinin varlığını ve sıcacık sesiyle, “Geçecek bunlar kızım, üzülme…” dediğini duyar gibi oldum.
Neleri yaşamadı bunca yıldır ya da yaşasaydı daha neleri görürdü diye düşündüğümde, keşke bizlerle olsaydı, bu sevinçlerimizi paylaşsaydı dediğim günlerde oluyor, iyi ki bu günleri görmedi çok üzülürdü dediklerim de…
Yaşasaydı bu yıl 28 Şubat’ta tam bir asırlık çınar olacaktı. Görkemli, mağrur ve müşfik… Ulu ağaçları çok sevmemin nedeni belki de onların dallarında ve gövdesinde sevgili babamdan bazı parçalar bulduğum içindir.
- 1998 yılında onu kaybettiğimizde, henüz 1999 yılında yaşadığımız Gölcük depremi yaşanmamıştı. O büyük korkuyu hissetmedi mesela. Sokaklarda sabahladığımız o günlere sağlığı nedeniyle katlanamazdı sanırım.
- 2000 yılı geliyor, milenyum falan filan zırvalarını da yaşamadı. Onun için özel senelere hiç gerek yoktu. Çünkü yaşadığı her anın tadını çıkarmayı bilen, yaşamayı, dünyayı ve insanları çok seven bir adamdan farklı bir davranış beklenir mi ki?
- Turgut Özal’ın politikalarını tasvip etmemesine ve sevmemesine rağmen, ölümünü duyduğunda, gözünden bir damla yaş süzülmüştü. “Siz onu sevmezsiniz ki neden üzüldünüz?” diye sorduğumda, “Artık o başka alemlerde, hesap vereceği büyük bir güç var zaten. Ölen bir kimsenin arkasından konuşmak bizlere yakışmaz…” demişti.
- Bu kadar kanallı ve pek bir işe yaramayan televizyon kanallarını, belli bir görüşü savunurken, başka bir görüşe geçebilen tatlı su kurnazlarını bilmezdi, böyle insanların olacağına da ihtimal vermezdi.
- Cep telefonuyla yeni yeni tanıştığımız yıllardı. Onun da nimetlerinden yararlanamadı. Kesinlikle akıllı telefonu öğrenir ve ne kadar zevkle kullanırdı kim bilir…
- Ah o sosyal medya… Sağlığında o günleri görebilseydi, mutlaka hesabı da olurdu, tableti de elinden düşürmezdi. En çok ne izlerdi bilmiyorum ama doğayı, çiçekleri çok seven bir insan olarak herhalde bitkilerin nasıl yetiştirildiği konusunda profesör olacak kadar bilgisi olurdu. Babamın çiçekler hakkındaki bilgilerine hep şaşardım. O devirde, internet olmadan bunların hepsini nasıl bilebiliyor diye, bir de internet dönemine denk gelseydi, daha neleri neleri öğrenirdi ve bizlere anlatırdı
- Memleketin haline üzülürdü, eminim, o bir cumhuriyet çocuğuydu. Bana bir toplu iğne bile yapamadığımız günlerden geçerek bugünlere nasıl geldiğimizi anlatırken gözleri çakmak çakmak parlardı. Kayseri’deki uçak fabrikasında amcamla birlikte henüz çocuk sayılacak yaştayken çalıştıkları yılları anlatarak övünürdü. Cumhuriyet döneminde kazanılmış değerlerimizin parça parça satıldığını görseydi, eminim kahrolurdu. Anlayamazdı da neden satıldıklarını… Babam yerli ve milli sanayiyi benimsemiş bir insandı. Üretimden müthiş zevk alırdı. Paşabahçe Cam Fabrikasında çalıştığı yıllarda bana fabrikayı gezdirirken ve makinaların nasıl çalıştığını anlatırken, “Üretmek zorundayız… Üretmeden tüketmek olmaz kızım…” derdi.
- Bilgiye ulaşmanın çok zor olduğu günlerden, elinin altında her türlü bilgiye ulaşabildiği yıllara geldiğimizde, eski günlerde yaşayanların bilgiye bu kadar çabuk ulaşamadıklarına hayıflanırdı. Her sabah babam işine giderken mutlaka bir gazete alırdı ve bu gazete, akşam babam geldiği zaman bizler tarafından okunabilirdi. Oysa şimdilerde, internet üzerinden yüzlerce gazeteye, gazetelerde yazan yazarlara, son dakika haberlerine ulaşmak mümkünken, hala ülkede ne olduğundan habersiz yaşayanlara herhalde çok kızardı.
- Ne kadar oyun varsa hepsini bilirdi. Satrançtan, damaya, kağıt oyunlarından tavlaya, bu oyunları da sanal alemde oynarken zevk alırdı diye düşünüyorum.
- Müzik dinlemeyi çok severdi. Münir Nurettin ve şarkılarına hayrandı. Sadece Türk Sanat Müziğini değil, her müziği severdi. Cep telefonundan ne isterse onu dinleyebileceğini görseydi, çok şaşardı eminim ama çok da mutlu olurdu. Lambalı radyolardan bu günlere… Ne büyük bir değişiklik.
- Babama sorup da cevabını alamadığım bir sorum var mıydı diye düşündüm bir an. Galiba hiç yoktu. O, “her şeyi bilen” bir babaydı. Bilmediği konular olsa bile, bilmediğini açıkça belirtir ve yine de cevapsız kalmamam için fikir yürüterek cevaplardı.
- Her konuyu konuşabildiğim, entelektüel bir insandı ve ne yazık ki artık etrafımda bu bilgi ve beceri seviyesine sahip insan sayısı çok azaldı.
- Umutsuz olduğu tek bir günü hatırlamıyorum. Her zaman bizlere de umut aşılardı. Şimdilerde kişisel gelişimciler olumlu düşünelim falan diyorlar ya, işte o bütün bunları doğal olarak yapardı.
- Terör olayları yeni yeni başlamıştı o yıllarda yaşananlara bile dayanamazdı. O heybetli cüssesinden hiç umulmayacak bir şekilde, ölen gençler için gözyaşı dökerdi. “Erkekler ağlamaz” sözlerini hiç sevmezdi. “İnsan olan, üzüntülü olduğunda ağlayarak içindeki zehrini atmalıdır.” derdi.
- Bir öğretmendi o. Gençleri geleceğimizin teminatı olarak görürdü ve eminim son 20 yılımıza damga vuran pek çok olayı üzülerek izlerdi.
- Onun yokluğunda yaşadığımız bazı olayları iyi ki yaşamadı diye seviniyorum. 2001 krizi, birkaç yılda bir tekrarlanan ekonomik krizler, küresel krizler, mülteci sorunu, hala bitirilemeyen Orta Doğu bataklığı, Ergenekon olayları, Balyoz olayları, halkın ayrıştırılması, tarımın yok edilmesi, betona boğulmuş şehirlerimiz, belki de en önemlisi parlamenter sistemin kaldırılması, satılan fabrikalar, ülkenin kurucusu için edilen çirkin sözler, kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddet ve daha neler neler…
- Hiç mi güzel bir şey olmadı, seni mutlu edecek dersen, mesela torunların büyüdü, meslek sahibi oldular, ayaklarının üzerinde durmayı öğrendiler. Baba oldular, onların çocuklarını görebilseydin, nasıl severdin kim bilir…
- Ülkemizde de ara sıra da olsa bazı güzel olaylar da yaşandı elbette…
- En son yaşadığımız pandemi var ya, işte o hepimizin hayatlarını ciddi anlamda değiştirdi. Sağ olsaydın, çok sıkılır ve bunalırdın. Ülkenin ve tüm dünyanın çektiği sıkıntıyı yüreğinin derinliklerinde duyardın. Bugünleri görseydin, eminim babaannemin sözünü söyler, “nefsinizde arayın” derdin.
- Biliyor musun sen yokken, Mars’a bile gitmeyi başardılar, gökyüzünü parselleyip toplamda 42000 uyduyu dünyamızın çevresine -sözde internet erişimi için- dizmeye başladılar, Çin var ya, yapay güneş yapma peşinde. Yani anlayacağın her ülke farklı bir şeyler gerçekleştirmeye çalışıyor. “Peki biz?” dediğini duyar gibi oldum.
- Ne güzel sözlerin vardı senin, onlar bize yol gösteriyorlar hala… Göç gide gide düzelir derdin, kervan yolda dizilir derdin, düş uykudan sonra gelir derdin, balık kavağa çıkınca derdin ve tam yerini bulan anekdotların, fıkraların, atasözlerin vardı. Bilgi böyle bir şey galiba. Sürekli anlatmak değil, yeri geldiğinde söylemek…
Sevgili babam, hatırlayabildiklerim şimdilik bunlar. Artık bunları okuduğunda, dünyadan tam zamanında gitmişim mi yoksa, keşke biraz daha yaşasaymışım mı dersin bilemedim. Hepimiz seni çok özledik, bir dahaki sohbete kadar hoşça kal…