Sofralar Sessiz… Evler Sessiz… Sokaklar Sessiz…

Bizim evimizde gelenimiz, gidenimiz, misafirimiz hiç eksik olmazdı. Kocaman sofralar hazırlanır, güzel yemekler yapılır ve hep birlikte güle oynaya yerdik. Şimdi öyle sessiz, öyle sakin ve benim için yadırgatıcı günlerden geçiyoruz ki…


Aklıma her şey gelirdi de bir gün gelip gitmenin bile yasaklanacağı günler yaşayacağımız gelmezdi.. Ah o bayram yemekleri, doğum günleri, özel günler, hiçbir özelliği olmayan ama bir arada geçirilen güzel günler…


Masayı hazırlamaya kalktığımızda, önce güzel bir örtü serilir ve yeğenim seslenirdi:


“Teyze, tabakları içerden mi alalım yoksa büfeden mi?” diye,


“Büfeden al, Banucum” diye cevap verirdim.


“Teyze, bardaklar?”


“Onları da büfeden alabilirsin…”


“Ya çatal bıçak falan?”


“Hiç sorma, onları da büfeden al, canım…”


İşte bu replikler şimdi evimizin bir yerlerinde öylece asılı kaldılar. Şimdilerde sadece ev halkı olarak yediğimiz yemekleri de, kahvaltıları da hep aynı tabaklarda yiyor, hep aynı bardaklarda içeceklerimizi içiyoruz. Diğer tabaklar, bardaklar, kaşık ve çatallar öylece gelecek günlerde yeniden kullanılmayı bekliyorlar. Hele hele kahve fincanları… Ben günde iki Türk kahvesi içiyorum, hep aynı fincanlarla, eşim de öyle, annem de bazen eşlik ediyor, bazen istemiyor bile. Sonrası mı? Gündelik kullandığımız her şey gibi onlar da doğru bulaşık makinasına giriyorlar ve ertesi sabah aynı yerden başlıyoruz.


Ne kadar çok eşyamız varmış meğer evlerimizde… Büfeler dolusu tabaklar, çanaklar, bulaşık makinası çıktığından beri kırılmayı unutmuş pek çok cam ve porselen… Evimiz de, bizler de beraber olmayı, bir kahve eşliğinde yapılan sohbetleri, sevgiyle birbirine bakan yüzleri, hep birlikte mutfakta neşeyle hem yemek için hazırlıkları yapmayı, hem de sonrasında mutfağı toplamayı ve en sonunda mutfak eski düzenine kavuştuktan sonra çayı demlemeyi ve hiç bitmeyen sohbetlere devam etmeyi…


Bu salgın sırasında evlerimizde bir gün lazım olur diyerek bir kenara ayırdığımız eşyalar, kumaşlar, giyecekler o kadar gözüme batmaya başladılar ki… Hepsinden kurtulmak istiyorum. Bir kısmını ihtiyaç sahiplerine verdim ama daha hala verilecek bence çok “lüzumsuz” hem eşya var, hem de ıvır zıvır...


Sonbaharda salgın şartları giderek ağırlaştığından hiçbir yere gitmedim, gelen de olmadı, annem çok yaşlı olduğu daha da özen gösteriyoruz. Giysi dolabımda bulunan kışlık giysilerin henüz birini bile giymedim, yeni hiçbir şey almadım… İçimden almak da geçmiyor zaten. Her almak istediğimi erteliyorum. Hepimizin aklında “Nereye giyeceğim ki, nerede kullanacağım ki, ne yapacağım ki?” cümleleri dans ettiğinden hiçbir şey almadan aylar geçip gidiyor peş peşe… Harcadığım tek kalem, internet üzerinden aldığım kitaplar oldu. Bu aralar eski okuma alışkanlığıma yeniden kavuştum sanırım.


Mart ayında salgın başlayalı tam bir yıl bitecek. Kocaman bir yıl… Kocaman bir 2020 yılı. Öylece geçip gitti… Yeni yıla ne kadar az kaldı. Şunun şurasında sadece on gün var. Bu yıl bizlere çok şey de öğreterek geçti gitti bence. Öncelikle;


  • Kağıttan medeniyetlerimizin, muhteşem teknolojilerimizin aslında hiçbir işe yaramadığını, basit, küçücük, gözle görülemeyen bir virüsün tüm dünyayı tepetaklak ettiğini öğrendik.


  • Görkemli yaşantılar, “branch’lar”, muhteşem restoranlar, tatiller, evler, arabalar her türlü lüks denebilecek tüketimin ne kadar gereksiz olduğunu öğrendik.


  • Sağlık çalışanlarının büyük özveriyle çalışmalarına rağmen, vurdumduymaz insanlarımızın onların bütün emeklerini nasıl bozuk para gibi harcayabildiklerini öğrendik.


  • Düğünler, nikahlar ve nişanlar gibi hep birlikte neşeyle yapılması gereken kutlamaların, sessiz, sakin ve birkaç kişiyle nasıl yapıldığını öğrendik.


  • Özellikle birbirimize en çok ihtiyaç duyduğumuz yakınlarımızın, sevdiklerimizin cenaze törenlerini kimsesiz, sessiz ve acıyı içinde yaşayarak defnetmeyi öğrendik.


  • Kapı çaldığında, sadece “Kargo gelmiştir…” diyerek, kimsenin geleceğini beklemeden, ummadan günler geçirmeyi öğrendik.


  • Yeni bir düzen çoktan oluşmaya başladı, evlerimizin her köşesini ya yeniden öğrendik, ya da kendimizi günlük yaşam alanımıza hapsederek yaşamayı öğrendik.


  • Bu arada her yapacağımız işi, bir sonraki güne ertelemeyi de, tembel ve miskin bir hayata geçişi de öğrendik.


  • Hiç olumlu yanı yok muydu derseniz, “Her şeyin başının sağlık…” olduğunu da öğrendik…


Eski yaşantımı, neşeli sofraları, sohbetleri, aile bireylerini, arkadaşlarımı, hayata gülerek bakan gözlerimizi, sinemaları, tiyatroları, konserleri, bir yerlerde oturup yemek yemeyi, kahve içmeyi çok ama çok özledim.


Umuyorum ki ve bekliyorum ki “bu bahar, başka bahar” olacak… Şimdilik bahara kadar, bizlere düşen sabır, sabır sabır…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER