Tam Otuz Yıl Sonrasıydı

Bankta yanına oturduğu yaşlı kadın, varlığının hiç farkına bile varmadan gözlerini öylece gökyüzüne, karanlığa ve yavaş yavaş göz kırpan yıldızlara dikmiş ve sanki kendi kendine konuşur gibiydi:


“Gelecek günlerin böyle geleceğinden hepimiz habersizdik. Her şey pandemi yılıyla başlamıştı. Yani 2020 yılı. Hepimiz mutluyduk, çalışıyorduk, geziyorduk, çarklar dönüyordu. Her şey güzeldi. Evlerimiz vardı, arabalarımız vardı, dostlarımız vardı. Kısaca içimizde biraz hırs, biraz huzurla ve dinmek bilmeyen çalışma arzusuyla çabalayıp duruyorduk. Oysa bugün öyle mi? Korkutucu, ürkütücü yıllara geldik ve aslında tüm bunların nasıl ve neden başımıza geldiğini hiç birimiz bilemedik.”


“Ne oldu, neler oldu bana biraz anlatmak ister misiniz?” dedi genç kadın.


Yaşlı kadın irkilerek döndü ve yanında oturan güzel ve alımlı genç kadına göz pınarlarında titreşen yaşlarla baktı ve küskün bir sesle:


“Ah canım, öyle çok şey oldu ki hangi birinden başlasam?” dedi.


Genç kadın, beklenmedik bir şeyler olduğunu ve bu yaşlı kadının anlatacaklarının çok önemli olduğunu sezmişti. Sakin ve yumuşak bir sesle kadını konuşması için teşvik etmeye çalıştı:


“Siz başlayın da sonu nasılsa gelir… Gerçekten anlatacaklarınız her neyse çok merak ediyorum…” dedikten sonra bankta ayaklarını altına alarak, öne doğru eğildi ve sonsuz bir merak taşan gözleriyle tüm dikkatini yaşlı kadına verdi.


“Galiba her şey o garip ve çılgın adamın dünyanın çevresine uydular yerleştirmek istemesiyle başlamıştı. Tam 30 bin uydu yerleştireceğini, Mars’ta koloni kuracağını falan anlatırken hepimiz onun sözlerini bıyık altından gülerek, kös kös dinliyorduk ve biraz da deli gözüyle bakıyorduk bu adama. Bu uydularla internet erişimimiz kolaylaşacaktı, hologram öğretmenlerden ders alacaktık. Hem de istediğimiz saatte ve yerde. Tüm ülkeler bu değişimi destekliyor ve karşı çıkmaya çalışanları da gelişimi engelleyici ve geri kafalı olarak değerlendiriyorlardı. Uydular… Ah o lanet uydular! Keşke olmasalardı… Keşke öğretmenler eskisi gibi sınıflarda yüz yüze ders verebilselerdi.”


Genç kadın gülümseyerek,


“Aman, ben onu hiç istemem, bir sınıfta, vıcık vıcık kalabalık bir ortamda… Yok yok, ben böyle sadece benimle geçen dersle çok rahatım… Eskiden sizler alış verişe de gidermişsiniz değil mi? Ben ne kadar zamandır alış verişe gitmediğimi bile unuttum. Bir ara pek çok ürün internet üzerinden alınıyormuş. Artık evlerimiz akıllı, eksikleri yazılımlar sipariş ediyorlar. Ne kadar uğraşıyormuşsunuz. Özellikle giyim kuşam alış verişi için. Şimdi öyle mi? Evlerimize üç boyutlu yazıcı koyduk. Her ay yenilenen stilistlerin dosyaları var biz üyelere gönderilen. Bir kere vücudumuzun ölçülerini alıp yüklüyoruz. Sadece hammaddeleri temin etmemiz gerekli. Sonrasında yapmamız gereken tek şey, üç boyutlu yazıcıdan istediğimiz giysileri elde etmek.”


Yaşlı kadın “Böylece her güne ayrı bir kıyafet giyiyorsun, dükkanları dolaşmak yok, alış veriş merkezleri falan yok…” dedi.


“Ne olacak ki? Beğenmediğim elbiseleri hep evsizlere gönderiyorum. Onlar da benim giysilerimle mutlu oluyorlar. Alış veriş merkezleri falan, ohooo, onlar çok eskide kaldılar. Görüyorsunuz, hepsi yıkıldı. Sadece bir iki tanesi müze olarak açık bırakıldı. Eski insanlar nerelere gidiyorlarmış şimdiki yaşayanlar görsün diye.”


“Bir zamanlar bizler sadece alış veriş için değil, yemek ve belki biraz da sosyalleşmek için giderdik oralara. Sinema salonları, tiyatro salonları hatta oyun salonları falan da vardı…”


“Öyle demode şeylere ihtiyacımız yok ki... Sadece düşünmek bile yetiyor bizler için. Anında gitmek istediğimiz yerdeyiz.”


“Bunu bilmiyordum. Nasıl yani?”


“Artırılmış gerçeklik sayesinde, her yeri gezebiliyoruz, herkesi görebiliyoruz. Hologram misafirlikler yapıyoruz. Hatta koku nakli bile yapılabiliyor artık.”


“Yani bu yeni teknoloji sayesinde turizmi de öldürdük…”


“Ne turizmi, ben her istediğimde istediğim yere gidebiliyorum nasılsa. Neden o sıkıntıları çekeyim ki?”


“Erken indirimler, ön rezervasyonlar falan da yok artık…”


“Yok dedim ya…”


“Şimdi bir şey soracağım ama kızma ve yaşlılığıma ver lütfen. Ya lokantalar, kafeler, barlar… Bunları hiç özlemiyor musunuz?”


“Son birkaç senedir insanların bir arada bulunmaları da yasaklandı ya, sadece bilgisayar üzerinden görüşmelerine izin veriliyor. Biliyorsunuzdur sanırım, yollarda da aile olmayan kimseler bir arada ne yürüyebiliyor, ne de parka gidebiliyorlar.”


“Ben çok fazla dışarı çıkmıyorum. Son gelişmelerden çok haberim olamıyor bu nedenle. Ya hastaneler? Doktorlar, sağlık sektörü?”


“Onlar o kadar zarar gördüler ki ardı ardına gelen salgınlardan. Artık android doktorlarımız var bizim.”


“Doğumlar falan da kalmadı değil mi?”


“Duymuşsunuzdur, belli bir yıla kadar yasaklamışlardı doğum yapmayı. 30 yaş üzerindeki tüm kadınların tüplerini bağlamışlar ve genç nesilde de seçme yapmışlardı. Her on kız çocuğundan ikisinin doğum yapmasına izin vereceklermiş. Diğerleri asla çocuk sahibi olamayacaklar.”


“Yok, bu kadarını duymamıştım. Peki ya ölümlerde ne yapılıyor şimdilerde?”


“Ölenlerin dünyada mezarlıkları falan olmuyor. Mezarlık fikri çok demode artık. Hepsi yakılıyor ve külleri uzaya fırlatılıyor.”


“Sence bu değişim ilk ne zaman başladı dersin?”


Genç kadın başını iki yana sallayarak omuzunu umursamaz bir şekilde silkti. Yaşlı kadın tekrar başını karanlık gökyüzüne ve parlayan yıldızlara dikti ve kısık bir sesle anlatmaya devam etti:


“Bu, Çin’in Wu-Han şehrinde başlayan bir salgınla ortaya çıktı diye biliyorduk ya da aslında biz öyle sandık. Bu çalışmalar 1900’lü yılların başından beri yeni dünya düzenini kurmaya çalışan gizli bir grup tarafından zaten yapılıyormuş. Oysa bizler, tüm bu çalışmaların insanların iyiliği için yapılıyor sanmıştık. ‘Bu dünyaya bu nüfus fazla’ diye her zaman söylüyorlardı zaten ama hiç birimiz inanmıyorduk. 8 milyarlık dünya nüfusunu 800 bin insanla sınırlamışlar ve bu tam 25 yıl içinde sürekli salgınlar yaratılarak gerçekleştirildi.”


“Ne zaman farkına vardınız tüm olan bitenin?”


“İşin zor kısmı da bu ya, hiç fark edemedik… 20. yıla geldiğimizde uzun bir süre internet kesildi tüm dünyada. Kimse kimseyle haberleşemedi. Sosyal medya falan her şey durdu. Sudan çıkmış balık gibiydik hepimiz. Bu böyle yaklaşık olarak 1 ay sürdü. Sonra bir gece ansızın tüm fonksiyonlarıyla bambaşka bir internet hizmeti olarak geri geldi. Programlar değişmiş, tanıdığımız pek çok insan da yok olmuştu. Önce bunun internet arızasından kaynaklandığını olduğunu düşünmüştük. Herkes birbirine arkadaşları ve yakınları hakkında sorular soruyordu. Ne diğer şehirlerden ne de bulunduğumuz şehirden hiç haber alamıyorduk. Yakınlarımız, arkadaşlarımız hiç kimse sanki yaşamamış gibiydi. Tek tük bağlantılarla dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmıştık.”


“Offf çok zor olmalı. Birdenbire alıştığınız her şeyi kaybettiniz yani öyle mi?”


“İnternet üzerinde alıştığımız hiçbir fonksiyona ulaşamıyorduk. Bir gece aniden seyredebileceğimiz ve ulaşabileceğimiz adresler yüklenmeye başladı. Eski adresler, siteler artık mevcut değildi. İnan bir karabasanda yaşıyor gibiydik. Hepimiz olanlar karşısında şaşkındık ve korkuyorduk. Gözlendiğimizin farkındaydık ve olanlar hakkında konuşamıyorduk bile. Hani bir zamanlar sosyal medyada yazışırken hepimizin kullandığı gülücükler, kalpler ve diğerleri gibi emojilere benzer bir dil oluşturulmuştu ve tüm dünyada kendi dilimiz yerine bunu kullanmamız için sürekli baskı yapılıyordu. Yer gök, bu yeni dilin herkes tarafından kullanılmasıyla ilgili reklamlarla doluydu. Gökyüzüne her baktığımızda o dille yazılmış kelimeler görüyorduk. Okuma yazma bilmeyen kimse kalmayacak diye hazırlanmış bir seferberlik gibiydi. Şimdi sen soracaksın bana kitaplar, şairler, yazarlar, gazeteler, haberler, televizyonlar ne oldu diye”


“Ne oldu gerçekten?”


“Artık hiç biri yoktu. Sadece onlar değil ki diller, ırklar çok kısa bir sürede yok oldu. Dil, ırk gibi kavramlar kurulmaya başlanan bu yeni dünya düzeninde geçersizdi. İnternet artık yeni bir dünya haritasıyla açılıyordu. Sadece fiziki harita. Ne ülkeler vardı ne de milletler… Yeni dünya düzeninde mükemmel insanlar istiyorlardı. Hastalanmayan, düşünmeyen, itiraz etmeyen, verileni kabul eden basit insanlar.”


“Peki senin gibi eskileri hatırlayan insanlardan hiç mi kalmadı?”


“O yıllarda yaşı yetmişin üzerinde olan kimse hayatta bırakılmadı. Ama en azından acı çekmeden öldükleri söylendi bizlere.”


“Ya sen? Sen nasıl hayatta kaldın o zaman?”


“O yıllarda yaşım küçüktü ve yaş engeline takılmamıştım da ondan.”


“Yani pek çok yakınını, eşini dostunu kaybettin öyle mi?”


“Bazen düşünüyorum da, onlar mı kaybetti yoksa biz mi tam olarak bilemiyorum. Yaşamak ama böylesine, robot gibi… Biz hepimiz bu günler için mi uğraşmıştık? İdeallerimiz, adaletli bir dünya isteğimiz… Hepsi çok çok eskilerde kaldılar. İnan, hatırlayınca içim sızlıyor bazen…”


“Hasta olanlar vardı herhalde, peki onlara ne oldu?”


“Yeni dünya düzeninin hastalara hiç mi hiç tahammülü yoktu. Onları da çabucak yok ettiler. Ama nasıl diye sorarsan inan bilmiyorum. Her şey o karanlıkta kaldığımız bir aylık sürede oldu bitti. Nasıl bir plan, program yapmışlar, nasıl bu kadar gizli tutabilmişler, hiç bilemedik…” Yaşlı kadın, o günleri hatırladıkça, yüzü şekilden şekle giriyordu.


“Duygular varmış eskiden değil mi? Unutulmaz aşklar, sevgiler. Onlara ne oldu?”


“Yok ettiler yavrum, yok. Sen aşkın ne olduğunu bilemezsin değil mi?”


“Bir erkek arkadaşım var ama aşk bu mu bilmiyorum, daha önce hiç yaşamamıştım ki…”


“Gözlerine baktığında içinde kıpır kıpır bir şeyler oluyor mu? Yüreğin yangın yeri gibi küt küt çarpıyor mu? Ya ellerin? Buz gibi oluyor mu birden? Onu her düşündüğünde sıcacık bir şeylerin içinden aktığını ve ruhunun onun ruhuyla birleşmek için çırpındığını hissediyor musun?”


“Şey, evet, bunlar oluyor da, bu aşk mıdır sence?”


“Tabii ki aşk. İki insanın birbirine duyduğu sevgiden güzel olan ne var ki bu köhne dünyada?”


“Ama her gün bize gelen türlü türlü mesajlarda bu duygularımızdan kurtulmamız öğütleniyor bizlere… Aşksız insanların daha mutlu olduğu, hatta android sevgililerin ruhumuzu daha iyi anladıklarını, birer android sevgili edinmemizi öğütlüyorlar bize.”


“Hiç olur mu? Bir insanın bir insana verdiği mutluluğu ruhsuz bir robot nasıl verebilir ki? Sadece elini tutması, kulağına sevgi dolu sözcükler fısıldaması, seni kucaklaması, sana bir şiir okuması, kulağına bir şarkı söylemesinin verdiği zevkin yerini hiçbir şey tutamaz inan bana…”


“Aslında sen bunları anlatırken, birdenbire şimdiki hayatımın ne kadar renksiz olduğunu anlamaya başladım ve nedense o günlere sonsuz bir özlem duydum. Keşke eski devirlerde yaşasaymışım diye düşündüm.”


“Bak canım, bana kalırsa senin bu kupkuru dünyadan kurtulman yeni bir yaşama kanat açman lazım.”


“Nasıl ama? Nasıl yapabilirim ki bunu?”


“Benim irtibatta olduğum bir grup var. Dünyadan adam kaçırıp başka yaşam yerlerine götürüyorlar... Hedeflerine varabilecekler mi bilmiyorum. Ama en azından burada yaşamaktan daha kolay olabilir. Bir umudun olur. İster misin? Erkek arkadaşın ve senin için onlarla konuşayım mı? Buradan gitmelisin, bu dünyadan kurtulmalısın. Yeni bir dünyada, yeni bir hayat istemez misin?”


“Yapabilir miyiz oralarda sence?”


“Önce soruma cevap ver. Buradaki hayatından memnun musun?”


“Senin anlattıklarından sonra nasıl ot gibi yaşadığımı fark ettim. Hiç memnun değilmişim aslında…”


“O zaman güzel kızım, denemenin ne zararı var? Belki de başarırlar, başarırsınız.”


“Peki ya sen?”


“Benim çok fazla vaktim kalmadı. İki kişiyi daha bu ruhsuz yaşamdan kurtarabildiğimi, senin şansını denediğini bilmek beni çok mutlu edecek.”


“Ne zaman gidecekler?”


“Bir hafta sonra. Akşam hava karardığında.”


“Ya uydular? Ya sistemler? Onları görmeyecek mi? Durdurmayacak mı?”


“Önlemini aldılar diye biliyorum. Giden herkesi bilim insanı olarak göstereceklermiş.”


“Yolculuk nereye olacak?”


“Bir solucan deliğinden geçecekler ve başka bir evrene gidecekler.”


“Seni nerede bulacağım?”


“Ben hep buradayım…” dedi yaşlı kadın.


“Sana haber vereceğim…” diyen genç kız, koşarak uzaklaştı.


***


1 hafta sonra…


“Ben hazırım. Erkek arkadaşım da.”


“Sana son bir sorum var. Sen çocuk doğurabilecek misin?”


“Evet, ben seçilmişlerdenim.”


“O zaman mesele yok. Yaşam bir yerlerde sizlerin sayesinde yeniden başlayacak desene. Bu akşam saat 8’de evinin yanındaki parka gidin. Gelenlere sana verdiğim bu armayı gösterirsin. Oradan alacaklar sizi.” diyerek titreyen elindeki paketi karşısındaki genç kıza uzattı.


“Sen de gelebilseydin keşke…”


“Sen beni düşünme canım. Benim kurtarabildiğim çiftlerden biri de siz olacaksınız. Sizlerin bu iğrenç yeni dünya düzeninden kurtulduğunuzu bilmek beni çok rahatlatacak…”


“Yani yeni bir dünyanın Adem ve Havva’ları sanki bizler olacağız desene…”


“Unutma, akşam tam saat 8’de arkadaşınla parkta ol…”


***


Yaşlı kadın, bir ışık huzmesi şeklinde süzülerek giden aracın arkasından hem hüzün hem de keyifle baktı. En azından iki genç insan daha hayallerinin, zayıflıklarının, isteklerinin ardından gitmek için gerekli gücü bulmuşlardı. Buruşuk yanaklarından iki damla yaş süzülürken, içinde bir kuş kanat çırparak yükseklere doğru uçtu…

BU YAZILARIMI DA BEĞENEBİLİRSİN.

POPÜLER YAZILARIM

Bülten

Web sitemdeki yeniliklerden haberdar olmak için bültene kayıt olun!

KATEGORİLER